Şevki Kıralp
sevkikiralp@gmail.com
Geçtiğimiz Pazar günü hem Türkiye hem kuzey Kıbrıs sandık başındaydı. Her iki ülkede de seçmen davranışlarından belirli mesajlar almak ve bazı sonuçlar çıkarmak mümkündür.
Türkiye’de ne oldu?
Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin adayı Muharrem İnce oldukça başarılı bir kampanya performansı sergiledi ve Türkiye’deki Sosyal Demokrat-Kemalist hareketin oylarını 1970’li yıllardan sonra ilk kez %30’un üzerine taşımayı başardı. İnce’nin Türkiye Sosyal Demokrasisinin gelecekteki potansiyel lideri olma olasılığı yüksektir. Ayrıca, CHP yıllardır milletvekili çıkaramadığı bazı Kuzey, Güney, Doğu ve İç Anadolu illerinde tekrar milletvekili çıkarmayı başardı. Bununla birlikte, HDP ülke genelinde en çok oy alan üçüncü parti oldu. OHAL koşullarında gerçekleşen bir seçimin ve Cumhurbaşkanı adaylarından birinin kampanyasını hapiste yürütmek zorunda kaldığı bir SEÇİM atmosferinin demokrasi açısından arzu edilebilir durumlar olmadığı ortada. Ancak, kabul etsek de etmesek de etmesek de, Türkiye halkının çoğunluğu Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğini benimsemiş, desteklemiş ve sahiplenmiş durumdadır. Öte yandan, yine bir gerçek vardır ki, AKP tıpkı 7 Haziran 2015 seçimlerinde olduğu gibi meclis çoğunluğunu kaybetmiştir. Bu açıdan, MHP için yapılan “kilit parti” yorumları son derece isabetlidir, çünkü AKP meclis faaliyetlerinde istediği sonuçları alabilmek için MHP’nin onayına ihtiyaç duyacaktır. 2017’deki anayasa değişikliğine göre, meclisin beşte üçünün onay vermesi halinde seçimler yenilenebilecektir. Eğer AKP haricindeki partiler beşte üç çoğunluğa ulaşabilmiş olsalardı, AKP ve Erdoğan her an başkanlık seçimlerinin yenilenebileceği endişesini hissedeceklerdi ancak böyle bir meclis aritmetiği oluşmadı. Dolayısıyla, Erdoğan AKP’yi kontrol etmeyi başardığı müddetçe Cumhurbaşkanlığı pozisyonu tehlikeye girmeyecektir. Türkiye’deki seçimlerin en temel sonuçlarından biri, Türkiye halkının çoğunluğunun muhafazakâr ve milliyetçi olduğudur. Cumhur İttifakı ve Erdoğan ipi göğüslemeyi başardılar, ancak MHP’nin ittifak içerisinde eriyeceği yönündeki öngörüler isabetli olmadı. AKP’den bir sebeple memnun olmadığı için oy kaydıran seçmenler ağırlıkla diğer milliyetçi-muhafazakâr parti olan MHP’yi tercih etti. Kısacası, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve sosyo-siyasal alanda milliyetçi-muhafazakâr, ekonomide ise piyasacı olan iktidar yapısı seçmenden tekrar onay alsa da bu iktidarın meclis kanadının tek partinin üstünlüğüne dayanma durumu artık geçerli olmayacaktır.
AKP artık dış politikada MHP’nin onaylamayacağı adımları atmaktan imtina etmek durumunda kalacaktır. Bu durum elbette Türkiye’nin Kıbrıs Sorununa kısmen daha milliyetçi bakmasını getirebilir, ancak geçmişte Avrupa ülkelerinin sıkıştırması nedeniyle geleneksel milliyetçi söylemlere çok da uygun olmayan biçimde idam cezasını kaldıran üçlü koalisyon hükümetinin ortakları arasında MHP de vardı. Dolayısıyla Türkiye’deki seçim sonucunun Kıbrıs Sorununa doğrudan olumlu ya da olumsuz bir etki yapacağı kesin değildir. Fakat Türkiye hükümetinin kendi ülkesinde yürüttüğü milliyetçi-muhafazakar toplum inşası ile neo-liberal ekonomik dönüşümün Kıbrıs’ın kuzeyinde de sürdürülmesini arzu etmemesini gerektirecek her hangi bir durum yoktur ki bu politikalar kuzey Kıbrıs’ta yaklaşık 8-9 yıl önce start almıştır. Türkiye’nin kendi iç siyasetinde ise oldukça öncelikli olan bazı ihtiyaçları vardır. Ülkeye son yıllarda damga vuran kutuplaşma siyaseti sürdürülebilir değildir ve iktidarın derhal kutuplaşmaları yumuşatacak, tüm kesimlerin demokratik hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacak ciddi dönüşümler gerçekleştirmesi gereklidir. Bunun yanında, gerek basına, gerek muhalefete, gerek sivil topluma, gerekse de vatandaşa dönük, ifade serbestliği açısından endişe verici olan yaklaşımlar ivedilikle terk edilmelidir.
