ÖNSÖZ[1]
Salil Shetty, Genel Sekreter
“Eskiler çözülmeden birçok yeni krizin patlak verdiğini görmek, engellemek bir yana, çatışmayı sonlandıracak kapasitenin ve siyasi iradenin yetersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Sonuç ise öngörülemezlik ve cezasızlığın endişe verici şekilde yaygınlaşmasıdır.”
- António Guterres, BM Mülteciler Yüksek Komiseri
Geçen yıl uluslararası sistemin krizlere ve insanların toplu bir şekilde zorla yerinden edilmelerine karşılık verme kapasitesini sert bir şekilde test etti ve ne yazık ki yetersiz olduğunu ortaya çıkardı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki herhangi bir zamanla karşılaştırıldığında, bugün daha fazla insan yerinden edilmekte ve dünyada sığınacak bir yer aramaktadır. Bu durum kısmen, nüfusunun yarısından fazlasının ülke sınırları dışına kaçtığı ya da ülke içinde yerinden edildiği Suriye’de devam eden silahlı çatışmayla körüklenmektedir. Son zamanlarda çatışmanın çözülmesine yönelik çabalar sadece küresel ve bölgesel bölünmelerin altını çizmiştir.
BM Bölgesel Mülteci ve Dayanıklılık Planı dahil olmak üzere mülteci akınına karşılık verecek çok taraflı girişimler son aylarda, tamamen krizin ağırlığıyla, Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan ve Türkiye’de daha güçlü bir koordinasyona yönlendi. Mültecilere ilişkin genel algının, boğularak ölen Alan Kurdi isimli Suriyeli çocuğun cesedinin basındaki yürek sızlatan görüntüleri ile sarsıldığı Avrupa, Kanada ve ABD’de hükümetler, halkın feryadına ve mültecilere kucak açmaya ve krizi sonlandırmaya yönelik çağrılara tepki vermek zorunda kaldı.
Ancak hem Suriye’nin bölgesel komşularında hem de Batı ülkelerinde kriz ve ihtilafa yönelik kurumsal müdahalelerde ciddi boşluklar ortaya çıktı. Bölgedeki bazı ülkeler çok sayıda Suriyeli mülteci kabul etse de Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi içinde ve dışında birçok devlet anlamlı düzeylerde mülteci alımını arttırma konusunda isteksizdi. Sorumluluk paylaşımı son derece orantısız olmaya devam etti ve kaynakların sağlanması hızla yayılmaya devam eden krizin oldukça gerisinde kaldı. Bu arada hareket halindeki birçok aile ve bireyin insan hakları, sığınmacıları suçlu hale getirme, geri gönderme, geri püskürtme ve başka bölgelere nakletme gibi yollarla ve sığınma sürecine erişimin engellenmesi anlamına gelen devletin aldığı çeşitli önlemlerle ihlal edildi.
Dünya, Suriye’den ayrılan çok sayıdaki insana karşılık vermek için çabalarken ülke içerisinde kızışan savaş, Uluslararası Af Örgütü'nün ve diğer örgütlerin yıllardır sürekli olarak dile getirdiği uluslararası insan hakları ve insancıl hukukun uygulanmasına ilişkin ciddi endişeleri belirgin hale getirdi. Suriye çatışması tehlike altındaki birçok sivilin yeterince korunamaması ve daha geniş anlamda kurumların uluslararası hukuku sürdürme konusundaki sistemsel başarısızlığı ile eş anlamlı hale geldi.
Mevcut çabaların Suriye’ye barış getireceğine dair umut içerisinde yaşasak da yıllar içinde ülkedeki savaş, BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi savaş suçlarını ve insanlığa karşı suçları sona erdirmeye yönelik güvenilir ve uygun adımların önünü kesmek ve bu tür suçlar işlenirken ya da işlendiğinde hesap verebilirliğin sağlanmasını engellemek için veto hakkını kullandığında ortaya çıkan cezasızlık zafiyetinin de altını çizmektedir. Suriye’deki insan haklarının vahim durumu silahlı çatışmalarda sivilleri korumaya yönelik sistemlerin zayıflığını göstermiştir. Suriye Uluslararası Af Örgütü Raporu 2015/16 11 krizinde ve daha geniş çapta, kendini İslam Devleti (İD) olarak adlandıran silahlı grubun eylemleriyle onlarca yıldır süregelen umursamaz silah ticaretinin sonuçlarını ve bunun siviller üzerindeki ölümcül etkisini görmekteyiz. Bu çatışma, ülkeler yaşamları kurtarmaya yönelik kararlı adımlar atmak yerine “sınırların korunması” ve “göç yönetimi” üzerine konuşurken, mültecilerin korunması konusundaki sorumluluğa ilişkin geri adım atıldığını da vurgulamaktadır.
