UMUDA YOLCULUK

O günleri anlatırken "Kadın olmak zaten başlı başına zor" diye girdi cümleye. "Bir de gittiğiniz yere yabancı olmak da eklenince işler iyice zorlaşıyor.

 

Bengül Gargınsu (FEMA Aktivisti)

 

Maraş'ın Pazarcık ilçesinden Kanada'ya gidebilmek umuduyla başlamıştı Güllü ablanın hikâyesi… Hayaller diyarı Kanada'ya gitmek için insan tacirlerinin tuzağına düşmüşler, elde avuçta ne varsa kaybedince, umuda yapılacak yolculuğu Kıbrıs'tan yapmaya karar vermişlerdi. O dönemde Kıbrıs'ta bulunan akrabaları "buraya gelin, Kanada'ya gidecekseniz de buradan gidin" demişlerdi. 1992 yılının Nisan ayında gemi ile Girne limanına ulaşmışlar, oradan da Lefkoşa'da bulunan akrabalarının yanına gelmişlerdi. O günü "Gemi çok kalabalıktı. Mülteciler gibi insanlar yerde, koltuklarda, güvertede yolculuk yapıyorlardı. Ter kokusu, mazot kokusu biraz da geminin sarsıntısı… Hasta olmuştum" diye anlattı bana. Gümrük kapısından çıkınca eşine  "Başına Kıbrıs kadar taş düşsün Cuma" dediğini anlatarak güldü.  Meğer tam üç yıl sonra eşinin başına çalıştığı iş yerinde taş düşmüş, Güllü abla da "geldi dileğim kabul oldu" diyerek sitemini yinelemiş eşine…

******

Güllü Sezikli, bir kadın… Yıllardır Kıbrıs'ta yaşayan Alevi-Kürt bir kadın… 1970 Maraş olaylarını anlatırken o günlerin acısını tekrar tekrar yaşayarak "Karamaraş" günleri diye yutkundu defalarca… 1980 Askeri Darbesi'nin karanlık günlerini birebir yaşamış; bir gecede yaşadığı kenti terk etmek zorunda kalan akrabaları, Güllü ablaların köye gelerek onların yanına sığınmak zorunda kalmışlardı. Dönemin sıkıyönetim idaresinin Kürtler ve Aleviler üzerinde uyguladığı ağır baskıyı, işkenceleri, ev baskınlarını hatırlarken, sanki tarumar edilen evlerin odalarında dolaşıyordu cümleleri… "Askerler evlere girerek bulguru una, samanı buğdaya karıştırıyorlardı. Köyün erkeklerini köy meydanına toplayıp işkence ediyorlardı. Ben o dönemlerde henüz çocuk yaştaydım, ne olduğunu bile anlayamıyordum. Annem Türkçe bilmiyordu. Ben de okulda öğrenmiştim. Annemle hastaneye ve devlet dairlerine birlikte gidiyordum. Tercümanlık yapıyordum çünkü Kürtçe konuşmak yasaktı. Eğer Kürtçe konuşursanız hiçbir şekilde işiniz yapılmazdı"

*******

1970'ler ve 80'lerde süregelen zulmün 1990'lı yıllarda daha da ağırlaştığını, hayatın her geçen gün zorlaştığını anlattı bana. 1990'lı yıllarda köyün erkeklerinin bir bir köyü terk ederek yurtdışına kaçtığını, zenginlerin eş ve çocuklarıyla, fakir olanların ise ailelerini en yakınlarına teslim ederek Almanya,  İngiltere, Fransa ve Kanada gibi ülkelerin yolunu tuttuğunu ekledi sonra. İnsanların yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakılmasının, özellikle Alevilerin ve Kürtlerin göç ettirilmesinin o dönemlerde bir devlet politikası olduğunu söyledi.  "Bacası tüten tüm ocaklar teker teker sönüyordu. Köyde bir tek yaşlılar kalmıştı. Beş abim işsizlik ve baskılardan dolayı tek tek köyü terk ettiler, yurt dışında sığınmacı oldular. Maraş tarafından o kadar çok göç olmuştu ki, sonradan yönetmenliğini Xaiver Kolker'in yaptığı ve gişe rekorları kıran 'Umuda Yolculuk" filmi bu hikâyeyi anlatır aslında."

Bu yıllarda evlenmiş Güllü abla eşi Cuma ile. Aynı yıl kızı Suzan dünyaya gelmiş. Köyün erkeklerini tek tek yurt dışına göç etmeye mecbur eden koşullar, Güllü abla ve ailesini de yurt dışına gitme arayışlarına itmiş. Belki Kanada'ya gideriz umudu ile tutmuşlar Kıbrıs'ın yolunu. İkinci kızı Fidan da Kıbrıs'ta doğmuş böylece.

