Uçurumun Dibinden Yayılan İğrenç Koku

Hasan Yıkıcı

 

“Kırılmış kayalardan oluşan, daire biçiminde
yüksek bir yarın tepesine geldiğimizde,
daha beter durumda ruhlar gördük bu yarın dibinde,

yardan yükselen iğrenç kokuya dayanamadık”
Dante Alighieri, İlahi Komedya,  Cehennem - On Birinci Kanto, syf 120 – Oğlak Yayıncılık – Çeviren: Rekin Teksoy

“Bir uçurumun yamacına vardık nihayetinde
Parça parça büyük kayalardan oluşmuş halka biçiminde,
Öncekilerden beter halde canlar yatar dibinde.
Öyle berbat bir koku yayılıyor ki çevreye

Yükselen dipten yukarı kadar bize.

Dante Alighieri, İlahi Komedya,  Cehennem - On Birinci Kanto, syf 103 – Everest Yayınları – Çeviren: Ayçin Kantoğlu

Kıbrıs’ın kuzeyinde uzun süredir gittikçe yoğunlaşan kaygı ortamında yalpalanıp duruyoruz. Belirsizlik, bir gelecek tahayyülünün olmayışı, ekonomik yoksullaşma, yaşamın ve toplumsal alışkanlıkların sürekli tehdit altında olması hissi… Bunlar bazı güncel ve görünür tetikleyiciler. Tüm bunların yapısal bir bağlamda gerçekleştiğini biliyoruz. Geçici 10. Madde, belli başlı belirleyici kurumların Kıbrıslı Türkler’in kontrolünde olmaması, sivilleşememe ve yönetim mekanizmalarının yerelleşememe problemi, uluslararası hukuk dışı konumumuz…  

Aslında bugün devlet diye yüceltilen kurumun, tebaasının refahı, huzuru için ve iyi bir yaşamın örgütleyicisi olarak değil, iktidar elitlerinin stratejik ve politik çıkarlarının hizmetinde olan çarpık bir mekanizma olduğunu görüyoruz. İşlevini hukuk dışılığından alan, varlığını belirsizlikte temellendiren, gücünü dayandığı halkı güçsüzleştirerek sağlayan, geleceksizlik içerisinde kendisini inşa eden bir yoksunluk makinesi. Kimi bunu görmezden geliyor, kimi ise önemsemeyip normalleştiriyor.

kktcnin varlığı bir uçurum olarak hepimizi yutuyor. Dibinden dayanılmayacak kokuların yükseldiği.

***

Tüm bu normalleştirmelerin ve kabul etmelerin günün sonunda bir bedeli ve sonucu var.  Etik ve politik yoksunlaşma, kaygı içinde bunalan, çıkış yolunu günü birlik çıkar ilişkilerinde gören birey ve içten içe çürüme ürüten bir toplumsallaşma.

Ne yazık ki dahası da var. Tüm bu yaşananlar karşısındaki kahredici kabullenme daha da görünür hale geldi, yayıldı. Bir olay karşısında artık “bunu değiştirebiliriz, böyle yapmalıyız” şeklindeki kurucu özne iradesi belirgin olmuyor. Bunun yerine “eskiden böyle değildi, böyle olmamalıydı” şeklinde geçmişe sıkışıp kalan pasif özne melankolisi ya da saman alevi gibi yanıp sönen reaksiyoner öfke patlamaları ile karşılaşıyoruz. Ve artık bu bir umutsuzluk döngüsü haline gelmeye başladı.

Uçurumun dibinde sesimiz yankılanarak geri dönüyor. İktidarın ritmine karışan uğultuların ötesine geçmeliyiz.

***

Sürekli edilgenlikler ve pasif-melankolik politik içerik üreten bir döngü, bizler için bir yol gösterebilir mi? Kurucu bir politik hat oluşturulup bu edilgen döngü kırılmadıkça yaşam karşısındaki tutukluğumuz da devam edecek. Özneleşmek tam da pasif ve edilgen duygulanımlardan/eylemlerden kurtulup aktif ve kurucu eylemler alanına adım attığımızda başlar. Veya tersten -ve daha doğru ifade edersek- aktif ve kurucu eylemler alanına adım attığımızda, pasif ve edilgen duygulanımlardan/eylemlerden de uzaklaşmış oluruz.

Tam da Geçici 10. Madde’nin kaldırılması, polisin sivile bağlanması ve kurumların demokratikleşmesini talep eden; bunun yanında uyuşturucu, kumarhane, insan ticareti ve tüm bunlara aracılık yapan yasal/gayri yasal yapıların üzerine giden bir toplumsal hareketin inşasına yönelik bir siyasal hattın kendisini daha da görünür kılma zamanıdır. Bunu emek ve barış mücadelesiyle de kesiştirerek kurucu bir siyasal alan yaratılması, yukarıda bahsettiğim pasif-edilgen döngüsünü de kıracaktır.

Şimdi bizlere yeraltı hesaplaşması gibi görünen olaylar dizgesi, aslında yeryüzünde kurulan düzenin ve rejimin doğal getirilerinden başka bir şey değildir. Ve yeryüzünü, yeryüzünde gelişen ilişkileri değiştirip dönüştürmeden, bu tür kötülüklerin de üstesinden gelemeyiz.

Uçurumun dibi, yerin yüzeyinde uğulduyor. Katlanılmayacak pis kokular dipten yukarı gelmiyor. Her yer dibe batmıştır çünkü. Yerin yüzeyi zaten dipleşmiştir. Dip de yüzeyde dipleşmektedir. 

Bugün durmamız gereken yer çok net: Yaşama karşı, yaşamın yokluğu için örgütlenenlerin karşısında yaşam için, yaşamı savunarak örgütlenmektir. Biz bütün gücümüzü, neşemizi ve oluş motivasyonumuzu yaşamdan alıyoruz. Hiçbir devlet, hiçbir tarih ve hiçbir kutsal, yaşamı yok edemez.

 


"Belki de mafyaydı ama benim mafyamdı!"

Ne yazık ki birçok köşe yazarı ve ‘kanaat önderi’ konumundaki kişi iki gündür Falyalı’ya dair neredeyse kahramanlık destanları düzmekte. Bu ülkede ismi sürekli karanlık ilişkilerin merkezinde yer alan, ‘çirkef yatağının’ baloncuklarından biri olan, insanlara tehditler gönderen, şiddet olaylarıyla ismi anılan, Kıbrıs’ın kuzeyinde örülen kokuşmuşluk ablukasının bir parçası olan kişiye dair övgüler düzülmesi, hele hele "Belki de mafyaydı ama benim mafyamdı!" diye idealize edilmesi kabul edilemez. Hem de bunun muhalif geçinen, rejim karşıtı insanlar tarafından yapılması. Bu kadar dar görüşlülük, bu kadar kötülüğe teslimiyet, bu denli bir ürkütücü cehalet olamaz. Bugün "Belki de mafyaydı ama benim mafyamdı!" diyenler yarın bizlere demokrasi, özgürlük ve barış dersleri vermeye devam edecek. Eksik olsun sizin demokrasi ve özgürlük anlayışınız. Ülkedeki bütün kötülükleri meşrulaştıran Kıbrıslılığınızla övünmeye devam edebilirsiniz.