Dışarıda bir uğultu, kalabalıklar kutlama yapıyor. Sosyal medyada herkes seçimi kimin manipüle ettiğini araştırıyor. Yüzdeler değişken, barajlar, bölgeler, ilçeler, geçen seçim şu kadar almıştı, şimdi daha az almış bak. Bu ilçede kaybedenler, öteki ilçenin galipleri, ağlayanlar, zırlayanlar, arabanın kornasına basıp nara atanlar, ellerinde bayraklar sallayanlar.
YSK ekranları karartmış, TV yayıncılığı sosyal medyaya taşınmış. Onu kapatacak merci bizde yok. Olamaz da zaten. Kıbrıs’ın kuzeyinde 2018 yılından seçim manzarası bu. Gözlerinizi açın, ekranlar karanlık!
Seçim geçti, gitti. Kazananlar, kaybedenler oldu. Kıbrıslı Türkler kendi kurumlarına sahip çıkmak için seçimler yapacak, daha çok çalışacak, inatla mücadele edecek ama bize bahşedilen dar alanda da, uluslararası hukuk dışında da oynamayı kabullenmeyecek.
Yerel ve genel seçimler önemli elbette ama bizi var edecek seçimler bunlar değil. Başka seçimler yapmalıyız.
Annan Planı öncesinde Girne Kapısı’nda sağanak yağmurun altında yürüyen, barış ateşini köylerimizde tutuşturan, İnönü Meydanı’nı dolduran onbinler şimdi neredeler? Konjonktür değişti değil mi? Artık Hala Sultan İlahiyat Koleji’miz var, suyumuz var elbette, denizin ortasında arama yapan gemilerimiz, telefonların ucunda talimatlar, emirler... Diploma törenleri için imza sıkıntımız var artık. Başsavcılığın görüş verdiği, ama ne olduğu, olayın nasıl çözüldüğü, kimin çözdüğü ve neden bu hale geldiği halen anlaşılmayan.
Bir mektup geldi geçenlerde, başlığı “Umuda Dair” koymuş yazan genç. Konusu Kıbrıs’ın kuzeyinde geçiyor. Yasak kitap bulundurdukları gerekçesiyle ters kelepçe ile gözünün önünde tutuklanan arkadaşlarını, sonra bir halay esnasında dövülerek oradan sürüklenip götürülen arkadaşlarını, acısından uyuyamadığı geceleri... Sevdiği insanın çıplak sorguya alınışını, işkence edilmesini anlatan bir mektup, burada, Kıbrıs’ın kuzeyinde. Bunları yazan genç, kelepçeli çocukların hikayelerini anlatınca ve bu ülkenin gerçeklerine çomak sokmanın zamanının geldiğini yazdığımızda “umut” doluyorum diyor. Ne güzel kelime “umut”.
Sevgili umut. Bu mektubu sana yazdım.
Ben Kıbrıs’ın kuzeyinde, adanın yarısında büyüdüm. Şairin yolun yarısı dediği yaşı da geçtim. Hatırlıyorum, çocukken savaş hikayeleri anlatılırdı bizim kuşağımıza. İlkokulda elime şiir verip kahramanlık destanlarımızı okumamı istediklerinde, okudum. Ortaeğitimde elime Nazım Hikmet aldım, onu da okudum.
Bizim mahalleden gecenin zifiri karanlığında ana caddeden tanklar geçerdi, palet sesleri, onları dinleyerek uyurdum. Televizyonda, radyolarda çıkıp konuşan Denktaş’ın sesi halen kulaklarımda. Üniversite yıllarında sivil toplum hareketleri, dernekler, vakıflar derken meslek hayatı. Otuz altı yılda değişen çok az şey oldu. İnsanlar geldi gitti, siyasetçiler değişti, söylemler aynı kaldı. Benim arkadaşlarım göç etti. Hukuk Fakültesi’ni bitiren nice arkadaşım ya mesleği bıraktı ya da uzaklarda kendilerine başka hayatlar kurdu. Biz bunca şey kaybettikten sonra bile halen Kıbrıs’ın kuzeyinde bir alt yönetimde yaşayıp gidiyoruz. Atacağımız her adımı, söyleyeceğimiz ve susacağımız her kelimeyi sormak, vereceğimiz her diplomayı bile danışmak zorundayız. Sıkıştık burada umut. Dünyada var olamayan, adanın yarısına hapsedilmiş insanlarız.
Sen umut var dedikçe ben “olmalı” diyorum. Mücadele etmeli, vazgeçmemeli elbet. Bugün bir köşeye çekilip ülkelerinin ellerinden nasıl alındığını seyreden insanlar gibi olmamalıyız. Hayır diyebilmeliyiz. Yolsuzluğun, saklanan milyonların, çalınan hayatların hesabını sormalıyız. Bunun için de yeniden inanmalıyız umut. İnanmalıyız.
Senin okuduğun kitabı, arkadaşının söylediği türküyü, halayımızı, bugünün çocuklarını kelepçelerden kurtarmalıyız. Hiçbişey olmamış gibi ya da bunlar burada yaşanmıyormuş gibi yapanlara inat, gerçekleri daha yüksek söylemeli, yazmalı ve var olmalıyız, umut.
Seçim vardı ve bitti. Kendi gerçek gündemimize dönme zamanı geldi. Şimdi banka hesaplarını, yolsuzlukları, değişmesi gereken yasaları, biat kültürünü sorgulama zamanı.
Sen bende görüyorsun umudu, ben de sende.