Türkiye’de sivil iktidarlar ve derin devlet 2000’li yılların başına kadar Kıbrıs dahil, dış politikada yanlışlar yaptı, bu yüzden de ülke ve halkları kaybetti.
1980’li yıllarda yakalanan, o dönemin AET’sine, yani bugünkü AB’ye girme şansı yitirildi. Aralarında Yunanistan’ın da yer aldığı, benzer ekonomik ve demokratik koşullara sahip ülkeler AB şemsiyesinde gelişme fırsatı yakalarken, Türkiye bu fırsatı tepti.
Cunta darbeleri, 28 Şubatlar, terör, devalüasyon adeta Türkiye insanının kaderi oldu.
Kuşkusuz tüm bunlar olurken, Türkiye’ye her bakımdan bağımlı Kıbrıslı Türkler de ‘zatürree’ olmaktan kurtulamadı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si 2002 sonunda iktidarı tek başına alınca tarihte ilk kez ciddi bir ray değişikliği oldu.
Askeri vesayete, daha doğru anlatımla derin devlete karşı bazen aleni, bazen zımni bir mücadele başlatıldı.
Kıbrıs bu mücadelede önemli bir yere sahipti. Hatta kimilerine göre ‘bir numara’ Kıbrıs’tı. Zira ‘derin devletin merkezi’ Kıbrıs’tı.
* * *
‘Derin devletin merkezi’ Kıbrıs’ta mıydı bilinmez, ama Erdoğan seçimi kazandığı gece “Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözüm değildir” diyerek, statükonun güçlü kalesine ilk gediği açmıştı.
AB üyesi olmayı önüne hedef koyan AKP iktidarı, o dönemde müzakerelere ciddi destek verdi, Rauf Denktaş, UBP ve onların beraber hareket ettiği derin devletin askeri, sivil bütün unsurlarına rağmen Kıbrıs’taki demokrasi ve çözüm güçleriyle müttefik oldu.
Gerek 2003’te kuzey-güney arasında geçişlerin açılmasında, gerekse referandum sürecinde AKP’nin Kıbrıs’ta dayanıştığı kesim sağ değil, sol parti ve örgütler oldu.
Bu süreçte Türkiye AB’ye ‘tam üye adayı’ oldu.
Bunu yapabilmek için de ülkede demokratikleşme paketlerini yaşama geçirdi, azınlıklara dönük pozitif açılımlar yaptı, başta Yunanistan olmak üzere komşularıyla ilişkilerini ileri noktalara taşıdı, ekonomik göstergeler iyileşti.
Erdoğan derin devlete karşı mücadelesinde bu şekilde güçlendi ve sonunda güç dengesi değişti. Asker kışlasına dönmekle kalmadı, bir kısım komutan bir şekilde hapse gönderildi.
AKP’nin derin devleti alt etmesin sonrasında bu sefer başka bir mücadele başladı. AKP içindeki kavga, Erdoğan-Cemaat ayrışmasına sebep oldu.
15 Temmuz girişimine kadar varan süreçte Türkiye bu sefer içine kapandı, demokratik hakları birer ikişer budadı, özgürlükler tırpanlandı, komşularla ilişkileri bozuldu, Kıbrıs’ta ve bölgede ‘şahin politikası’na geri döndü, İslami faşizm hortladı, ülkede terör patlak verdi, ekonomi gerilemeye başladı.
* * *
Kuşkusuz dünya olduğu yerde durmuyor, değişiyor. Belki 2002’nin koşulları bugün yok, başka dinamikler söz konusu…
Ancak son 20 yıllık pratik çok net olarak gösterdi ki, Türkiye ne zaman yüzünü Batı’ya dönse, ülkede olumlu gelişmeler oluyor. Bu gelişme Kıbrıs’a da pozitif şekilde yansıyor.
Başka şekilde söylemek gerekirse, Türkiye ne zaman Kıbrıs’ta çözümsüzlüğe oynasa hem dışarıda, hem de içeride kaybediyor. Kaybettikçe içe dönüyor, herkesle kavga ediyor, halklar fakirleşiyor, insanlar mutsuz oluyor, ölüyor…
Ama ne zaman Kıbrıs’ta rotayı çözüme ayarlasa, o zaman Batı başta, dünya ve bölge halklarıyla ilişkileri düzeliyor.
Türkiye ‘modern bir Avrupa ülkesi’ olmakla, ‘kaostan hiç kurtulamayan bir Orta Doğu ülkesi’ arasında ince bir çizgi üzerinde duruyor.
Hep denir ya, “Türkiye Kıbrıs’ı kurtardı” diye…
Aslında bunun tersi çok daha doğru: Kıbrıs Türkiye’yi kurtarabilir.
Hatta en doğrusu şu galiba: Türkiye’yi Kıbrıs kurtarabilir.