Pazar günü Türkiye tarihinin en kritik seçimine gidiyor. Bu seçimde seçmenler demokrasi ile diktatörlük arasında tercih yapacaklar. 16 yıldır iktidarda olan AKP ve lideri Erdoğan artık yoruldu. İktidar yorgunluğu kolay iş değil.
2002 Kasım ayında yapılan seçimlerde AKP daha kurulur kurulmaz sandıkları patlatarak tek başına iktidar olmuştu. 2002 yılındaki bu seçimde de bir dip dalga yaşanmıştı.
Bugün yine aynı dip dalganın işaretleri var.
AKP iktidara geldiği günlerde asıl hedefi vesayet rejimini ortadan kaldırmaktı. Demokratikleşme ve AB üyeliği hedefi ana hedefi oldu. Bu bağlamda AB üyeliği önündeki en büyük engel olan Kıbrıs sorununa barışçı yoldan çözüm bulunması için “bir adım önde olma” parolasıyla risk alarak çözümden yana ağırlık koydu.
Demokratikleşme hedefi ile Türkiye’de idam cezasının kaldırılması dahil ciddi yasal düzenlemeler yaptı. Türkiye AKP’nin ilk yıllarında hiç olmadığı kadar demokratik dönüşümler yaşadı.
Bu arada askerler boş durmadı. AKP iktidarının dönüşümlerine karşı darbe girişimi dahil çeşitli yöntemlerle “uyarılar” yaptı. AKP iktidarı bütün bu karşı çıkışlara rağmen her dönem sandıktan çıkmayı başardı.
Ama her seferinde demokrasiden biraz daha uzaklaştı. Devleti ele geçiren AKP giderek devletle bütünleşti. 15 Temmuz kanlı darbe girişimi tam bir dönüm noktası oldu.
Devletin her kurumunda örgütlenen Fetö terör örgütünün başlattığı bu kanlı darbe halkın sokağa inmesi ve tankların önüne yatması sonucu başarısızlığa uğradı. İşte bu darbe AKP için de özgürlüklerden ve demokrasiden uzaklaştı.
Demokrasilerde olmazsa olmaz temel koşul “kuvvetler ayrılığı prensibidir”. Yani Yasama, yürütme ve yargının bu üç temel ayağın birbirinden bağımsız ve tarafsız olması. Yani yürütmenin öteki iki kurum üzerinde belirleyiciliğinin olmamasıdır.
15 Temmuz darbesinden sonra önceden başlayan bu süreç tamamlandı. Türkiye’de artık kuvvetler ayrılığı değil, kuvvetler bütünlüğü vardır.
Bu anlamda bu gücü eline geçiren AKP artık demokratikleşme adımları yerine, idam cezasının geri getirilmesi dahil bütün demokratikleşme açılımlarını geri almaktan bahsediyor.
Demokrasilerde bunun adına “GÜÇ ZEHİRLENMESİ” derler. Erdoğan güç zehirlenmesi yaşıyor. Bu nedenle 2002’de birlikte yola çıktığı hiçbir yol arkadaşı yanında yoktur. Hepsi bir biçimde oyun dışına itilmiştir.
İşte Türkiye halkları bu ortamda tarihi bir seçime gidiyor. Bu seçimde halk bir tercih yapacak. Demokrasi mi, diktatörlük mü?
Bu seçim aslında 2019 yılında yapılacaktı. Yani seçime daha 1.5 yıl vardı. Ancak ekonomi 1.5 yıl daha dayanamazdı. TL döviz karşısında erimeyi sürdürüyor. Erdoğan son dönemlerde Merkez Bankası’na da müdahale ederek faizin indirilmesi çağrısı yapıyordu. Yatırımların önünde engel olan faizin yüksek olmasıdır. Bu doğrudur. Ama TL tepe takla gidince Merkez bankası da ardı ardına faizleri yükseltti.
Ekonominin daha fazla dayanamayacağını gören Erdoğan “baskın seçim” dedi. Amacı rakiplerinin toparlanmasına ve ekonominin daha da batmasına fırsat vermeden sandıktan yeniden çıkmaktı.
Ama bu kez başaramadı. Gerçi seçime daha 2 gün var. Ama görünen sonucun bu Pazar değil, 15 gün sonraki Pazar’a kalacağıdır. Buna rağmen yine Erdoğan kazanabilir. Ama benim görebildiğim dipten bir dalganın geldiğidir.
CHP bu seçimde son dönemlerde ilk kez iktidara yürüyor. Bunu da cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ile yapıyor. Aynı Muharrem İnce yakın zamanda yapılan CHP kurultayında başkanlık yarışını kaybetmişti. Ama bugün Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığına yürüyor.
Halk Muharrem İnce’yi bağrına bastı. Türkiye demokrasi güçleri Muharrem İnce’nin etrafında toplandı. Dün demokratikleşme adımları atan Erdoğan’a nasıl destek olduysa bugün İnce’ye destek oluyor.
Türkiye bu seçimde milletvekillerini de seçecek. İşte burada da kritik olan HDP’nin barajı geçmesidir. Görünen demokrasi güçlerinin HDP’yi de sahiplendiğidir.
Erdoğan’ın temel stratejisi HDP’yi baraj altında bırakarak Kürt oylarının tamamını AKP hanesine yazmaktır. Bunun sonucunda fazladan 70-80 milletvekili çıkararak meclis çoğunluğunu sağlamaktır.
Meclis çoğunluğunu elde etmiş bir AKP ile 2. Tura giderse seçimi daha kolay kazanacağını hesaplıyor. Ama tersi yani Meclis çoğunluğunu kaybetmiş bir Cumhur ittifakı ile 2. Tura giderse vay haline.
İşte o zaman dipten gelen dalga daha da büyüyecek. Erdoğan devletin bütün kurumlarının desteğini alarak, valilerin, kaymakamların, kimi yerde askerlerin ve polislerin doğrudan desteğiyle bu seçimde gitti.
Halk bu durumdan daha da rahatsız oldu. Güç zehirlenmesi demokrasinin en büyük düşmanıdır. Bu çelişkiyi çözecek olan da halkın bizzat kendisidir.