Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütünüyle Batı’ya doğru dümen kırdığı bugünlerde yoğun tartışmalar yaşanıyor. Bunun bir nedeni, çok yakın bir geçmişe kadar Kıbrıs Rum toplumunun Batı’ya kuşkuyla bakmasıdır.
Kıbrıslı Rumlar 1974’ten sonra genel olarak Batı’ya, özel olarak da NATO’ya karşı son derece öfkeliydi. Kıbrıs trajedisinden Batı’yı ve NATO’yu sorumlu tutuyorlardı. Bu yüzden, 1960’lı yıllarda izlenen Sovyetler Birliği-Bağlantısızlar-merkezli siyasete 1974’ten sonra da devam edildi. Örneğin AKEL, Makarios’tan sonra cumhurbaşkanlığı için Spiros Kiprianu’yu desteklemeye karar verdiğinde (1977), gerekçelerinden biri de Kiprianu’nun Bağlantısızlar’a yakın biri olduğu yönünde idi.
Yaygın bir kanıya göre, Türkiye NATO içinde etkili bir aktördü ve Kıbrıs Sorununun çözümü için Batı’dan değil, Doğu’dan destek aranmalıydı veya ikisi arasında denge tutturulmalıydı. Tek istisna, Glafkos Kliridis ve 1976 yılında kurduğu DİSİ partisiydi. Kıbrıs’ın rotasını Batı’ya doğru çevirmesine inanan Kliridis, farklı bir politika izliyordu ama toplumdaki etkisi sınırlıydı. Nitekim, 1993 yılına kadar seçim kazanamadı ve muhalefette kaldı.
Kliridis’in Batı yanlısı politikasına karşı Tassos Papadopoullos’un 1976 yılında kaleme aldığı görüşler toplumun büyük çoğunluğunun görüşlerini yansıttığı için son derece aydınlatıcıdır. Papadopoullos, izlenmesi gereken politikayı aşağıdaki cümlelerle açıklıyordu:
“Kliridis’in ileri sürdüğü görüşler, bugüne kadar izlediğimiz politikanın yadsınması anlamına geldiği gibi, halkımızın da beklentilerine terstir.”
“Gerçekçilik, işgali meşrulaştıracak bir anlaşmayı reddetmeyi ısrarla sürdürmemizi gerektirmektedir. İstenmeyen bir çözüme “evet” demek gerçekçilik değildir.”
“Gerçekçilik, olayların gelişimini, bunların arkasında büyük güçler olsa bile, pasif olarak kabul etmek değildir”.
“Olayların gelişimini pasif olarak izlemeyi reddetmek, koşulsuz teslim olmayı reddetmek, gereksiz bir romantizm değil, siyasi bir eylem biçimidir.
Bu tutum, ittifaklarını korumak isteyen büyük güçleri, kabul edilebilir bir çözüm arayışına sürükleyebilir.”
“Bağlantısızlık politikasına son vermemiz halinde, kötü bir çözüme “hayır” diyemeyiz”.
“Batı ittifakına yönelmek sonuç getirmez çünkü, Türkiye, Batı içinde Kıbrıs’tan çok daha önemlidir.”
“Kıbrıs, Batı tugayında gönüllü asker olmayı kabul ederse, unutulmamalıdır ki, o tugayın başında albay olarak atanmış bir Türkiye vardır ve komuta onun elindedir”. (Vurgu bana aittir.)
“Batı, kendi ittifak çıkarları için Kıbrıs sorununu çözebilir ama bu çözüm Kıbrıs Helenizm’ini tatmin etmez.”
“Batı’nın getireceği bir çözüm ya Kıbrıs devletine son verecek, ya da onu parçalı bir devlet haline getirecektir. Böyle bir çözüm, Batı için Doğu Bloğuna karşı bir kazanım olabilir ama Kıbrıs halkının çıkarlarına terstir.”
“Doğu ve Batı Bloğunun çıkarlarını dengeleyen bir çözüme yönelirsek, bu bizi adil bir çözüme götürebilir”. (Filelefteros Gazetesi, 23 Haziran 1976)
Yukarıda belirtilen görüşlerden de anlaşılacağı gibi, Papadopoullos, Batı dünyasından gelecek bir çözümün “Türk yanlısı” olacağına, “işgali meşrulaştıracağına”, “Kıbrıs devletine son vereceğine” ve onun yerine, “parçalı bir devlet” getireceğine inanmaktaydı. Bu görüşler o dönemde toplumun çoğunluğu tarafından da benimseniyordu. Nitekim, yıllar sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda ve Batı destekli Annan Planına “hayır” dediğinde, toplumun büyük bir kısmını yanında bulacaktı.
