Uluslararası Af Örgütü’nün Gezi raporu manşetlere çıkamadı

Süleyman İrvan


Uluslarararası Af Örgütü’nün Gezi raporu 2 Ekim 2013 Çarşamba günü açıklandı. Bu raporun ertesi gün Türkiye gazetelerinden sadece Yurt gazetesinde manşetten verilmesi ilginçti.  Haklarını yemeyelim, Milliyet ve Taraf gazeteleri de küçük haberlerle raporu birinci sayfadan duyurdular.

Sevgül Uludağ’ın Yenidüzen’de hazırladığı Medya sayfalarında yer alan, BBC muhabiri Rengin Aslan imzalı “Af Örgütü’nden Gezi Parkı raporu…” başlıklı haber sayesinde Kıbrıslı okurlar da haberdar edilmiş oldu.
Ekler ve dipnotlarla birlikte 71 sayfalık ayrıntılı Gezi Eylemleri raporu, eylemlerde yaşanan hukuksuz uygulamaları ve hak ihlâllerini ortaya koyuyor.

Raporun arka kapağında şu ifadeler dikkat çekiyor: “30 Mayıs 2013 günü polis, İstanbul’un merkezindeki Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı eylem yapan bir grup göstericiyi parktan zorla çıkardı. Toplanma özgürlüğü hakkının ihlâl edilmesi ve polisin kullandığı aşırı güç kıvılcımı yakan ilk olay oldu ve hükümet karşıtı gösteriler hızla Türkiye’nin her tarafına yayıldı. Yetkililerin tepkisi çok sert ve orantısızdı. Polis birkaç ay boyunca defalarca göz yaşartıcı gaz, tazyikli su ve dayak ile gereksiz ve aşırı güç kullanarak barışçıl gösterileri dağıttı. Temmuz ayının başı itibarıyle 8,000’den fazla kişi yaralanmıştı. Üç göstericinin ölümünün polisin aşırı güç kullanmasından kaynaklandığını gösteren güçlü kanıtlar mevcut. Bu tür ihlâllerden sorumlu polisleri yargı önüne getirmek için henüz çok az adım atılmışken, binlerce gösterici gözaltına alındı, yüzlercesi sadece eylemlere katıldıkları ya da eylemleri düzenledikleri gerekçesiyle yargılanma riski ile karşı karşıya. Olayları belgeleyen, göstericileri destekleyen ya da haklarını savunan gazeteci, doktor ve avukatlar tutuklandı, tehdit edildi ve tacize maruz kaldı. Hükümetse buna karşı sesini çıkaranları susturmaya ya da karalamaya çalıştı.”
Gezi raporu beş bölümde hak ihlâllerini ele alıyor. Barışçıl toplanma hakkının ihlâli başlıklı ilk bölümde, “Barışçıl toplanma hakkının uluslararası ve ulusal hukuk tarafından tanınan bir insan hakkı olmasına rağmen, yetkililer Gezi Parkı eylemlerini bir an önce durdurulması gereken ve demokrasiyi tehdit eden bir durum olarak gösterdi. Bu iddia ülke genelinde gösterilerin dağıtılması ve yasaklanması için bir mazeret olarak kullanıldı” deniyor.

“Kolluk kuvvetleri tarafından hak ihlâllerine yol açan güç kullanımı” başlıklı ikinci bölümde, “Eylemlerin başladığı ilk günden itibaren polis, açıkça gereksiz ve orantısız bir şekilde ve bireysel ya da kolektif şiddet içeren fiillere karşı değil, barışçıl göstericileri dağıtmak amacıyla tazyikli su, biber gazı spreyi ve göz yaşartıcı gaz kullandı” saptaması yapılıyor. Bu bölümde ayrıntılı olarak tazyikli su kullanımı, göz yaşartıcı gaz ve biber gazı kullanımı, plastik ve gerçek mermi kullanımı, resmi olmayan gözaltılar, gösterici kadınlara cinsel taciz, göstericilere dayak atma gibi polisin hak ihlâlleri, tanıklıklar aracılığıyla aktarılıyor.

