Kıbrıs’ın kuzeyinde sağ kesimin en büyük sorunu herhangi bir konuda Türkiye’ye hayır diyememektir.
Bu sorun Kıbrıs Türk sağının en temel sorunudur. Türkiye’den ne gelirse, nasıl gelirse olduğu gibi Kabul ederek yol yürümeye devam ederler. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir, çok büyük ihtimalle yarın da böyle olacaktır.
Sadece ekonomik konularda değil, siyasi ve ideolojik konularda da sağın yaklaşımı hep bu oldu.
Kıbrıs sorununda da durum hep aynıdır. Yıllarca rahmetli Denktaş Kıbrıs sorununda tek otorite idi. Denktaş o dönem Türkiye’de asıl iktidar sahibi olan derin devletle tam bir uyum içinde hareket ediyordu. Böylece Türkiye’de hükümet değişiklikleri Kıbrıs politikasını etkilemiyordu.
Ancak Kasım 2002’de AKP’nin tek başına iktidar olması ile şartlar değişti. AKP bu dönemde Denktaş’ın “çözümsüzlük çözümdür” politikasına açık açık karşı çıktı. Çözümsüzlük çözüm olamaz dedi. 2004 referandumuna Kıbrıslı Türklerin büyük mücadelesi yanında bu politika değişikliği sayesinde gidildi.
Denktaş bu son safhada Türkiye’ye hayır diyemedi ama en azından “ben yokum” diyerek müzakere sürecinden çekildi. Yerini dönemin Başbakan ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Talat ve Serdar Denktaş’a bıraktı.
Denktaş’tan sonra sağ kesim Eroğlu ile 2010’da yeniden Cumhurbaşkanlığı makamını aldı. Uzun Başbakanlığı döneminde Türkiye’den önüne ne koydularsa imza eden ama bildiğini okuyan Eroğlu cumhurbaşkanlığı döneminde de aynını yaptı.
Seçim kampanyası boyunca dönemin cumhurbaşkanı Talat’ı “taviz vermekle” suçladı. Seçimi kazanır kazanmaz da BM Genel Sekreteri’ne mektup yazarak “Talat’ın bıraktığı yerden görüşmelere devam etmeye hazır olduğunu” bildirdi.
5 yıllık görev süresince önce Hristofyas, ardından da Anastasiadis ile görüştü. Ancak bu 5 yıllık sürede en küçük bir ilerleme sağlanamadı.
Sadece Şubat 2013’te Cumhurbaşkanı seçilen Anastasiadis önce ekonomik krizi, ardından da BM genel kurulunu bahane ederek önceden kesilmiş olan görüşmelere yeniden başlama tarihi olarak Ekim 2013’ü işaret etti. Ekim ayında da görüşmelere başlamak için bir ortak açıklama metninin imzalanmasını istedi.
Böylece 11 Şubat 2014 belgesi ortaya çıktı. Bu belgeyi dönemin cumhurbaşkanı Eroğlu ile Anastasiadis imzaladı. Ama herkes de biliyor Eroğlu bu belgeyi Türkiye’nin baskısı ile imzaladı. Hatta dönemin TC Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu bu amaçla Kıbrıs’a geldi, sarayda toplantı yapıldı, toplantıda dönemin KKTC Dışişleri bakanı Özdil Nami de vardı ve bu toplantıda Eroğlu “imzalamaya ikna edildi”.
Şimdi Eroğlu görevde değil. Bu konuda bir açıklama yapmadı. Ama Serdar Denktaş hükümetin Pazartesi düzenlediği basın toplantısında “ben 11 Şubat belgesini Akıncı’dan farklı yorumlarım” dedi.
Ben bu açıklamayı çok da ciddiye almadım. Ama dün bir TV kanalında hem Denktaş döneminde, hem de Eroğlu’nun son döneminde müzakereci olan Ergün Olgun “11 Şubat ortak açıklaması bizim kabul edebileceğimiz bir belge değil, benim o dönem meslektaşım olan Osman Ertuğ bu belge imzalandığı için görevinden istifa etti” diyerek yeni bir tartışma başlattı.
Demek ki Osman Ertuğ’un yaptığını Eroğlu yapamadı. Osman Ertuğ onaylamadığı bir belge imzalandı diye müzakerecilik görevinden istifa edebiliyor. Ama Eroğlu onaylamadığı bir belgeyi sırf kotukta oturmaya devam edebilmek uğruna imzalamaktan çekinmiyor.
Bugün görüşmeler 1977 ve 1979’da Denktaş’ın imzaladığı doruk anlaşmaları ve 11 Şubat 2014’de Eroğlu’nun imzaladığı ortak açıklama belgesi temelinde yürütülüyor.
Ama bu belgeleri imza edenlerin politik mirasçıları bu belgeleri onaylamıyor, ya da farklı anladıkları açıklamasını yapıyorlar. Bu belgeler farklı yorumlanamaz. Ne yazarsa odur. Tek egemenlik yazarsa, bunu iki ayrı egemenlik olarak yorumlayamazsınız. Ya da tek uluslararası devlet yazarsa bunu iki ayrı devlet olarak yorumlayamazsınız.
Bu konudaki tartışmaya son noktayı yine TC Dışişleri Bakanı koydu. Önceki gün adamızı ziyaret eden Mevlut Çavuşoğlu görüşme sürecine tam destek belirtti.
Akıncı ile görüşmesinin ardından birlikte basın toplantısında Çavuşoğlu “Türkiye olarak bugüne kadar müzakere sürecine tam destek verdik. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve baş müzakerecinin, müzakere heyetinin yürüttüğü sürece destek verdik. Esasen 11 Şubat 2014’te çerçevesi belirlenen ve kalıcı, adil bir çözüm için yola çıkılan süreçte Türkiye her zaman herkesten bir adım önde oldu. İçinde bulduğumuz bu hassas dönemde de Türkiye Cumhuriyeti olarak aynı desteği vermeye devam edeceğiz” dedi.
Çavuşoğlu ayrıca Yunan meslektaşı Niko Koçias ile Girit adasında biraraya geldiklerini, daha önce İstanbul’da da gayrı resmi görüşmelerde ikili ilişkiler yanında Kıbrıs sorununu da görüş alışverişinde bulunduklarını ve bunların faydalı olduğunu düşündüklerini söyledi.
Basına ve kamuoyuna bu mesajları veren TC Dışişleri Bakanı’nın kapalı kapılar arasında hükümet üyelerine farklı mesajlar verdiğini düşünmek istemiyorum. Türkiye’nin birçok sıkıntısı içinde Kıbrıs sorununda çözüme dönük gelişmelere el altından karşı olacağını da düşünmüyorum.
Bu nedenle UBP-DP yamalı bohça hükümetinin bundan sonra ne yapacağını merak ediyorum.
Yeri gelmişken bir noktanın daha altını çizmek istiyorum. Keşke Akıncı biraz daha sakin olabilse ve hükümet üyeleriyle kamuoyu önünde böylesi sert tartışmalara girmese. Çünkü bu kritik aşamada bizim daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var. Şimdiden cepheleşme kimseye bir fayda sağlamaz.