Kıbrıs’ta Türk tarafı federasyon tezinden ilk defa 1950’li yılların ortasında söz etmeye başladı. Adaya özerklik vermeyi öngören Radcliffe anayasası hazırlanırken, Türkiye uygulanacak özyönetim sisteminin federal ilkeye göre düzenlenmesini istiyordu. Fakat Radcliffe bu öneriyi geri çevirdi. Kıbrıslı Türklerin belli bir bölgede toplanmadıklarını belirten Radcliffe, bu koşullarda federal bir yönetim biçimine yönelmeyi doğru bulmuyordu. Daha sonra, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken Türkiye kurulacak devletin adının “Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” olmasını gündeme getirdi. Öneri Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan tarafından ‘kabul edilmez’ bulunarak reddedildi. 21 Aralık 1963 tarihinde etnik çatışmaların başlamasıyla birlikte Kıbrıs Türk tarafı coğrafi ve etnik ayrılık zemininde “yeni bir siyasi düzenleme” yapılması gerektiğini savunuyordu ve ayrılıkçı bir anlayışla federasyon öneriyordu. Nitekim 1964 yılının Ocak ayında Londra’da düzenlenen Kıbrıs Konferansında Türk tarafı coğrafi esasa dayalı federasyon önerisini masaya koydu. İki toplumun birbirinden tamamen ayrılmasını ve Kıbrıslı Türklerin “bir veya en çok iki bölgede” toplanmasını savunuyordu. Bunun için yer değiştirecek nüfus bile hesaplanmıştı. Buna göre, Kıbrıslı Türklerden 45 bin kişinin, Kıbrıslı Rumlardan da 35 bin kişinin yer değiştirmesi gerekecekti. Kıbrıslı Rumlar bu öneriyi tereddütsüz reddettiler. “İşlevsel Federasyon” olarak da adlandırabileceğimiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nden memnun olmayan ve çoğunluğun egemenliğine ve yönetimine dayalı üniter bir devlet fikrini savunan Kıbrıslı Rumların coğrafi federasyonu kabul etmelerini beklemek zaten gerçekçi değildi. Fakat 1964 yılının sonun doğru Türk tezine hiç beklenmedik bir ülkeden destek geldi. Sovyetler Birliği Kıbrıs’ta “iki ulusal toplumun varlığını” tanıdığını açıkladı ve adada federal bir devlet kurulabileceğini ileri sürdü. Başpiskopos Makarios ile yakın işbirliği içinde olduğu bir dönemde Sovyetler Birliği’nin Türk tezini kucaklaması Kıbrıs Rum toplumunda sert tepkilere yol açarken, Amerika Birleşik Devletleri’ni telaşlandırdı. Amerikalılar bunun Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırmak için yapılan diplomatik bir manevra olduğunu hemen anladılar. Gerçekten de, Türk-Amerika ilişkileri zor bir dönemden geçiyordu. Sadece meşhur Johnson mektubu ile Türkiye’nin adaya müdahalesi engellenmemişti. Amerikalılar aynı zamanda Türkiye’ye karşılığında bir şeyler verilerek “Enosis temelinde çözüm” fikrini de benimsemişti ve bunu kabul etmek için taraflara baskı uyguluyordu. İlginçtir, Makarios ile Türkiye ABD politikasından eşit ölçüde mutsuzdular. Makarios, Enosis karşılığında Türkiye’ye “bir şeyler verilmesine” karşı çıkıyor, Türkiye de Enosise itiraz ediyor ve Çifte Enosis veya buna yakın bir çözüm istiyordu. Kısacası, hem Makarios hem de Türkiye ABD’ye kırgındılar ve ikisi de Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya çalışıyorlardı. Makarios zaten bir süreden beri Bağlantısız Ülkeler ve Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurmuştu. Şimdi Türkiye de benzer bir çizgi izliyordu. Kısacası, Batı’ya küsen Doğu’ya kaçıyordu. Sovyetler Birliği bu durumdan elbette yararlanmak isteyecekti. Nitekim birden bire Türk tezine yakın görüşler ifade etmeye başladı ve Kıbrıs’ta federal bir devlet kurulabileceğini söyledi. Amerikalılar tam da bu noktada tedirgin oldular. Sevgili dostum İlksoy Aslım’ın doktora tezinde gösterdiği gibi, ABD’nin Lefkoşa büyükelçisi ile Moskova büyükelçisi Türklerle Sovyetler Birliği’nin aslında aynı görüşü paylaşmadıklarını, çünkü Türklerin sözünü ettiği federasyon ile Sovyetler Birliği’nin sözünü ettiği federasyonun aynı olmadığını söylüyorlardı. ABD’nin Moskova büyükelçisi dışişleri bakanlığına geçtiği mesajda ABD dışişleri bakanlığının Türklere “federalizm kavramı hakkında eğitim vermesini” öneriyordu. Dışişleri bakan yardımcısı George Ball da Türklerin federasyon anlayışının “doğru olmadığını” ve “mevcut federasyon anlayışlarının imkânsız olduğunu anlamaları için bu konuda eğitilmeleri gerektiğini” ileri sürüyordu. Tük tarafının federasyon anlayışında Amerikalıları en rahatsız eden nokta, nüfus dâhil, her şeyi ayırmak istemeleriydi.
Acaba, Türk tarafının her şeyi etnik ve coğrafi temelde ayırmayı hedefleyen federasyon anlayışında geçtiğimiz yarım asırlık sürede bir değişiklik oldu mu? Olmadıysa Kıbrıs’ta federal devlet de olmaz…