Umut

Umut


Tufan Erhürman

Bazen iki adım ileri, bir adım geri atarsınız; hatta bazen bir adım ileri, iki adım geri. Bazen daha da zorludur süreçler. Uzun atlamada olduğu gibi, en ileriye atlayabilmek için epeyce geriye gitmeniz gerekebilir. Bazen de durursunuz sadece. Sert esen fırtınaya karşı dimdik, yerinizden kıpırdamamacasına öylece durur, onun yorulmasını ve yavaş yavaş dinmesini beklersiniz. Bütün mesele, toplumunuza, kendinize, belki de yalnızca “insan” denilen şu varlığa güvenip güvenmemenizdir.

Alaca karanlığa dayanmak, o yarı karanlıktan doğacak güne dair bir umut devşirmek nispeten kolaydır da, zifiri karanlıkta gelecekten medet ummak her yiğidin harcı değildir. O kapkara karanlık bastı mıydı, yanında birini bulmak, hatta yanındakini görmek dahi imkansızlaşır. Herkes kendi derdine düşer; düşerse kalkmak için yanındakileri çekiştirip düşürmekten çekinmez.

Karanlık, hüzünle, kederle, çaresizlikle özdeşleştirilir çoğu zaman. Ama onu doğacak günün habercisi olarak görenler de vardır. “Can dayanır, keder yorulur” der Moğollar. Can insandır; dayanır. Nelere dayanmadı? Elbet bu karanlığa da dayanır.

“Zulmün artsın” der Yaşar Kemal karanlığın sahiplerine. Anadolu’da zalimlere, “zulmün artsın ki çabuk zeval bulasın”, yani hızla yok olasın dendiğini anlatır. Zulüm ne kadar artar, karanlık ne kadar bastırırsa, yoğa karışmasının da o kadar çabuk olacağını bilir erenler.

Zulüm de yorulur, keder de yorulur, hüzün de, çaresizlik de. Can dayanır. İçindeki umudu sıcak tutar; dayanır! Moğollar’ın şarkısında su gibidir umut. Hani su akar da yolunu bulur ya! Ara ara kaybolsa, görünmez olsa da, umut da elbet yolunu bulur. Marifet onu tüketmemek, sıcak tutmaktır. İşte onu sıcak tutanlar, zifiri karanlıkta yanındakini göremese dahi onun omzunun omzuna değdiğini hissedenlerdir. Kolay değildir. Marifettir ve tabii ki marifet iltifata tabidir.

Ama iltifat beklemez bu yollarda yürüyenler. Hatta mültefit olanlardan çekinirler. Eylemektense eylemeye kalkanlara iltifat etmekle meşgul olanların gün gele bıçağa yumruk vurup kan içinde kalanları idam sehpasındaki idamlığı seyreder gibi ince bir hazla seyretmekten imtina etmeyeceklerini bilirler. Şakşakçılara da, yuhalayanlara da kulakları tıkalıdır. Yalnızca omuzlarını omuzlarına değdirmeye cesaret edenlerle birlikte yürürler. Bir adım öne, iki adım geriye, belki daha da geriye... Ama hep yoldadırlar. Arada dursalar da, sert esen fırtınaya meydan okumak için, o dindikten sonra yürümeye devam etmek için dururlar. Ve durduklarında dahi, kenarda değil, yolun tam ortasındadırlar.

Fuzuli’nin dediği gibi, mevsim bahardır amma “bülbül hâmuş, havz tehî, gülistan harâb”tır. Bülbül susmuş, havuz boş, gül bahçesi virandır. Yol uzun, yürümek meşakkatli, omuzları birbirlerinin omuzlarına değenler tenhadır.

Yine de can tende durdukça umut vardır. Elbette bu kederi yüreklerimize zerk eden zalim de, kendini kader olarak dayatan bu zifiri karanlık da yorulacak, sancılar içinde günü doğuracak, en bulanık sular bile durulacak, umut kaybolsa da yolunu bulacaktır.

İş ki fırtınanın hiç geçmeyeceğini sanıp da yol kenarına savrulanlardan olmayalım!

Dergiler Haberleri