Tüm bunlara rağmen, sembolik görünse de, Suriye’deki sivil savaş küresel ölçekte eşi benzeri görülmemiş sayıda mülteci, göçmen ve ülke içerisinde yerinden edilen insanın ortaya çıkmasına sebep olan birçok çatışmadan biriydi. Silahlı çatışmalar Afganistan, Irak, Libya, Pakistan ve Yemen’in de aralarında bulunduğu ülkelerde devam etti. Sınırların çeşitli yerlerinde İD, binlerce insanı kaçmaya zorlayarak sivillerin yaşamını tamamen hiçe saydı. Afrika’da, devlet ve devlet dışı aktörler Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kuzeydoğu Nijerya, Somali ve Güney Sudan’da, bazı durumlarda sivillere ve sivil altyapılara yönelik saldırılar da dahil olmak üzere, ciddi suçlar işledi ve insan haklar ihlalleri gerçekleştirdi. Bu olaylar çok sayıda insanın evlerinden kaçarak başka yerlerde sığınma aramalarına sebep oldu. İsrail, İşgal Altındaki Filistin Toprakları ve Ukrayna’daki çatışmalar, tüm taraflar uluslararası insancıl hukuku ve insan hakları hukukunu ihlal ederken, sivillerin yaşamlarına mal olmaya devam etti. Amerika kıtalarında, onlarca yıldır süren Kolombiya çatışmasında, - o zaman bile hesap verebilirliğin siyasi bir anlaşmada feda edilmiş olabileceği - olumlu gelişmeler yaşanırken Brezilya, Meksika ve Venezuela’nın da aralarında bulunduğu ülkelerde şiddet insan haklarına ve kurumlara zarar vermeye devam etti.
Kuruluşuyla “gelecek nesilleri savaş felaketinden kurtarmak” ve “temel insan haklarına inancı yeniden teyit etmek” için ulusları bir araya getiren BM’nin 70 yaşına girdiği 2015 yılında bu en aşağı noktaya ulaşmamız basit ancak acı bir sorgulama ortaya koymaktadır: uluslararası hukuk sistemi ve kurumları insan haklarını korumaya yönelik acil görev için yeterli mi?
1977 tarihli Uluslararası Af Örgütü Raporu'nda BM İnsan Hakları Komitesinin ilk toplantısını memnuniyetle karşıladık ve bunun “Uluslararası Af Örgütü'nün insan haklarına yönelik endişeleri için önemli olan alanlarda BM’deki bir dizi gelişmeden birini” temsil ettiğini belirttik. Ayrıca bu rapora işkenceye karşı mücadele gibi alanlardaki gelişmeleri de ekledik. Yıllar içerisinde Uluslararası Af Örgütü uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası insancıl hukuk sistemine ciddi şekilde bağlılığın teşvik edilmesine yardımcı olmuştur. Ancak sistemin eksiklikleri hiçbir zaman bugünden daha açık ve belirgin bir hale gelmemiştir.
Bu yıla ait raporda araştırılan insan haklarına yönelik çeşitli tehditler arasında iki ilgili temanın altını çizmekteyiz. Geçen yılın en net teması uluslararası sistemin zorluklar ve sorunlar karşısında dirençli olmamasıdır. Çatlaklar görünmeye başladığında uluslararası insan hakları koruma sisteminin kendisinin korunması gerektiğinin farkına vardık.
2015 yılında insan hakları koruma mekanizmalarına yönelik birçok tehdit vardı. Afrika ve Amerika kıtalarında bölgesel insan hakları koruma ve hesap verebilirlik hususları iç tehdit altındaydı. Ayrıca Afrika’daki hükümetler, Afrika sistemini güçlendirdiklerini iddia ederken ve ülke içi ve bölgesel mekanizmaların adalet getirmesini sağlayamamalarına rağmen, Uluslararası Ceza Mahkemesi ile işbirliği yapılmasını engellediler. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan mekanizmalar evrensel insan hakları vizyonunu yeterince teşvik etmedi. Asya’nın acemi sistemi büyük ölçüde etkisizdi. Bu arada Avrupa sistemi hem bazı devletlerin desteğini kaybetme olasılığı hem de adalet ve hesap verebilirlik gerektiren muazzam şekilde birikmiş davalar sebebiyle tehdit altındaydı.
BM Mülteci Sözleşmesi ve BM İşkence karşıtı Sözleşme gibi çok taraflı koruyucu araçlar ve denizde tehlike altında olan insanları koruyan sistemler gibi özelleşmiş mekanizmalar, zulümler için hesap 12 Uluslararası Af Örgütü Raporu 2015/16 verebilirliğin teşvik edilmesi bir yana, ne insani krizleri engellemede ya da kontrol altına almada ne de sivilleri büyük insan hakları ihlallerine karşı korumada başarılı olabildi.
