Ben de Sami Kohen’in yalancısıyım.
Milliyet’in usta dış politika yazarı 31 Aralık 2014 tarihli köşesinde Türk dış politikasının bir yılını değerlendirdi.
Sami hocanın verdiği notlar, Ankara’nın 2014’te dış politikada sınıfı geçemediğini net biçimde ortaya koyuyor.
Irak Kürdistanı’yla ‘maddi’ ilişkiler ve Rusya ile henüz sadece ‘iyi niyet anlaşması’ndan öteye gitmeyen yeni boru hattı uzlaşısını saymazsak Türkiye 2014’te dış ilişkiler bakımından son dönemlerin en kötü yılını yaşadı.
Kuşkusuz bu durumun ‘içeri’ ile alakası çok büyük…
**
Türkiye’de dengeler değiştikten, yani ‘derin devlet’ yenilip Erdoğan iktidarı pekiştikten sonra AKP’nin içi dahil olmak üzere yeni hesaplaşmalar baş gösterdi.
Erdoğan-Gül dengesi de orta yerden kalkınca, Ankara ‘otoriter’ yönü daha da ağır basan bir rejim haline geldi.
Erdoğan kampı kendisini yeterince güçlü hissedince, AKP’nin maddi ve manevi bakımdan en büyük ortaklarından biri olan Fetullah Gülen Cemaati’ne de savaş açtı.
‘Paralel devlet’ adı verilen operasyonların sonucunda hukuki bir noktaya varılsa da varılmasa da yapılanların siyasi olduğundan kimse şüphe duymayacak.
Bu da Erdoğan’ın ve AKP’nin daha fazla zemin kaybetmesi, uluslararası camiadan daha da dışlanması anlamına geliyor.
**
Bir ülkede demokrasi olmayınca, demokrasinin sınırlarını genişletmek için mücadele veren kesimlerin sesi de cılız kalınca ne yazık ki sonuç bu oluyor.
Bir ‘güç odağı’ yeniliyor, ama ‘galip gelen diğer odak’ aynı otoriter yöntemleri kullanıyor.
Türkiye’de siyasetin en kısa özeti budur maalesef…
Askeri vesayetten dini vesayete geçildi, hepsi bu!..
“Hangisini tercih ederdiniz?” sorusuna kendi adıma cevabım “Ne biri, ne öbürü” olur.
Kimse askerin güçlü olduğu son yüzyıldaki ‘derin devlet’ marifetlerini unutturamaz. Kıbrıs’ın ‘kontrgerillanın merkezi’ olduğu ve o güçlerin adada cirit oynattıkları gerçeği akıldan çıkarılamaz.
Ancak bu, şimdiki dini vesayete karşı çıkmamak, o gücün Kıbrıs’ta rolünü ilerletme çabası içinde olduğu gerçeğini görmemek anlamına gelmez.
Kuzey Kıbrıs’ta şeriatçı bir örgütlenme adımları olduğunu görmeyenler, yanlış yere bakıyordur.
**
Sami Kohen çok net yazdı: Türkiye 2014’te dış politikada ivme kaybetti, ilişkilerini bozdu, geriledi. Kohen bunları yazarken “Kıbrıs’taki müzakerelerin durduğunu” da eklemeyi ihmal etmedi.
Kendi iç tüketimimizde “Müzakereleri kesen Anastasiadis’tir” masalını anlatsalar da, Kıbrıs ve Kürt sorunu dışında Türkiye’nin dış politikada tutunacak dalı yok gibidir.
Her tehdit aynı zamanda bir fırsattır ama…
Ve Ankara Kıbrıs’ta da ‘iyi işler’e muhtaçtır.
Oysa Lefkoşa’nın Kuzeyi’nde Ankara’nın dış politikadaki kötü gidişine dur diyebilecek, Türk dış politikasını Kıbrıs sorununda doğru zemine oturtabilecek bir ‘lider’ boşluğu vardır.
Türkiye 2014’te dış politikada duvara tosladı.
2015’te bu gidişatı tersine çevirebilecek anahtarlardan birinin adı Kıbrıs’tır.
“Çözümsüzlük çözüm değildir” söylemini ileri götürecek adımlar atmak için Ankara’yı beklemek yerine Kıbrıs’taki çözüm güçlerinin sesini çıkarması, Nisan seçimlerine de odaklanarak ve birbiriyle didişmek yerine dayanışma içinde hareket etmesi hayati öneme sahiptir.
Zira gidişat iyi değildir.
Türkiye’nin dış politikada zemin kaybetmesi, içe kapanması, Batı’ya sırtını dönmesi Osmanlılaşma ve İslami devletleşmenin hızını artıracaktır ki Kıbrıs’ın bu durumda zatürree olma ihtimali yüzde 100’e yakındır.