*******

O günleri anlatırken "Kadın olmak zaten başlı başına zor" diye girdi cümleye. "Bir de gittiğiniz yere yabancı olmak da eklenince işler iyice zorlaşıyor.  Ama ben hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. Fidan Kıbrıs'ta doğdu. Ana okul, ilkokul, ortaokul ve liseyi adada okudu. Kızım bir adalıydı. Türkiye'yi yaz tatillerinde birkaç defa görmüştü.  Burada doğduğu halde dönemin hükümeti vatandaşlık vermedi. Doğup büyüdüğü yerde yabancı muamelesi gördü. Kaç defa giriş-çıkış yapmak zorunda kaldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik bölümünü kazandı. Ankara'ya gitti. Büyük kızım Suzan burada tarih öğretmenliği okudu. Beraber büyüdüğü arkadaşları burs alırken ben taksitleri ödeyebilmek için üç işe gidiyordum. Sabah ev temizliğine gider, öğleden sonraları da apartmanların merdivenlerini silerdim. Akşam 8'den gece yarısı 12'ye kadar ütü yapardım. Oysa ben anamın tek kıymetli kızıydım. İlk iş günümü hiç unutmam; çok zoruma ve ağırıma gitmişti tanımadığın insanların evini temizlemek… Çok ağladım, çok üzüldüm ama yapacak başka bir şey yoktu. Ya bu dereyi gideceksin ya da bu elden gideceksin. Kızlarım için çalıştım, çünkü kızlarım okumalıydı. Altın bileziğini kollarına takmalıydı. Benim çektiğimi çekmesinler diye hep… Bazen insanlar benimle alay ederdi, hani ne Türkçeyi ne Kürtçeyi tam olarak konuşamıyorsun diyerek. Ona rağmen ben Kürtçeyi kızlarıma da öğrettim. Onlar da konuşuyor. Ağaç kökünde ağırdır. Bir lisan, bin insan boşuna dememişler. "

*********

"Gelen Türk, giden Türk" politikası ile yıllarca adaya gelen insanlara vatandaşlıklar konusunda sağlanan kolaylıklar, gelenler Kürt ve Alevi olunca ortadan kalkmış. Güllü ablanın kızı Suzan, üniversiteye hazırlanırken geçirdiği bir rahatsızlık yüzünden bir yıl boyunca İstanbul'daki hastanelere gidip gelmek zorunda kalmış ama vatandaş olmadıkları için devlet desteği hiç alamamış. "Devletin hiçbir imkânından yararlanmadık. Bizim de sigortamız vardı; biz de vergimizi veriyorduk ama kurula kabul etmiyorlardı çünkü vatandaş değildik. Eşimin çalışma izni vardı, sigortası vardı ama katkılardan yararlanamıyorduk. Çünkü vatandaş değilsen ötekisin."

*****

"Dile kolay, 27 yıldır burada yaşıyorum, kendimi hem Adalı, hem Alevi hem de Kürt olarak görüyorum" diyor ve ekliyor "Kıbrıslıların kültürlerini ve yaşam tarzlarını bize çok benzetiyorum." Sonra Alevilik nedir diye sorduğum soruya karşılık : " Önce insan olmaktır. Eline, beline, diline sahip olmaktır. Temelinde koşulsuz sevgi bulunan, bütün evrene yani canlı- cansız tüm varlıklara saygılı olan… Yaşamının her anını ibadet sayan, şeriatın bağnaz kurallarını kabul etmeyen, aslı doğruluk kemali dostluk olan… Görüşü eşitlik, hazinesi bilgi ve edep olan… İnsanı yücelten ve tüm bunları kırklar ceminde yücelten ve hak ve hakikat nezdinden Ali'yi sembolize eden canların inanç sistemidir" diyor.  "Peki, ibadetini yerine getirebiliyor musun?" diye sorunca "Nerdee" diye bir iç çekiyor ve diyor ki "Bir Cem Evimiz bile yok.  1995'te temeli atılan Cem Evi halen bitmedi. Ama bitmiş olsaydı bile orayı idare edecek bir dedemiz bir anamız yok. Karpaz'daki canlar, Yeşilırmak'taki canlar nasıl ulaşım sağlayacak oraya. Bu da Türkiye'nin bir politikası… İnsanları sunnileştirmek için elinden geleni yapıyor. Kıbrıs'ta son 15 yılda onlarca cami yapıldı. Bizim de ödediğimiz vergilerle camilerin elektrik faturası, su faturası,  imamların maaşı ödeniyor ama bizim cem evi bitmedi. Adalet mi bu?"

*****                                         

Sohbetimizin sonunda Kıbrıs sorununa ve barışa geliyor laf. "Umudun Tavan yaptığı Annan planı döneminde barış olmasını çok istedim; Kıbrıslı insanlarla birlikte mitinglere gittim. Barış için koşturdum. Bu ülkenin insanları barışı hak ediyor" diyor. Sonra, Annan Planı döneminde henüz öğrenci olan kızına sürekli "Barış olursa sizi bu ülkeden gönderecekler" diye gözdağı verenleri anlatıyor. "Kızım da,  yeter ki barış olsun,  valizimiz var gerekirse alır giderim diye cevap vermiş" diyor. Çaylarımızı bitirirken "son olarak söyleyeceklerin Güllü abla" diyorum. Uzaklara dalan gözlerini bana çevirip "Biz hayata 4-0 yenik başladık, Alevi olmak, Kürt olmak, kadın olmak, bir de buna sosyalist olmak eklenince mücadele ettiğimiz koşullar hep çok zor oldu. Tek dileğim bir an önce Kıbrıs'a barış gelsin,  barış içinde kardeşçe birlikte yaşayalım"

 

 

Dergiler Haberleri