İki KıbrıslıTürkün Türkiye’ye girişinin yasaklandığının anlaşılması ve bu yasağın nedenlerinin henüz resmen açıklanmaması garip bir durum yaratmıştır.
Türkiye’nin milli güvenliği’ gibi genel-geçer bir gerekçenin havaalanında görevliler tarafınan dile getirilmesi tatmin edici bir açıklama olmaktan uzaktır.
‘Ali Bizden ve Ahmet Cavit An’ın hangi eylemleri, ne zamandan beri ve ne şekilde Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edegelmektedir?
Elbette, her bağımsız devlet gibi, Türkiye Cumhuriyeti de üzerinde egemenlik tesis ettiği ülke topraklarına giriş koşullarını belirleme yetkisine sahiptir.
Bazı devletler, ülke topraklarına giriş için önceden izin alınmasını (vize) şart koşabilir.
Bazıları, dışarıdan gelen kişilerden sağlıklarıyla ilgili durumu belgelemelerini isteyebileceği gibi, ülkeye giriş niyetini veya konaklayacağı adresi sorgulayabilir.
Bazıları ise mali suçlarla ilgili nedenlerle, göçün önlenmesi amacıyla ya da kendi anayasal düzenlerine tehdit olarak gördükleri kişilerin ülkeye girişlerini kısıtlayabilir ya da tümden yasaklayabilir.
Tüm bunlar anlaşılırdır.
Yani, her devlet kendi ülkesine girişi belirli koşullara bağlama hakkına sahiptir.
Ama bu koşulların genel nitelikli olması ve önceden açıklanmış olması gerekmektedir.
Halbuki her iki örnekte de, Türkiye’ye girişi yasaklanan kişiler, bu durumdan son anda, mağdur olacak şekilde haberdar edilmişlerdir.
Ayrıca bu yasaklamanın somut nedenleri kendilerine ve kamuoyuna izah edilmemiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla, bu kişiler Türkiye Cumhuriyeti için potansiyel tehdit olarak muamele görmüşlerdir.
Tehdidin nedeni yetkililer tarafından açıklanmadığına göre, bu yasaklamanın, bir ‘yaptırım uygulama denemesi’ olduğu söylenebilir.
Anlaşılan, Türkiye hükümeti bazı KıbrıslıTürkler’e, Kıbrıs sorunundaki duruşlarından ötürü siyasi yaptırım uygulama yolunu seçmiştir.
Kıbrıs sorununda benzer duruşu olan, yani iki toplumun federal bir devlet çatısı altında birleşerek barışçıl bir geleceğin inşa edilmesini savunan, iki devletlilik macerasına karşı çıkan tüm KıbrıslıTürkler, potansiyel olarak benzer bir yaptırıma maruz kalabilirler.
Şimdi en azından, üç önemli konunun ya Türkiye Cumhuriyeti yetkili kurumları ya da onların yapacağı bilgilendirme sonucunda KKTC yetkili makamları tarafından kamuoyuna açıklanması, insani nedenlerden ötürü gereklidir:
- ‘Türkiye’ye girişin yasaklanması’ ya da yaptırım kararının gerekçeleri nelerdir?
Bazı kişiler acil sağlık sorunları nedeniyle, bazıları da ertelenmesi ya da geciktirilmesi durumunda ciddi zararlara yol açacak başka nedenlerden ötürü, Türkiye’ye seyahat etmektedirler. Bu yasağın ya da yaptırımın nedenlerinin açıklanması, Türkiye’ye seyahat edecek kişilerin alternatif çareler düşünüp bulmalarına fırsat verecek insani bir gerekliliktir. Yaptırım kapsamına girebilecek kişilerin, havaalanı ya da limanda uzun süre tutulduktan sonra geri gönderilmesi kişilerin mağdur edilmesi gibi nahoş bir durum yaratmaktadır.
- Giriş yasağı ya da yaptırım kararı transit geçişleri de içermekte midir?
Eğer bu yasaklama-yaptırım transit geçişleri de içeriyorsa, ilgili kişilerin seyahat planlamalarında ciddi değişiklikler yapmalarını gerektirecektir. Son anda yapılmaya çalışılacak değişiklikler, özellikle pandemi koşullarında neredeyse mümkün değildir. Bu nedenden ötürü yasaklamanın-yaptırımın hangi tür durumları içerdiği de açıklanmalıdır.
