Ukrayna Krizi ve Dünyamızın Hali

Niyazi Kızılyürek

Siz bu yazıyı okurken belki de savaş çıkmıştır bile...

Amerikalılara bakılırsa, aslında savaş geçen Çarşamba günü çıkacaktı.

Çıkmadı.

Fakat onlar ısrar ediyor ve Rusya’nın her an Ukrayna’ya saldırabileceğini söylüyorlar.

Ukraynalılar “böyle bir şey yok” deseler de, Amerikalılar dünyamızı savaş haberiyle terörize etmeye devam ediyorlar.

Kitle iletişim araçaları durmadan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğini söylüyor ama gerçekte ne olup bittiği, sorunun ne olduğu konusunda doğru dürüst bilgi vermiyorlar.

Görünüşe bakılırsa, Ukrayna NATO üyesi olmak istiyor ama Rusya buna karşı çıkıyor ve savaş tehdidinde bulunuyor. ABD, ülkelerin kendi geleceklerine serbestçe karar verme hakkını ileri sürüyor ve Ukrayna’nın NATO üyesi olmasının o ülkenin en doğal hakkı olduğunu ileri sürüyor.

Gelgelelim, Amerika kendi çıkarları söz konusu olunca ülkelerin egemenliğini de, kendi geleceklerine serbestçe karar verme hakkını da yok sayabiliyor. Irak savaşı bunun en iyi örneğidir. Ortada nükleer silahlar olmamasına rağmen Irak’ı işgal edip Saddam Hüseyin’i öldürdüler. Nükleer yalanı ortaya çıkınca da, bir diktatörü devirip ülkeye demokrasi getirdiklerini söylediler.

Demokrasi ithal edilecek bir ürün değildi!

Ayrıca, Amerika’nın dostları olan Sisi Mısır’ına veya Suudi Arabistan’a ne demeli?

Ya da Amerika’nın, Rusya ve Almanya’yı ilgilendiren Nordstream 2 gaz boru hattının iptali için müttefiki Almanya’ya baskı uygulamasını nasıl okumalı?

Ukrayna’nın kendi geleceğine serbestçe karar vermesi elbette hakkıdır. Fakat dünya barışını sadece hukukla korumak mümkün değildir. Siyasi hassasiyet (empati) göstererek ötekinin ihtiyaçlarını da dikkate almalıyız.

Nitekim Fransa devlet başkanı Emmanuel Macron, “Rusya’nın güvenlik endişeleri giderilmeden Avrupa güvenlik içinde olamaz” diyor ve ABD’den farklı bir yaklaşım sergilemeye çalışıyor. Almanya’nın çiçeği burnunda başbakanı Olaf Scholz da Macron gibi yüksek sesle söylemese de, benzer şeylere inanıyor. Nitekim geçen gün Münih’te toplanan güvenlik konferansında, Rusya’nın da meşru güvenlik çıkarlarının dikkate alınması gerektiğini ifade etti.

Bu konuda en ilginç açıklamalardan biri NATO üyesi olduğu halde Hırvatistan’ın başkanından geldi: “NATO’nun doğuya doğru genişletilmesine son verilmeli. Yeter! NATO daha nereye kadar genişleyecek..”

“Birinin güvenliği ötekinin güvenliği için tehlike oluşturmayacağı” ilkesi eskilere dayanır. Ta 1975 yılında Helsinki’de karara bağlanmıştı.

Ayrıca, reel sosyalizmin çöküşü ve Varşova Paktı dağılırken Batılı politikacıların dönemin Rus yetkililerine eski Soyetler Birliği’nden kopan ülkelerin NATO’ya alınmayacağına dair söz verdikleri konuşuluyor.

Batılılar bunu yalanlıyor olsa da,  şurası bir gerçektir ki, Doğu Avrupa ülkelerini NATO’ya almakta çok aceleci davrandılar.

Rusya’nın bu duruma uzun zaman itiraz etmediği bir gerçektir. Ne var ki, Putin Rusya’yı yeniden uluslararası politikada etkin bir aktör yapmaya yöneleli beri, Ukrayna’nın NATO üyeliğine itiraz ediyor.

Dibindeki bir ülkenin NATO üyeliğini kendi güvenlik çıkarlarına tehdit olarak gördüğünü söylüyor.

Doğrusu, bu bize, Küba’ya füze yerleştirildi diye az daha dünya savaşı çıkaracak olan Amerika Birleşik Devletleri’ni hatırlatıyor.  

Kısacası, başta ABD olmak üzere, Batılı devletler Ukrayna’nın NATO üyesi olma hakkını savunuyor. Rusya ise bunu kendi güvenlik çıkarlarına karşı bir tehdit olarak görüyor. Rusya’nın savaş tehdidinde bulunması elbette kabul edilir değildir.

Bir diğer sorun, Ukrayna’da yaşyan Ruslardır. Burada ikili bir sorun yumağı var.

Bir yandan Ukrayna ülkede yaşayan Rusların hakları konusunda ileri adım atmaktan kaçınırken, diğer yandan da Rus nüfus grubu Rusya’nın da kışkırtmasıyla Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tehlikeye atan ayrılıkçı tavırlar içindedir.

Gelgelelim, bunlar çözülmeyecek sorunlar değildir!

Dünya barışını tehdit eden bir noktaya gelen bu sorunlara çözüm bulmak için öncelikle savaşa ve savaş tehdidine son vermek gerekiyor.

Hem Rusya’nın güvenlik endişelerini, hem de Ukrayna’da yaşayan Rus nüfusun esenliğini sağlayacak çözümler bulmak imkansız değildir.

Yeter ki, yeni bir Doğu-Batı geriliminden medet ummaya ve şeytanlaştırmaya son verilsin ve ABD ile Rusya nüfuz bölgelerini genişletecek emperyalist politikalarına son versin!

Bu arada, Avrupa’da dünya barışının tehlikeye atıldığı bir dönemde Avrupa Birliği’nin son derece silik kaldığı dikkatlerden kaçmıyor.

ABD, Rusya ve Çin gibi dünya aktörlerinin yanında ve karşısında hatırı sayılır bir aktör olarak AB’nin yer alması için yapılacak çok şey vardır.

Öncelikle AB üyesi bazı devletlerin AB’yi Rusya’ya karşı kullanma girişimlerine ve dış politikada oy birliği ilkesine son verilmelidir. Aksi halde AB, Macaristan ve Polonya gibi AB üyeliği ile NATO üyeliğini birbirine karıştıran demokrasi-özürlü ülkelerin esiri olmaktan kurtulamayacak.

Demokrat olmak, dünya barışını korumak için mücadele etmeyi, barış dilini konuşmayı gerektirir.

Rusya’nın güvenlik endişelerini dikkate almak demek, Rusya’nın salgırgan eğilimlerini görmezden gelemek anlamına gelmez. Örneğin Kırım’ı ilhak etmesi kesinlikle kabul edilir bir durum değildir. Benzer biçimde, Putin’in kurduğu otokratik rejimde muhaliflerin başına gelenler karşısında sessiz kalınamaz.

Fakat söz konusu dünya barışı olunca, sadece demokratik ülkelerle değil -bunlar kaç ülkedir ki- bütün ülkelerle konuşulmalı ve konsensüs arayışına aralıksız devam etmeli.

Bu, savaş karşıtlığının bir gereğidir...