Kuzey Kıbrıs’ta yerel seçimler
Bizimki gibi küçük toplumların yerel yönetimlerinde belediye başkan adaylarının bölge halkıyla olan ilişkileri de, bu adayları destekleyecek olan siyasi partilerin bölgesel bazdaki örgütlülüğü de hayati önem taşır. Bundan ötürü, belediye başkanlıklarının çoğunluğunun en eski, en köklü ve ülkenin her yanında örgütlü olan iki parti, UBP ve CTP tarafından paylaşılması şaşırtıcı değildir. Yerel seçimlerin dinamikleri ile genel seçimlerin dinamikleri birbirinden çok farklıdır, dolayısıyla yerel seçimlerdeki sonuçlarla genel seçimlerdeki sonuçların tamamen örtüşmesini ya da, yerel seçimlerle genel seçimlerin birbirlerinin sonuçlarını ciddi biçimde etkilemesini beklemek gerekmez. Fakat toplum yerel seçimlerde iktidarı ya da muhalefeti ödüllendirmeyi veya cezalandırmayı seçebilir, bunu da örneğin meclis üyesi adaylarına verdiği oy yüzdesiyle yansıtabilir.
Meclisteki iki muhalefet partisi UBP (122) ve YDP’nin (18) toplam meclis üyesi sayısı 140’tır. İktidarın dört partisi CTP (94), HP (21), TDP (12) ve DP(12) ile meclis dışındaki TKP’nin (1) listelerinden aday olarak seçilen meclis üyelerinin toplam sayısı da 140’tır. Bu açıdan, iktidar ve muhalefet partilerinin toplam seçim performansları birbirine oldukça yakındır. Bu tablodan çıkabilecek temel sonuç, toplumun iktidarı ya da muhalefeti cezalandırdığı ya da ödüllendirdiği değil, UBP ve CTP’nin yerel seçimler ve belediyelerde diğer tüm partilere kıyasla daha fazla söz sahibi olabilecek örgütsel güce sahip olduğudur. HP aday gösterdiği tüm belediye meclislerinde en az bir üyeyle de olsa sandalye kazanmayı başarmış, ancak aday gösterdiği 5 belediye başkanlığının tümünü kaybetmiştir. Partinin ülke genelindeki ağırlığı 7 Ocak seçimlerinin aksine CTP’ye yaklaşacak kadar yüksek değil, YDP, DP ve TDP’ye yaklaşacak kadar düşük olmuştur ki bu sayı HP’nin meclisteki milletvekili oranından çok küçüktür. DP ve TDP birer belediye başkanlığı kazanmıştır ancak her iki partinin ülke genelindeki meclis üyelerinin oranı da, meclisteki milletvekili oranlarına kıyasla oldukça küçüktür. Bunun yanında YDP mecliste %4 olan temsil oranını ülke geneli meclis üyeliklerinde %6,4’e taşımış ve bir açıdan başarılı bir seçim geçirmiştir.
Çağımızda pek çok düşünsel dönüşüm merkezde başlar ve çevrelere merkezden taşınır. Dolayısıyla Lefkoşa belediyesini kazanan siyasal hareketlerin ülke siyasetinde de güç kazanması tesadüf değildir. Kutlay Erk belediye başkanı olduktan sonra Mehmet Ali Talat, Cemal Bulutoğluları belediye başkanı olduktan sonra Derviş Eroğlu, Mehmet Harmancı belediye başkanı olduktan sonra da Mustafa Akıncı Cumhurbaşkanlığına yükselmiştir. Harmancı CTP ve TDP’ye ilaveten, seçime TDP listesinden girerek başarı sağlayan YKP ve Bağımsızlık Yolu gibi sol hareketlerin desteğiyle %52 üzerinde oy alarak kazanmıştır. Bu tablo ülkede emek-sermaye çelişkilerinde emekten yana, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana, birleşik Kıbrıs’tan yana olan ve demokratik haklar ile özgürlükler konusunda hassasiyet taşıyan siyasal kesimler açısından anlamlıdır, yürüttükleri mücadelenin toplumda karşılık bulabilecek olduğu konusunda iyimserlik yaratıcı niteliktedir. Son olarak, Yeni Erenköy ülkenin en sorunlu belediyelerinden biridir ve burada ipi göğüsleyen arkasında hiçbir siyasi parti bulunmayan genç aday Emrah Yeşilırmak olmuştur. Kendisi ya ülkenin en genç belediye başkanı olmuştur, ya da en gençlerinden biridir. Yeni Erenköy halkının yaşadığı önemli sorunların çözülebilmesi için de hem Yeşilırmak’a, hem de merkezi hükümete ciddi görevler düşmektedir.