“Türkiye Kıbrıs’ta çözüm ister mi?” diye hep sorulur; konu Türkiye’nin çözüm istemesi ile ilgili değil, Türkiye’nin Kıbrıs’ta çözüme ihtiyacı var…
Elbette mevcut statüko Türkiye’nin işine geliyor ama bunun sürdürülebilirliği yok… Uluslararası toplumun kayıtlarında, Kıbrıs’ta bir sorun olduğu, mevcut statükonun ne kabul edilebilir ve ne de sürdürülebilir olduğu yazılı; kendileri bu sorunun çözümüne ölçütler de koydu, çözüm için sessiz ama üçüncü taraf oldu. Kıbrıs sorunu çözülmedikçe, Türkiye bu sorun nedeniyle hep uluslararası toplumun ve siyasetin baskısı altında kalacak, kimi zaman da bunaltılacak. Türkiye bu sorunla çok uzun süre daha yaşayamaz. Ve çözülmesine hem katılımcı, hem de katkı koyucu olacak; Türkiye buna mecbur kalacak… Kaldı ki, Kıbrıs sorununun çözümüne katkı koyması diğer uluslararası sorunlarda kendisini biraz rahatlatacak.
Türkiye’nin Kıbrıs’taki çözümden beklentisi kendi güneyinde güvenliğinin, Doğu Akdeniz’de de ekonomik çıkarlarının sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Bunu Türkiye’nin ‘enim – benim’ siyasetçileri hep söyledi, son söyleyen de Tuğrul Türkeş’ti… Bu beklenti içinde Kıbrıslı Türklerin yeri yoktur ama bu beklentiyi elde etmesini sağlayacak ‘meşru’ unsur Kıbrıslı Türklerdir. Türkiye’nin ihtiyacı olan çözüm, beklentilerinin uluslararası hukuk içinde geçerliliği kesin olarak sağlanmış bir modeldir; kendisinin Kıbrıs’ta doğrudan bir askeri varlığa, dolaylı yöntemlerle de olsa etki altında tutabileceği bir toplumsal varlığa sahip olduğu bir modeldir. Yani kendi etki alanı içinde tutabileceği bir Kıbrıs Türk varlığı ve onların adada varoluşunu koruyan bir Türk askeri varlığı…
Crans-Montana’da görüşmelerin çöktüğü nokta da burası idi; Türkiye’nin garantörlüğünü toptan reddeden Kıbrıslı Rumlara karşı, Türkiye’nin garantörlük statüsünün bir yöntemle sağlanmasını isteyen Kıbrıs Türk tarafı… Türkiye’nin garantörlük talebindeki nedenler malum; Kıbrıslı Türklerin bu talebe katılmasındaki nedenlerden biri Türkiye’nin çıkarlarını elde etmesine yardımcı olmaktır ama daha önemlisi de Kıbrıslı Türklerin çok büyük çoğunluğunun Kıbrıslı Rumlara karşı güven duygusunun yerlerde sürünmesidir. Kıbrıslı Türklerin yakın tarihte yaşadıkları ve aşırı milliyetçi Kıbrıslı Rumların münferit olayları diye lanse edilen güncel tacizler ve saldırılar Kıbrıslı Türkler için Kıbrıslı Rumlara karşı yaşam hakkı tehdidi algısı var. Bu zamanda, AB üyesi bir ülkede bunu gereksiz bulanlar olabilir, gereksizliğine Kıbrıslı Türkleri ikna edecek bir geçici sürenin yaşanması gerek ve geçici sürede de Türkiye’nin bir şekilde garantör olmasına ihtiyaç var.
