Bu seferki kriz, Ahmet Necdet Sezer’in Anayasa kitapçığını Ecevit’e fırlatmasından daha ciddi.
Türkiye’de 17 Aralık’tan bu yana deyim yerindeyse taş üstünde taş kalmadı.
TOKİ skandalı...
17 Aralık operasyonuna iştirak eden üst düzey yetkili polislerin birer birer görevden alınması...
Yolsuzluk skandalına adı karışan bakanların istifaları...
Kabine değişikliği...
Suriye’ye ‘insani yardım’ taşıdığı sanılan tırdan mühimmat çıkması...
Meşhur savcı Zekeriya Öz’le ilgili ‘menfaat’ iddiaları...
Başbakan Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, ‘Orduya kumpas kurdular’ açıklaması...
Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili yeniden yargılamanın gündeme gelmesi...
Erdoğan ile bir dönem baş destekçisi olan Fethullah Gülen arasında yaşanan kavgayı takiben birbiri ardına gelişen bu olaylar, Türkiye’de sadece siyasi dengeleri tepetaklak etmekle kalmadı.
Tüm bunlara paralel, ekonomik dengeler de ‘karanlık’ bir yola yelken açtı.
Kriz önce dövizi vurdu.
Siyasi belirsizlikteki artış sonucu yatırımcılar, daha güvenli gördükleri yabancı para birimlerine yöneldi.
Bundan dolayı da döviz kurlarında ani bir fırlama yaşandı.
Ama ekonomik sıkıntı elbette bununla kalmayacak.
Domino etkisi nedeniyle döviz kurlarında yaşanan yükseliş bir süre sonra ekonomik alanın tümünü etkisi altına alacak.
Örneğin Türkiye, sanayi üretiminde yaklaşık %70 oranında ham madde ve ara mal ithalatı yapan bir ülke.
Türk Lirası’nın döviz karşısında değer kaybetmesi sonucu, Türkiye’nin girdi maliyetlerinde önemli oranda bir artış yaşanacak.
Bu da tüketiciye, ‘enflasyon’, yani bir diğer deyişle pahalılık olarak yansıyacak.
Bu noktada Merkez Bankası devreye girecek, enflasyonun etkilerini azaltmak için faiz oranlarını yükseltecek, yükselen faiz oranları nedeniyle kredi faizleri de yükselecek.
Mesela ev kredisi, araba kredisi gibi vatandaşı doğrudan ilgilendiren kredilerin faizleri artacak.
Tabii bütün bunlar, Türkiye ile sınırlı kalmayacak.
Türkiye hapşıracak, biz nezle olacağız.
Çünkü biz de Türk Lirası kullanıyoruz...
Çünkü bizim ekonomik faaliyetlerimiz tamamen Türkiye’ye bağımlı olarak yürütülüyor!
Peki Euro kullananların durumu daha mı matah?
Önce Amerika, adından da Avrupa’yı etkisi altına alan küresel ekonomik kriz, ekonomisi çok iyi durumda olmayan Güney Avrupa ülkeleri ile İrlanda’yı ciddi şekilde etkiledi.
Ekonomileri daha iyi durumdaki diğer AB ülkeleri, krizi daha az hasarla atlatırken, İrlanda, Yunanistan, İtalya, Kıbrıs, Portekiz ve İspanya gibi zayıf ekonomiler, krizin etkilerini çok daha ağır biçimde hissetti.
Evet bütün bu ülkelerin kullandığı para birimi Euro.
Ama unutmamak lazım, Euro bir yandan krizde kar topu etkisi yaratırken, diğer yandan ise koruyucu bir şemsiye görevi de görüyor.
Euro şemsiyesi altında olmasalardı, bu ülkelerin muhtemelen tümü, çoktan iflas etmiş olacaktı.
Şu anda AB çatısı altında olmaları nedeniyle, yüksek faizle de olsa Brüksel üzerinden borçlanma imkânına sahipler.
Almanya gibi ekonomik açıdan güçlü ülkelerin finanse ettiği fonlardan yararlanarak, iyileşme trendini yakalamaya çalışıyorlar.
Bu iyileşme trendi henüz yüksek işsizlik oranlarına yansımış değil, ancak örneğin Yunanistan’da bu yıl, çok uzun bir aradan sonra ilk kez, büyüme beklentisi var.
Evet Troyka, yeniden yapılanma döneminde onlara zor zamanlar yaşatıyor, aldıkları borcun bedeli ağır.
Ama Euro şemsiyesi olmasaydı, bu bedel çok daha ağır olabilirdi.
***
Avrupa’da yaşanmakta olan ekonomik krizin nedenleri, ekonominin işleyişinde yaşanan gerçek yapısal sorunlar.
Oysa bizim, rüzgârından devrildiğimiz ekonomik krizlerin nedenleri, ya Anayasa kitapçıkları, ya iktidarla destekçileri arasında yaşanan iktidar savaşları...
İşte kaderimiz, bu kadar pamuk ipliğine bağlı.
Ve ekonomik istikrar ihtiyacımız, böylesi zamanlarda çok daha fazla kendini gösteriyor.
‘Anavatan’ nutukları, maalesef bu ihtiyacımızı karşılamıyor.
Evet ‘Anavatan’ ay sonu maaşların bir kısmını ödüyor ama ödediği maaşları, böylesi krizlerle bir çırpıda alıp götürüyor.