Ülkesiyle Yaralı Zenon Güle Güle

Niyazi Kızılyürek

Kıbrıs çok değerli bir insanını, sevgili dostum, özel insan Zenon Pofaidis’i kaybetti. Dün sabah hayata gözlerini yuman Zenon’u uzun yıllar önce tanıdım. Londra’da iktisat okumuş ve bir süre orada yaşamıştı. Zenon her şeyden önce bir düşünce insanıydı. Çeşitli alanlara yayılan son derece geniş bilgisiyle etkileyici ama mütevazi bir kimliği vardı. Kadim Yunan’ı, Bizans ve Modern Yunan tarihini çok iyi biliyordu. Kıbrıs Rum siyaset ve edebiyat tarihini didik didik araştırarak son derce orijinal değerlendirmelere imza atmıştı. Pek çok şairin şiirlerini ezbere okurdu. Sıkı bir federalistti. Milliyetçi-cemaatçi yaklaşımlardan hoşlanmazdı. Romantik bir “Kıbrıslılık” veya başka bir kimlik meraklısı da değildi. Bir bakıma, 19. yüzyılın sonunda yaşayan Avrupalı Yahudi entelektüelleri andırıyordu. Ulus-devlet ve milliyetçilik onlara “Yahudiliklerini” hatırlattığında, milli kimliklerin “ölümcül” bir kurgu olduğunu bilen entelektüeller Siyonizm’e sırt çevirerek evrensel bir yerden konuşmaya devam ettiler ve siyaseten yurtsuz kalmışlardı. Belki sonunda Franz Kafka’nın dediği gibi, “halksız kimseler” olup çıkmışlardı ama kendilerini milliyetçilik akımına kaptırmamışlardı. Zenon da böyle biriydi. Ülkemizin tarihin ve siyasetin bıraktığı kötü mirastan kurtulup normalleşebilmesi için “ortak kimlik” geliştirmenin yerine, çoğulcu, demokratik bir kültürün üstün gelmesine inanıyordu. Folklorik sayılabilecek bir “Kıbrıslılık” kimliği Zenon’un rağbet ettiği bir şiar değildi.

Velakin, milliyetçi-kabileciliğin mekânı olan ülkemizde bu türden değerlere sahip olan insanlar “toplumsuz” olmaya veya “cemaat-dışı” kalmaya mahkûm edilir. Bu yüzden Zenon hayatını bir “iç-sürgün” olarak yaşadı. Bütün iktidar merkezlerinin dışında kaldı. Yalnızdı ve yalnızlığı siyasiydi. Bir entelektüelin yalnızlığıydı. Lissaridis’in milliyetçi eğilimlerini eleştirdiği için bir dönem üyesi olduğu EDEK’ten atıldı, AKEL’in popülist politikaları ile arası hiç bir zaman iyi olmadı. Mihalis Papapedrou’nun kurduğu ADİSOK’ta, daha sonra da Vailiou’nun kurduğu Birleşik Demokratlarda çalıştı. Tek gailesi ülkeye barışın gelmesiydi. Ütopyasının umutsuz olduğunu gördükçe melankoliye düşerdi. Çok öfkelendiğinde Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkleri “koyunlara” benzetirdi. 2004 Referandumları son umutlarını da alıp götürmüştü. 24 Nisan gecesi sonuçların açıklanmasını beklerken Kıbrıs Rum toplumundan “güçlü bir hayır” çıkacağını elbette biliyorduk ama boş bir hayal olsa bile bir mucize de ummuyor değildik. Tabii, mucize gerçekleşmedi. Derin bir hüzne kapıldık. İkimizin de dudaklarında “bu akşam ülkemiz temelli olarak bölünmüştür” sözcükleri dökülmüştü.

Hayatı 2004’ten sonra bir daha eskisi gibi olmadı. Zaman zaman küçük umut kıvılcımları görse de, Kıbrıs’ın bölünmeye mahkum olduğunu düşünüyordu. Zenon bunu siyasi elitlerin basiretsizliğine ve yurttaşların dar görüşlülüğüne bağlıyordu. Siyasi elitlerin siyasi hırslarına yenik düşmelerinin, yurttaşların küçük çıkar hesapları içinde kaybolup gitmelerinin arkasında da “akıl tutulmasını” görüyordu. Dar görüşlü milliyetçi eğilimler ile kendi haklılığında boğulan düşünme yeteneğinden yoksun insanların ülkesiydi Kıbrıs ve böyle bir toprakta barış yeşeremezdi. Buna inanıyordu. İnandığı gibi de oldu. Barışı görmeden öldü. 

Güle güle sevgili Zenon, geride kalan bizler bu ülkeye daha çok ağlayacağız...