“Polisin ihlâllerine karşı cezasızlık” başlıklı üçüncü bölümde, “Polisin gücünü kötüye kullanması genel olarak belgelendirilmiş olsa da bu ihlâllerden sorumlu kişilerin adalet önüne çıkarılması düşük bir ihtimal olarak görülmektedir” deniyor.

“Eylemlere katılan ya da eylemleri düzenleyen kişilere yönelik gözaltılar, soruşturmalar ve yargılamalar” başlıklı döndüncü bölümde, eylemlerin başladığı tarihten 24 Haziran tarihine kadar 4 bin 900 kişinin gözaltına alındığı bilgisi veriliyor.

“Eylemlerle ilgili haber yapan, göstericilere yardım eden ya da haklarını savunanlara yönelik saldırılar” başlıklı son bölümde sağlık personeline, avukatlara ve gazetecilere yönelik saldırılar aktarılıyor. Raporda, gazetecilere yönelik saldırılara ilişkin olarak AGİT Kılavuzuna gönderme yapılıyor: “AGİT Kılavuzu’nda da belirtildiği gibi, ‘Medya görüntüleri hem eylemleri  düzenleyenler hem de kolluk kuvvetlerinin hesap verebilirliği açısından önemli bir yer  tutmaktadır. Bu nedenle medyanın eylemlere erişimi olmalı ve polis operasyonlarının da bunu  kolaylaştırması gerekmektedir.”  Raporun bu bölümünde gazetecilerin maruz kaldığı saldırılar ayrıntılı olarak aktarılıyor. Raporda dikkat çeken bazı tespitler şöyle: “Ancak bırakın işlerini yapmayı, gazetecilerin hakaretlere, engellemelere ve hatta fiziksel şiddete maruz kaldıkları ve ellerindeki görüntülerin yok edildiği bildirildi”; “Çok sayıda gazeteci Uluslararası Af Örgütü’ne eylemler sırasında görevlerini yaptıkları için polis tarafından dövüldüğünü söyledi”; “Gezi Parkı eylemleri boyunca hükümet medyaya yönelik şimdiye dek görülmemiş düzeyde saldırıda bulundu”; “Hükümet özellikle uluslararası medyayı hedef aldı ve olayları çarpıtmakla ve gerginliği yükseltmekle suçladı”; “Ulusal medya kuruluşları için çalışan gazeteciler, hükümetin Gezi Parkı eylemlerine tepkisi ile ilgili eleştirel habercilik yapmaktan kaçınmaları için editörlerinden ve ticari çıkarları nedeniyle hükümet ile ilişkileri olan medya patronlarından baskı gördü”; “, Yavuz Baydar, Gezi Parkı eylemleri ile ilgili medyanın oto sansür uygulaması konusunda yaptığı eleştiri nedeniyle, hükümet yanlısı Sabah gazetesindeki ombudsmanlık (okur temsilciliği) pozisyonundan çıkarıldı.” Gezi eylemleri sürecinde 81 gazetecinin işinden olduğu bilgisini de vermiş olalım.
Raporun sonuç bölümünde, “Türkiye yetkililerinin Gezi Parkı eylemlerine gösterdiği aşırı tepki, hem Türkiye içinde hem de ülke dışındaki birçok kişiyi şoka uğrattı. Bu durum, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin sorumluluk sahibi ve insan haklarına saygılı bir hükümet olma iddialarını zayıflattı ve muhalif fikirlere karşı ne kadar hoşgörüsüz olduğunu gösterdi” deniyor.

Demokratik toplumlarda medyanın aslî görevi, bu türden hak ihlâllerini haber yaparak kamuoyu oluşturmaktır. Görünen odur ki, 1 Ekim’de manşetlerinden demokratikleşme adımı konusunda iktidara övgüler düzen gazeteler, iki gün sonra açıklanan hak ihlâlleri raporuna aynı gazetecilik refleksiyle yaklaşmamıştır. Oysa ilki vaadlerden, ikincisi gerçeklerden söz etmektedir.