İsrail Üstünden Batı’ya Yelken Açmak
Uzun yıllar Bağlantısızlar’a ve Sovyetler Birliği’ne yakın duran Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Batı’ya yönelmesi Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başladı ve 1990 yılında AB’ye üye olmak için başvuru yapıldı. Fakat Rusya Federasyonu ile bağları devam etti. Kıbrıs 2004 yılında AB üyesi olduktan sonra da Rusya ile ilişkilerini sürdürdü. Özellikle, ekonomik alanda iki ülke arasında işbirliği baki kaldı.
Kanımca, Kıbrıs’ın bütünüyle Batı’ya doğru yelken açması İsrail ile kurulan ilişkilerle başladı. Türk-İsrail ilişkilerinin Mavi Marmara ve Gazze yüzünden derin bir krize girdiği bir dönemde, tarihte ilk defa bir İsrail başbakanı Kıbrıs’ı ziyaret etti. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Filistin ve Suriye yanlısı Dimtiris Hristofyas oturduğu halde, adayı ziyaret eden Netanyahu, (2012 Şubat’ı), iki ülke arasında “doğal dostluktan” bahsediyordu ve “buraya, ikili ilişiklerimizi, ekonomi ve enerji alanındaki bağlarımızı güçlendirmeye geldim” diyordu.
Bu bir başlangıçtı. Türk-İsrail ilişkilerinde krizin devam ettiği bir ortamda Kıbrıs-İsrail yakınlaşması ivme kazandı. 2015 yılının Temmuz ayında İsrail başbakanı Netanyahu Kıbrıs’a yeni bir ziyaret düzenledi ve enerji, hidrokarbon, savunma ve güvenlik alanlarında işbirliği yapma kararları alındı. Bu tarihten sonra ilişkiler süratle ilerledi ve stratejik işbirliğine dönüştü.
Washington’da Türkiye karşıtı ve İsrail yanlısı lobicilerin de faaliyetleri sonucunda Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlamaya dayalı jeo-politika dizayn edildi. Birinci Trump hükümeti de bu yaklaşımı benimsendi. Nitekim, Trump yönetimi Yunanistan-Kıbrıs-İsrail ekseninin oluşması için yoğun bir çaba sarf etti. İşte böyle bir dönemde Kıbrıs-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldı.
2019 yılında Menendez-Robin yasası olarak bilinen, “Doğu Akdeniz’de Enerji ve Güvenlik Ortaklığı Yasası” Amerikan Kongresi tarafından onaylandı ve Kıbrıs Cumhuriyeti ABD’nin stratejik ortaklarından biri oldu. (Robin’in ikinci Trump yönetiminde dışişleri bakanı olmaya hazırlandığını belirtelim.) ABD Kıbrıs’a silah satışı yasağını kaldırdı ve iki ülke arasında özellikle savunma alanında derin bir işbirliği başladı. Menendez-Robin yasasında öngörüldüğü gibi, Rusya’ya Kıbrıs limanlarında tanınan kolaylıklara son verildi ve Kıbrıs-İsrail-Yunanistan eksenli yaklaşım ilerletildi. O kadar ki, gelinen aşamada, Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri artık adada kalıcı Amerikan askerlerinin bulundurulmasından ve Kıbrıs’ın NATO üyeliğinden söz ediyorlar.
Öyle anlaşılıyor ki, Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyeliği sonrasında ve Washington ve İsrail ile de ileri düzeyde stratejik ilişkiler kurduktan sonra, kendisini artık “Batı tugayında bir er, Türkiye’yi de komutayı elinde bulunduran bir albay” olarak görmüyor. Fakat Tassos Papadopoullos’un 1976 yılında dile getirdiği, “Batı’nın getireceği bir çözüm, ya Kıbrıs devletine son verecek, ya da onu parçalı bir devlet haline getirecek” yönündeki görüşün bir geçerliliği olup olmadığını veya Batı eksenli politikanın ülkenin birleşmesine mi, yoksa temelli bölünmesine mi yol açacağını ilerleyen zamanlarda göreceğiz.
Kanımca, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini tehlikeye atan kendi başına Batı ile yakınlaşmadan ziyade, Türkiye’yi dışlamaya dayalı jeo-politik paradigmadır. Doğu Akdeniz’de Kıbrıs-İsrail-Yunanistan ekseniyle sınırlı kalan ve Türkiye’yi dışarıda bırakmayı veya çevrelemeyi amaçlayan jeo-politik yaklaşımlar ve bu yaklaşımların bir uzantısı olarak izlenen enerji politikası, Kıbrıs’ın birleşmesine katkı sağlamayacaktır...