KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı önceki akşam YDÜ’de verdiği konferansta Kıbrıs sorunu ile ilgili düşüncelerini paylaştı.
Böyle bir konferansa neden gerek duyduğunu, kimlerin davet edildiğini, duyurunun nasıl yapıldığını bilmiyorum. Çok da önemli değil. Önemli olan sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konferansta söyledikleridir.
Akıncı konferansta “Ucu açık müzakere süreci bitti. Ben kendi adıma böyle bir sürecin parçası olmam. Genel Sekreter Guterres bizden gelecek talebe göre hareket edeceğini söyledi. Biz ona gerekli mesajı verdik. Bir paket anlayışı ile bir takvim çerçevesinde yeni bir yaklaşım gerekiyor” dedi.
Bu durumda KKTC’deki milletvekilliği genel seçimi ve güneydeki başkanlık seçimi tamamlandıktan sonra başlaması beklenen müzakere sürecine KKTC cumhurbaşkanının katılmayacağı, yani herhangi bir müzakerenin olmayacağı anlaşılıyor.
Temmuz ayında toplanan Crans-Montana’daki konferanstan sonra yaşanan hayal kırıklığı içinde Akıncı’nın basına yaptığı açıklamalara katılmamakla birlikte ruh halini anlayabiliyordum.
Ama önceki akşam konferansta bu yönde sarfettiği sözleri anlamakta güçlük çekiyorum. BM Genel Sekreteri’nin başarısız konferans sonrası yayınladığı rapor ortada dururken kendisinden daha gerçekçi bir açıklama beklerdim. Ama Akıncı hala konferansın başarısızlığının yarattığı ruh halinden kurtulamamış görülüyor.
Bu söylem 7 Ocak’ta yapılacak genel seçimlerde Kıbrıs sorununun çözümüne inanmayan, dahası çözüm istemeyen statükocu partilere destek vermektir.
Bu söylem aynı zamanda güneydeki başkanlık seçimlerinde federal çözümü ve siyasi eşitliği savunan başkan adaylarına köstek olurken, red cephesinin adaylarına destek vermektir.
Akıncı’nın bunu bilerek yaptığına inanmıyorum. Ama farklı bir gözle yeniden değerlendirirse bu söyleminden tam da benim söylediğim sonucun çıktığını görecektir.
2004 referandumuna giderken yaşananları Rum tarafında hiç kimse yeniden yaşamak istemiyor. Bunu asla kabul etmezler. Bu konuda çok katı bir tutum içindedirler. “Hakemlik ve Takvim asla olmaz” diyorlar.
Bildiğiniz gibi ilk kez Kasım 2002’de New York’ta BM tarafından taraflara verilen “Annan Planı” o dönemdeki müzakere sürecinde BM’nin hakemlik yetkisi olması dolayısıyle boşlukların BM tarafından doldurulması ile hazırlanmıştı.
Sonrasında yine New York’ta BM tarafından hazırlanan takvim taraflarca kabul edilmiş ve referandumun yolu açılmıştı.
Bu nedenle Rum tarafı bu süreci yeniden yaşamak istemiyor. “Kıbrıslı bir çözüm” tezlerinin altında yatan temel neden budur.
Rum tarafı bir bütün olarak “Hakemlik ve Takvim” istemez. Ucu açık bir müzakere sürecinde de sonuca gidemiyoruz. Bu durumda biz müzakere masasında daha ne kadar kendi kendimizi tekrar ederek aynı konuları konuşacağız?
Akıncı soruna bu açıdan yaklaşıyor.
Haksız mı?
Bence haksız değil. Ama unutmamak gerekir müzakerede taraflar ve ortak sorunlar olur. Siz de müzakere masasına oturmak için tarafların ve ortak sorunların varlığını peşinen kabul edersiniz.
Her müzakerede en az 2 taraf vardır. Elbette daha çok olabilir, ama daha az olamaz. Öyleyse müzakere masasının kurulabilmesi için mutlaka tarafların kabul edebileceği ön şartların oluşması, ya da tarafların masaya hiçbir önşart koymaması gerekir.
Bundan önceki müzakere süreçleri tam da iki tarafın ön şartsız masaya oturma iradesi ile başlamıştır. Akıncı şimdi, hem de zamanlaması çok ama çok düşündürücü olan, müzakere masası kurulabilmesi için ön şart ortaya koyuyor.
BM Genel Sekreteri başarısız Crans-Montana konferansından sonra hazırladığı raporda iki tarafa da eşit sorumluluk yükledi. Herhangi bir tarafı başarısızlığın sorumlusu olarak işaret etmedi. O nedenle BM’den insiyatif alarak yeni müzakere süreci için takvim hazırlamasını beklemek bence çok fazla iyimserlik olur.
Bu durumda sizing hazırlayacağınız takvimin, karşı tarafça kabul edilmesi gerekir. Bunun olmayacağını da sanırım herkes biliyor. Üstelik mevcut başkan adayları içinde kim kazanırsa kazansın bu değişmez.
O nedenle “ucu açık müzakere süreci bitti” darken yerine ne koyacağınızı da açıklamanız gerekir.
Akıncı konferansta “Bunu söylediğim için çözümden uzaklaşmış sayılmıyorum fakat bunu ancak Rumlarla yapabiliriz. Bu süreçte kendi içimize bakarak ilerlemeliyiz” dedi. Anlaşılan Akıncı da “bu toplumun yürürken sakız çiğneyebileceğine” inanmıyor. Yani hem müzakere edilebileceğine, hem de kendi evimizin içini düzenleyebileceğimize inanmıyor.
Evet Rum tarafını çözüme zorlayalım, ama bunu BM, AB, ABD gibi büyük güçlerden destek alarak başarabiliriz. Yoksa herhangi bir destek almadan ön şartlar koyarak bir yere varmamız mümkün değil. Aksine en az Rum tarafı kadar çözüm istemeyen taraf durumuna düşeriz. Bunun bize yansıması da Rumlardan çok daha fazla olur. Çünkü onlar tanınmış Bm ve AB üyesi bir devleti temsil ediyorken, biz Türkiye’nin bir alt yönetimi olmaktan öte bir adım atamadık.