Beyrut’tan Bamako ve Yola’ya, Tunus’tan Paris’e ve diğer yerlerde insanlara yönelik barbarca saldırılar uluslararası insan hakları hukukunun devlet dışı aktörlerin - özellikle şiddet eğilimli silahlı grupların - oluşturduğu tehditlere karşı durmadaki rolü hakkında sorular ortaya attı.
Uluslararası Af Örgütü uluslararası insan hakları sisteminin korunmasına yönelik taahhüdün yenilenmesi için çağrıda bulunmaktadır. Uluslararası sistemi görevi için yeterli hale getirmek amacıyla devletler sistemin kendisini korumalıdır.
BM Güvenlik Konseyi üyelerinin kitlesel zulüm suçlarına ilişkin durumlarda veto hakkının gönüllü şekilde kısıtlanması, insan hakları normlarının tüm uluslararası insan hakları hukuku araçlarında etkili şekilde uygulanması, uluslararası insancıl hukuka saygı; insan hakları sistemlerine saldırı ya da bu sistemlerden desteğin çekilmesi gibi insan hakları sistemini zayıflatan eylemlerden kaçınılması ve bölgesel insan hakları mekanizmalarının uluslararası sistemin evrensel standartlarıyla uyumlaştırılması bu taahhüt içerisinde yer almalıdır.
Geçen yılın ikinci önemli teması ise bununla çok yakından ilişkilidir. Temel olarak, geçen yıla ait birçok kriz muhalefetin devletler tarafından acımasızca bastırılmasıyla ortaya çıkan kızgınlıklar ve çatışmalar sebebiyle ya da devletlerin, her insanın haklarını güvence altına alıp onurlu şekilde yaşamını sürdürme çabasını baskı altına almasıyla etkin hale geldi.
İster Mayıs ayında binlerce mülteci ve göçmenin yiyecek ve su olmadan denizde sürüklendiği Andaman Denizi’nde yaşanan kriz olsun, ister Latin Amerika ve Karayipler’de insanların toprak ve geçim haklarını korumak için çalışan insan hakları savunucularının öldürülmesi ya da zorla kaybedilmesi olsun: bu ve bunun gibi birçok olayda, muhalefetin acımasızca bastırılması ve devletlerin herkesin insan haklarını koruma altına alamamasının yanı sıra ekonomik, sosyal ve kültürel haklar da dahil olmak üzere insanların temel haklarının inkar edilmesi sıklıkla toplumsal gerginlikler ortaya çıkarmaktadır ve karşılığında, bu durumun yan ürünleri de uluslararası koruma sistemlerini sınırlarının ötesinde esnetmektedir. Sistemin başarısızlığı ve hükümetlerin muhalefeti bastırması ve insan haklarını koruyamaması arasındaki en somut ve yakın zamanlı örnek beş yıl önce Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin çehresini değiştiren “Arap Baharı”dır.
Dünyanın şimdiye kadar gördüğü, insan gücüne dair en dinamik göstergelerin birinden beş yıl sonra hükümetler sadece Ortadoğu’da değil tüm dünyada muhalefeti bastırmak için giderek daha çok hesaplı araçlar kullanmaktadır. Baskının zalimce olduğu kadar artık sofistike bir hale geldiğini gösteren çok sayıdaki kanıt da bilhassa endişe vericidir.
2011 yılında Mısır’ın “25 Ocak devrimi” sırasında güvenlik güçlerinin ellerinde 300 kişiden fazla kişi hayatını kaybederken ve Yemen’in “Kanlı Cuma”sında 50’den fazla gösterici öldürülürken, şehir meydanlarında polisin coplarını savurması bugün anında manşetlere çıkmayabilir. Ancak bu raporda Uluslararası Af Örgütü tüm dünyada yargısız infazlar ve zorla kaybedilmelerin yanı sıra muhaliflere ve göstericilere yönelik sürekli ve yaygın şekilde aşırı güç kullanıldığını belgelemektedir. Beş yıl önce Suriye’nin Tell Kalakh kasabasında insanların sistematik olarak toplanması ve işkence görmesi, muhalefet ve halk protestolarına karşı bölgedeki devletlerin tepkisinin ilk dışavurumlarıdır. Aradaki yıllarda, işkence genellikle “geliştirilmiş sorgulama teknikleri” olarak adlandırılan dilsel aldatmacada kılıf bularak dünyanın o kısmında ve başka yerlerde devam etti- örtbas edilen korkular “Arap Baharı” öncesinde “terörle mücadele” olarak adlandırılan bağlamda ortaya çıktı.
