Geçen hafta sonu yapılan seçimler özelde Türkiye coğrafyasına genelde de bölge coğrafyalarına barış, huzur, refah ve ilerleme getirsin…
Türkiye siyasetinin beş ay arayla yaşadığı iki genel seçimin sonuçları siyasal ve sosyolojik açıdan çarpıcı… AKP tek başına iktidar olacak oy çoğunluğuna ulaştı, CHP yerinde saydı, MHP ve HDP ufaldı… Beklenen bir sonuç değildi; böylesine bir sonuç için seçimi tekrarlatan AKP dahi, bu oy oranına ulaşacağını beklemiyordu…
İki seçim arasında ne oldu, nasıl oldu?!... TL değer kaybetti, ekonomi durağanlaştı… Koalisyonlu dönemlerde ekonomi hep gerilim altındadır; ortaklık kültürü olmayan bir ülkede ise, gerilimin şiddeti daha büyük olur. Seçim sonrasında koalisyon kurulmasında dahi belirsizlikler ve zorluklar yaşanması, ekonomide mal ve hizmet sunan ve tüketenlerin faaliyetlerini daha da daraltır. Dolayısıyla, yaşananlar ekonominin doğasına uygundu, hükümet de herşeyi doğaya teslim etmekten kaçınmadı.
Başka ne oldu, ne yaşandı?!. İç barış bozuldu… Özellikle sokaktaki insan için ölümün nerden ve nasıl ve ne zaman geleceğinin belirsiz olduğu bir huzursuzluk hissi, seçmene güçlü hükümet ihtiyacı ikazını verdi. Bunun bir AKP senaryosu olduğunu söyleyenler var… Tutun ki öyledir, peki PKK onun senaryosunda rol almak zorunda mıydı?’ PKK için bu sorunun cevabı, “evet”tir ama kendi ulvi hedefleri için değil, Kürt sorunundaki sürecin başrol oyunculuğunu sivil siyasete ve HDP’ye kaptırmamak için…
Türkiye parlamentosuna seksen milletvekili ile giren HDP, barışçıl tutum ve strateji ile güç alanını genişletme sürecine girerse ve hatta bu süreci Öcalan’la bitlikte yönetirse, PKK’nın etkin konumu aşınmaya başlayacaktı… Yüz yıl önce, Lenin’in Bolşevik Partisi’nin Rus İmparatorluğu’nun Duma’sına girişi gibi… Dolayısıyla PKK iç barışın bozulmasında AKP’nin senaryosunda rol almış değil, kendi etkin varlığını ilgilendiren senaryoda baş rolünü oynamış ve istediği sonucu da almıştır… HDP şimdi oy ve milletvekili ama en önemlisi itibar ve güven kaybetti, etkin siyaset alanını yayma olanağını hepten yitirdi…
MHP’nin oy kaybetmesinin sorumluluğu ve suçu parti başkanına yükleniyor. Sebebi ne ise o; iyi ki oy ve vekil kaybetmişler… Faşist ideolojinin siyasi yapısının yurttaşlarından destek yitirmesi herhangi bir ülke için üzülecek bir durum değil…
CHP… Ne uzadı, ne kısaldı… Sosyal demokrat bir parti ama sadece kendilerini Kemalist olarak tanımlayan kitlelerden destek alan bir duruma gelmiş… Hiçbir oy geçirgenliği olmayan bir siyasi parti… Yani ‘partiler arasında gezer seçmen’ CHP’ye pek uğramıyor, ayrıca kendi Kemalist seçmeni de ya CHP’ye oy veriyor ya da seçime gitmiyor…
AKP beş ay önceki seçim sonuçlarını okumuş, eksikleri – hataları ile yüzleşmiş ve starteji geliştirmiş… Kıl payı milletvekili kaybettiği yerlere öncelik vermiş, üç dönem sınırlaması ile aday yapamadıklarını yeniden aday yaparak kaybettiği oyları geri kazanmış, seçim listelerinde önemli değişiklikler yapmış… Seçmenine “bize şımardığımızı söylüyorsunuz, mesajınızı aldık” demiş, seçime katılma oranının yükselmesinin kendilerine yarar sağlayacağını belirlemiş. Diğer partilerin zayıf ve güçlü yanlarını kendi kampanyası için kullanmış… Yani, koalisyon hükümetinin kurulamamasının suçunu diğerlerine yüklemiş, iç barışın bozulmasının siyasi sorumluluğunu ‘partiler arası gezer seçmen’ desteğini iyi yakalamış olan HDP’ye yükleyip seçmenini ürkütmüş, popülizmde diğer partilerle açık artırma yarışına girmiş… Ve tüm diğer partilerin seçmenlerini siyasi gruplar olarak tanımlamış; yani genel seçmene ‘Kemalistler CHP’ye, Ülkücüler MHP’ye, Kürtler HDP’ye oy veriyor’ diye takdim yapmış ve kendini bu tanımlamalar içine katmayan seçmeni AKP’ye çekmiştir. Kendi seçmeni ise, onlarca yıl ‘ehven-i şer’ partilere oy verdikten sonra bulduğu ‘ehven’ partisinden savrulmaya hiç niyetli değil…
Şimdi ne olacak?... AKP tek başına iktidar… Ekonomiyi istikrarlı kararlarla yönetirlerse, TL toparlanır. PKK, HDP’yi arzu ettiği silikleşme düzeyine çektiği ve Kürt sorununda muhatap kendini yaptırdığı aşamada iç barış olur, Kürt sorununa çözüm süreci canlanır. Suriye’de Beşar Esad’lı bir yatıştırma ve geçiştirme sürecine Türkiye hükümeti katılır, Rusya ile soğukluk böylece giderilip doğal gaz konusunda işbirliği ilerletilir… Ortadoğu’lu mültecilerin Avrupa kıtasında geçişinde Türkiye sıkı bir filtreleme görevi yapar ve bu nedenle Türkiye’nin AB üyelik süreci biraz ısınır, ABD – AB arasında uygulamaya girecek olan Trans-Atlantik Ticaret düzeninde Türkiye’nin dışlanmayacağı formüller bulunur.
Kıbrıs sorununun çözümü mü?... Güney Kıbrıs siyaseti yalpalamalarını, dünya siyasetinde kendilerinden başkalarını heyecanlandırmayan gezintilerle zamana oynamalarını, kopmaların konuşulduğu ve Başkanı’nın bile “artık eskisi kadar birlikte ve güçlü değiliz” dediği AB’yi Kıbrıslı Türklere ve Türkiye’ye karşı değnek gibi kullanmayı, doğal gaz kaynaklarını da siyasi şantaj yapmayı terk ederse, umut var. Erken çözüm bile mümkün… Kıbrıs sorununun bu aşamadaki çözümü Türkiye’nin ne yapacağı ile değil, Kıbrıslı Rumların ne yapmayacağı ile ilgilidir. Dolayısıyla Türkiye seçimleri bu bağlamda bir değişiklik yaratmayacaktır.