- Türkiye’ye girişi yasaklanan-yaptırıma maruz kalan kişiler kimlerdir?
Bu yasaklılar listesinde Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan başka kişilerin olup olmadığının açıklanması da önem taşıyor.
Bu yasaklılar listesinde, şimdiki ya da geçmiş siyasi liderler varsa KıbrıslıTürk kamuoyunun bunu bilme hakkı vardır.
Yani, yasaklama-yaptırım kararının amacı eğer KıbrıslıTürklere zarar vermek değilse, bu yasaklamanın gerekçeleri, kapsamı ve içeriği TC yetkili makamları tarafından açıklanmalı ya da KKTC hükümeti vatandaşlarını korumak adına bu açıklamayı diplomatik yollardan talep etmelidir.
Ama tüm bunlardan daha da önemli olan bu yasaklama- yaptırım kararının yol açacağı sonuçlardır.
Bazı sonuçları sıralayalım:
1. Yeşil Hat’ın öneminin artması:
Yasaklamaya-yaptırıma maruz kalan kişilerin tüm seyahat planlarını ‘Yeşil Hat’ üzerinden planlaması gerekecektir.
Henüz bu durumda olan kişilerin sayısı bilinmemekle birlikte, yasaklamanın dayandığı siyasal ölçüt nedeniyle, bu rakamın şimdilik sınırlı olsa bile, gelecekte yüksek rakamlara ulaşacağı öngörülebilir.
O nedenle, Yeşil Hat, önemli sayıda KıbrıslıTürk için dışarıya tek çıkış yolu olma özelliği kazanacaktır.
Yani Yeşil hattın açık tutulmasının önemi artacaktır.
Ama Okan Dağlı’nın da belirttiği gibi, Kıbrıs’ta yapılan karma evliliklerde, Kıbrıslı olmayan eş ve çocukların Yeşil Hat üzerinden başka ülkelere seyahat etmesi mümkün değildir.
Bu nedenle, mağduriyetleri engellemek ve seyahat hakkını sağlamak üzere Avrupa Komisyonu’nun Yeşil Hat Tüzüğü’nde bazı revizyonlar önermesi gerekecektir.
2. Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilen pasaportların geçerliliğinin sorgulanması:
Bilindiği gibi bazı KıbrıslıTürkler dış seyahatlerini TC pasaportu ile yapmaktaydılar.
Ama yukarıda belirtilen yasaklama-yaptırım kapsamında olabilecek kişiler için, Türkiye’ye girişleri mümkün olmayacağı için, verilse bile, bu pasaporta sahip olmanın da bir anlamı kalmayacaktır.
Daha da önemlisi, bu pasaporta sahip ‘siyaset erbabı’ bir ikilemle karşı karşıya bırakılmıştır: Sahip oldukları bu pasaportları kullanıp toplumun bir kesimine yabancılaşmak mı, yoksa bunu ‘topluma karşı’ bir ayrıcalık olarak görüp kullanmaktan kaçınmak mı?
Tercih elbette o kişilere aittir!
Ama bunun kolay bir tercih olacağı söylenemez.
3. KıbrıslıTürk toplumunda yeni bir bölünmenin yaratılması:
Türkiye Cumhuriyeti’ne gidebilecekler ve gidemeyecek olanlar!
Durum şimdilik böyle görünüyor!
Aslında yapılmaya çalışılan şey, bu bölünme aracılığıyla, ikinci grubu yani Türkiye’ye girişine yasak konulup yaptırım uygulanan kesimin, çembere alınarak, yanızlaştırılması ve marjinalleştirilmesidir.
Bu kararı alanlar, bu yanlıştan döner mi?
Belli değil.
Ama bu yaptırımı uygulama kararı verenlerin, KıbrıslıTürk toplumunun savunmasız olduğunu düşündükleri kesindir.
Ahmet ve Ali dışında kalanların, özellikle, Kıbrıs’ta barışı ve KıbrıslıTürk toplumunun iyiliğini dert edinen tüm siyasal aktörlerin, ‘Ahmet ve Ali’ye yasak varsa, bize de vardır’ diyerek, ona göre davranacağını ilan etmesi en doğru tepki değil midir?
‘Ahmet ve Ali (ve muhtemelen diğerleri) yoksa, biz de yokuz’ demek çok mu zordur?