Crans-Montana bu odaktaki anlaşmazlıkla çöktü; Kıbrıslı Türklerin Türkiye’nin garantörlükteki ısrarı Türkiye için rahatlatıcı bir durumdu, beklentisini elde edebileceği tek meşru yöntemdi…
Artık, ‘İDİ’ denilebilecek bir sürece girilmiştir… Erdoğan’nın Türkiye’de bir meydan mitinginde verdiği talimatla Kuzey Kıbrıs’ta estirilen linç kültürlü saldırı Kıbrıslı Türklerde şok etkisi yarattı. 15 Temmuz 1974’de garantör Yunanistan, Kıbrıs’taki askeri varlığı ve Kıbrıslı Rum milliyetçilerle işbirliği içinde askeri darbe yaptı, faşist Yunan cuntasına karşı olan Kıbrıslı Rum unsurları fiilen ve siyaseten etkisiz hale getirmeye kalkıştı. 22 Ocak 2018’de garantör Türkiye, Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Türkiye kökenli ve Kıbrıslı Türk milliyetçilerle kendine karşı olduğuna inandığı Kıbrıslı Türk unsurları fiilen ve siyaseten etkisiz hale getirmeye kalkıştı… Yaşadıklarından ötürü Kıbrıslı Rumlar kesinlikle garantör istemiyor… Korkularından ötürü Kıbrıslı Türkler garantör istiyordu ama şimdi artık garantörden de korkmaya başladı…
Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlara karşı güvenlik sorunu devam ediyor ve buna karşı Türkiye’nin ‘etkin ve fiili garantörlük statüsü’ olması talep ediliyordu ama son hafta içinde yaşananlar ‘güvenlik sağlanması ihtiyacı’ olgusunun Türkiye odaklı olması zeminini kaybetti… Türkiye, Kıbrıslı Türkler için çözümden sonra garantör olma arzusunu son haftada tüketti; Türkiye, Kıbrıslı Türklerin hiç bilmediği ve yaşamadığı bir linç kültürü ile Kıbrıslı Türkleri ‘etkisiz ‘hale getirmeyi sınadığında bindiği dalı kesmiş oldu. Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu, Kıbrıs sorunu çözümünde, Kıbrıslı Rumlara karşı güvenliğinin sağlanacağı önlemlerin alındığı bir sürece ihtiyaç duyuyor ama bu ihtiyacın giderilmesinin Türkiye odaklı olmasında şimdi ve artık isteksiz…
Kıbrıs sorunu görüşme süreci Güney’deki seçimler nedeniyle parka alındı; Nisan 2020’de Kuzey’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri var… Arada pek bir hareketlilik olacağa benzemiyor. Ancak, Nisan 2020’de yapılacak olan seçimde cumhurbaşkanı adaylarının projesi Kıbrıs sorunu çözümünde Crans-Montana’dan sonra ilerlemek olacak ve orada takıntıya neden olan garantiler üzerinde durulacak. Türkiye’nin ‘etkin ve fiili garantör’ olmasında ısrarcı olacak olan aday kaybedecek; Türkiye geçen hafta o dalı kesti attı…
Türkiye’nin güneyi şu anda askeri güvenlik altında, Doğu Akdeniz’deki çıkarları tartışma altında… Çözümden sonra Kıbrıslı Türkler sorumlu davranacak; ne Türkiye’nin güneyinde bir askeri tehdide olanak verecek, ne de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarının heba olmasına katkıda bulunacak. Büyüklük Kıbrıslı Türklerde kalacak…
Ama Kıbrıs sorununun önemli başlığı olan ‘Güvenlik ve Garantiler’, Nisan 2020’den sonra yapılacak görüşmelerde çözümü zorlaştırma niteliğini kaybedecek. “Türkiye’nin bu statüsü, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası kuruluş anlaşmalarının bir parçasıdır ve tek taraflı kaldırılamaz” diyenler olabilir; o anlaşmanın tarafları Türkiye’yi tek başına bırakırsa, olabilir; BM Güvenlik Konseyi yeni bir kararla o statüyü anlamsızlaştırabilir, sonlandırabilir.
Türkiye, saldırttığı adamlarına Afrika gazetesini tarümar ettirdi, KKTC Meclisi’nin damına Kayı (ve İYİ Parti) bayrağı diktirdi; ortada iftihar edeceği bir sonuç yok ama çünkü Kıbrıslı Türkler marifetiyle elde edeceği kendi çıkarlarını tarumar etti, tüy dikti…