Türkiye’de seçim ve Kıbrıs sorunu

Tümay Tuğyan

Türkiye’de bu yıl, genel seçim yılı.

Muhtemelen Mayıs ayının sonu ya da Haziran ayının başında, sandıklar kurulacak.

Bütün seçimler elbette önemli olmakla beraber, bu seçimler ayrıca bir öneme sahip.

Özellikle de AKP açısından.

Çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, yeni yönetim biçimi olarak öngörülen başkanlık sisteminin yolunun açılabilmesi için, AKP’nin parlamentoda, Anayasa’yı değiştirebilecek yeter sayıda bir temsiliyet elde etmesi gerekiyor.

367 oy, Anayasa’nın referanduma götürülmeksizin değiştirilebilmesi için yeterli.

En az 330 oyla ise, değişiklik önerisine referandum yolu açılıyor.

AKP’nin şu anda sahip olduğu milletvekili sayısı, 312.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde elde ettiği % 51.79’luk oy oranı ise, AKP’nin önümüzdeki seçimde 312’nin de altında kalma ihtimaline işaret ediyor.

Yani başkanlık sisteminin önünün açılabilmesi için, AKP’nin bu seçimde ciddi anlamda oy artırması, yani son dönemde kendine oy verenlerin çapını genişletmesi gerekecek.

İç politikadaki uygulamaları, halihazırda kendine oy vermeyenleri saflarına çekebilmesi açısından çok da elverişli değil.

Dolayısıyla manevra yapabileceği belki de yegane alan, dış politika.

Ve son zamanlarda orada da durum pek iç açıcı değil.

Avrupa ile ilişkiler son derece gergin.

AB ile ciddi sorunlar var.

Amerika Birleşik Devletleri ile var olan stratejik ‘müttefiklik’ ilişkisi, yara almış durumda.

‘Komşularla sıfır sorun’ politikası, yerini çoktan, ‘komşularla üst düzeyde sorun’ noktasına bıraktı.

Suriye, bunun en belirgin örneği.

Önemli politik cephelerden biri olan Kıbrıs’ta ise durum muğlak.

AKP hâlâ, Kıbrıs sorununu seçim öncesinde kendisi için bir avantaja dönüştürebilecek manevra alanına sahip.

Burada önemli olan, Kıbrıs’ta bir gerginliğin mi yoksa çözüme doğru atılacak pozitif adımların mı, AKP için geçer akçe olacağı.

Çözüm ister gibi görünüp ama aslında çözüme hizmet edecek adımlar atmaktan kaçınarak, karşı tarafı suçlama argümanını tırmandırmak mı seçmeninin gözünde ona prim kazandırır?

Yoksa gerçek anlamda, ‘bir adım önde’ olmasını sağlayacak, Rum tarafını masaya döndürebilecek açılımlar yapmak mı?

***

Rum liderliği her ne kadar, yeni Navtex ilanında Eroğlu’nun ısrarcı tavrının etkili olduğunu düşünse de, bazı kaynaklar, bunun doğrudan Erdoğan’ın tasarrufu olduğu iddiasında.

Güvenilir bir diğer siyasi kaynağa dayanan diğer bir önemli iddia ise, 6 Ocak sabahı, Türkiye'nin ilerleyen saatlerde yeni bir Navtex duyurusu yapacağına ilişkin KKTC Dışişleri tarafından yapılan açıklama metninin dahi, doğrudan Türkiye tarafından hazırlanıp gönderildiği şeklinde.

Bu iddiayı, KKTC Dışişleri nezdinde araştırma girişimlerim, ne yazık ki sonuçsuz kalmış durumda, ne menfi ne de müspet, herhangi bir yanıt alabilmiş değilim, bunu da burada not etmekte fayda var.

Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, Kuzey Kıbrıs ziyareti sırasında yaptığı her açıklamada üzerine basa basa defaatle, ‘Navtex’i KKTC istedi biz de uzattık’ deme gereği duymuş olması da, ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir ‘ikna’ girişimi.

Sonuç itibarıyla görünen o ki, Türkiye şu an itibarıyla, yukarıda sıralanan ‘seçeneklerin’ ilkine oynuyor.

Yani çözüm ister gibi görünüp ama aslında çözüme hizmet edecek adımlar atmaktan kaçınmaya, bilakis tersi adımlarla, süreci sürüncemede tutmaya...

Bu politikanın, önlü arkalı yapılacak her iki seçime değin sürdürülme ihtimali vardır.

Ve bu tavrın, Kıbrıs sorununa ilişkin bir tavır olmaktan öteye, seçime/seçimlere odaklı bir tavır olma ihtimali, yüksektir.