Genellikle baskı neredeyse rutin hale geldi ve ulusal güvenlik, kanun ve düzen ve ulusal değerlerin korunması için defalarca bir Uluslararası Af Örgütü Raporu 2015/16 13 gereklilik olarak sunuldu. Birçok ülkede yetkililer internette ifade özgürlüğünü engelledi ve keyfi tutuklamalar ve gözaltılar, işkence ve kötü muamele ve ölüm cezası da dahil olmak üzere çeşitli araçlarla muhaliflere karşı sert önlemler aldı.
Bu arada Uluslararası Af Örgütü tarafından açılan bir dava bazı ülkelerin özellikle insan hakları savunucularının yaşamlarına ve işlerine odaklanan Orwell düzeyinde bir gözetim yaptığını ortaya çıkardı. Bugün ilerleyen teknoloji ve bağlantısallık konularında gelişmeleri izlemek için devletlerin yeni baskı yöntemlerini sürekli geliştirmesi ifade özgürlüğüne yönelik büyük bir tehdittir.
Uluslararası Af Örgütü'nün de içinde bulunduğu örgütler tarafından yapılan savunuculuğu takiben BM yeni özel bir prosedür yetkisi verdi - dijital çağda gizlilik hakkı Özel Raportörü. Özel Raportörün görevi bu alanda insan haklarına saygılı net normlar geliştirilmesine yardım etmek üzere gelecek aylarda önem kazanacaktır.
Devletlerin muhalefete, protestolara ve serbestçe konuşmaya yönelik baskıları, beş yıl önce başlayan ve çığır açan halkın sesinin yaygın bir şekilde ifade edilmesinden bu yana artmıştır. Uluslararası Af Örgütü bireylerin ve grupların örgütlenme, toplanma ve kendilerini ifade etme, hükümetlerin katılmayabilecekleri fikirlere de sahibi olup her türlü ortamda bu fikirleri paylaşma haklarına saygı göstermeleri konusunda ve kanun önünde herkesin eşit derecede korunması için devletlere çağrı yapmaktadır.
Bireysel özgürlük için hayati olmasının yanı sıra, insan hakları savunucularının işlerini ve alanlarını koruyan haklar insan hakları sisteminin kendisini de korumaktadır. 2015 yılında gördüğümüz umut verici işaretler sivil toplumun, sosyal hareketlerin ve insan hakları savunucularının devam eden savunuculuğu, örgütlenmesi, muhalefeti ve aktivizminin sonucudur.
Geçen yıldan üç örnek vermek gerekirse: BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinde insan hakları ve hesap verebilirlik unsurlarının varlığı; Mayıs ayında Kenya’daki Bölgesel Mombasa Limanı'na Bağlantı Yolu projesinde zorla tahliyelerin engellenmesine yönelik adımlar; tüm dünyadan destekçilerin onun adına yazdığı 65.000 mesajın sonucu olarak Papualı düşünce mahkumu Filep Karma’nın serbest bırakılması.
Bu sonuçlar devletlerin hayırseverliğinden ileri gelmedi. Gelecekte bu umut işaretleri de yine sadece devlet aktörleri ile sürdürülmeyecektir. Ancak hükümetler insan hakları savunucuları ve aktivistlerinin temel çalışmalarını yürütmeleri için onlara alan ve özgürlük vermelidir. Bu sebeple Uluslararası Af Örgütü, insan hakları savunucularının haklarını korumaya yönelik BM Genel Kurulu tarafından Kasım ayında kabul edilen kararın bu hakları savunmayan devletlerin açıklanması ve kınanması da dahil olmak üzere hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkeleri çerçevesinde uygulamaya konmasını sağlamaları için devletlere çağrıda bulunmaktadır.
Karar üzerine son noktanın konulduğu andan itibaren devlet tarafından tek bir insan hakları savunucusunun ya da aile bireyinin bile yaşamına son verilmeyecektir ya da bu kişiler devlet korumasından mahrum kalmayacaktır. Ayrıca tek bir kişi bile saldırıya uğramayacak ya da tehlike altında olmayacaktır.
Dünyadaki en büyük insan hakları savunucusu örgüt olarak, sizlere insan haklarının geçen yılki durumuna ilişkin bu raporu sunuyoruz. Rapor yukarıda verilen temaları ve diğer konuları ele alsa da, raporun sayfaları şimdi bu kuzey kışında daha da ağırlaşan mülteci krizi başta olmak üzere geçtiğimiz yıla ait güncel krizlerde insanların yaşadığı ıstırabı tamamen aktaramamaktadır. Böyle bir durumda insan hakları sistemlerinin korunması ve güçlendirilmesi ve sivillerin korunması bir seçenek olarak görülemez. Bu kelimenin tam anlamıyla ölüm kalım meselesidir.
[1] Yazının alındığı kaynak: Uluslararası Af Örgütü Raporu 2015/16: Dünyada İnsan Haklarının Durumu. Çevrimiçi versiyonu için: https://www.amnesty.org/download/Documents/POL1025522016TURKISH.PDF (12/12/2016).