Türkiye’nin bir Kıbrıs planı hep vardı. Olması da doğaldı. Çünkü aslında kıbrıs’ın stratejik konumundan dolayı bütün yakın ve uzak komşularımızın hep bir Kıbrıs planları vardı. Hala da vardır.
Benim bugün üzerinde durmak istediğim ise Türkiye’nin artık gizlenme gereği duyulmayan “KKTC planı”dır.
Çoğu kimse ve özellikle sendikal çevreler bunun bir AKP planı olduğunu söylüyorlar. Ama ben bunun aslında yalnızca AKP’ye mal edilemeyeceğini düşünüyorum.
2004 referandumunda Rum tarafından hayır çıkması, Türk tarafından da evet çıkması sonrasında Kıbrıs’ta birçok şey değişti.
O güne kadar hep çözümsüzlüğün sorumlusu olarak suçlanan Türk tarafı ilk kez bu suçlamadan kurtuldu.
Suçlu sandalyesine Rumlar oturdu.
Ama bizim yüzümüzden referandum kararı geciktiği için kaybeden Rumlar olmadı. Onlar 2003’de üyelik anlaşmaları imza edildiğinden AB üyesi oldular.
Süreç içinde Rum tarafının uzlaşmazlığı devam etti.
Çözümü talep eden, kovalayan ve ısrarla çözüm isteyen Türk tarafına karşılık, artık AB üyesi olan ve sorunu BM çerçevesinden AB bünyesine taşımaya çalışan bir Rum tarafı vardı.
Şubat 2008’de Hristofyas’ın seçilmesiyle beraber görüşmeler yeniden başladı.
Türk tarafı çözüm için doğacak her fırsatı değerlendirmeye hazırdı. Bu amaçla görüşmeleri tereddütsüz başlattı.
Ama erken ulaşılabilir diye ümit ettiğimiz çözüm anlamsız nedenlerle uzadı.
Bu da kuzeydeki dengelerin değişmesini getirdi.
O günlerde iktidarda olan çözüm yanlısı Talat-CTP yerine, Eroğlu-UBP geldi.
Bu kimilerini rahatsız etmedi. Onlara göre nasılsa kararlar Türkiye’de alınırdı, görüşme sürecini perde arkasında TC Dışişleri bürokratları yönetirdi. Dolayısıyle masada kimin oturacağının önemi yoktu.
Ancak öyle olmadığı anlaşıldı.
Elbette Türkiye’nin de bilgisi ve onayı alınacaktı. Ama görüşme sürecini ilerletecek olan masadaki görüşmecilerdi ve onların ne düşündüğü çok ama çok önemliydi.
Nitekim Eroğlu ile beraber görüşme süreci ileriye değil, geriye gitti. BM bu gidişten rahatsız oldu. Genel Sekreter bir yıl içinde 4 kez liderleri huzuruna çağırdı. Önümüzdeki günlerde beşinci 3’lü zirve yapılacak. Ama ufukta çözüm görünmüyor.
Bu durum BM’yi, AB’yi rahatsız etti. Ama Türkiye’yi pek rahatsız ettiği söylenemez.
Türkiye artık “çözüm olursa olur, olmazsa herkes kendi yoluna gider” demektedir.
Bunun için de Kıbrıs işlerinden sorumlu bakan aracılığıyla şimdiden bir “B planı” olduğunu ilan ediyor.
Türkiye’nin B planı, bana göre aslında KKTC planıdır. Yani çözüm olmayacağına göre, çözümü bir kenara koyacak ve KKTC’yi her alanda güneydeki “Kıbrıs Rum Devleti” ile eşit hale getirecek.
Bunun için de ne gerekiyorsa yapılacak.
Sermaye mi gerekiyor? Gelmeye başladı bile.
Nüfus mu gerekiyor? Çoktan gelmeye başladı. Şimdi hızlandırılacak. Bulut inşaat boşuna mı 35 bin sterline daire satıyor. Üstelik faizsiz 10 yıl vade ile. Boşuna mı Türkiye’nin bütün televizyonlarına prime time’da bol bol reklam veriyor. Boşuna mı KKTC bakanlar kurulu TC uyruklu Türklerin güvenlik soruşturması yapılmadan ev ve arazi almaları yönünde karar aldı. Bulut inşaatın reklamları bu kararla beraber başladı.
Yatırım mı lazım? Türk işadamları her türlü desteği de alarak KKTC’ye yönlendirilecek. Oteller ve üniversiteler başladı bile. Sırada daha projesi hazırlanan bir yığın otel ve üniversite var.
Ama Bulut inşaat örneğinde olduğu gibi başka alanlara da yatırımlar hızlanacak.
Kıbrıs Türklerinin elinde bulunan kamu kurumları mı?
Hepsi özelleştirilerek Türkiyeli iş çevrelerine verilecek.
Kıbrıslı Türkler ne mi olacak?
Bu projede onların ayrı bir yerinin olduğunu sanmıyorum.
Ya Rum nüfusuna eşitlenecek olan nüfusla uyum içinde yaşayacak, ya da beğenmezse bu ülkeyi terkedecek.
Ne o ayrı bir Kıbrıslı Türk kimliği, o da nereden çıktı?
Ne o öyle ayrı kültür, gelenek, görenek?
Bunca yıl çözümsüzlüğün uzaması ve hala tünelin ucunda en küçük bir ışık bile görünmemesi sonucu taraflar çözümsüzlük koşullarında nasıl bir Kıbrıs düşündüklerini de ağır ağır gün yüzüne çıkarıyorlar.
Politik yaşamda hayaller elbette kurulur. Ama politika hayaller üzerine monte edilemez. Edilirse sonuç hiç de istediğimiz gibi olmaz.