Kıbrıslı Türklerin gelecek kaygısını bilmeyenler, “mali protokoller”le bu yoksunluğun ortadan kalktığını sanıyorlar.
Dünyada kimliksizliğin ne demek olduğunu anlamayanlar, “devlet taklidi” bir modelle bu toplumu kandırdıklarını sanıyorlar.
Yanıldıkları bu!
Statü ve sözcük oyunları hayatın yerini tutmuyor.
Uluslararası hukuk içinde bir konum istiyoruz biz!
Tanınmış bir ülke, gerçekten…
Bir gelecek!
“Seyirciyiz” şimdi!
“Oyuncu” olmak istiyoruz.
Başkalarının oyunu içinde “figüran” değil…
Meydan aslında bunu söylüyor.
O nedenle yine sokağa yığılıyor toplum...
Salgın koşullarında kimselere “yaranma” güdüsü olmadan meydana iniyor.
Kitlesel bir isyan bu!
Canı pahasına...
Bu mesajı anlamaları gerekir.
Öyle talimatla, ricayla, korkuyla değil...
Hele gençler!
Uçsuz bucaksız yaratıcılıkları ve samimiyetleriyle, altı boş vaatlere meydan okuyorlar.
Yarınları için direniyor gençler ve adadaki umut yitimine, yozlaşmaya, çürümeye, hayat alanlarındaki daralmaya, kültürel saldırıya, irade yıkımına güçlü bir itiraz sergiliyorlar.
Özellikle gençleri söylüyorum çünkü yarını onlar kuracaklar.
Dünyadaki “normal” ülkelerin insanından ilham alıyor bu toplum, “sığıntı” gibi yaşamayı ve her farklılıkta “aşağılanmayı” reddederek.
“KKTC” diye anılan “vilayet” gelecek ön görmüyor.
Aslında, gencecik bir evladın elindeki pankart tüm masumiyeti ve esprisiyle gerçeği anlatıyor:
“Çikolata dişimi çözümsüzlük düşlerimi çürüttü.”
Devletiniz ayrı olmuş da...
Dünyada bir kimliğiniz olmamış neye yarıyor.
Kendi kendini yalanlayan egemenlik masalları doyurmuyor karın...
Uluslararası hukuk içinde var olmak haysiyetle, kültürümüzle, değerlerimizle; hınca karşı kardeşlik, düşmanlığa karşı barış, bölünmeye karşı birlikte...
* * *
Gözünden yaş dökülen gençleri gördüm, slogan atarken...
“İki devlet” dedikleri model “çözümsüzlüğü” anlatıyor.
“Yeter” diyor iradenin gerçek sahibi!
Kendi yurduna ve toplumuna sırt dönenlerin ülkeyi getirdiği yer “ilhak” koşullarına evriliyor.
Kıbrıslı Türklerin kendi kimliği, kültürü, ülkesiyle dünyaya açılamadığı gerçeğini görmezden gelenler, bu durumu değiştirmeyecek çözüm formülleriyle iyice gerçekten kopuyor.
Barış ve işbirliği yerine sürekli hınç ve düşmanlık dilini konuşarak, aslında gerilim besliyorlar.
Unutuyorlar sanırım, elli yaşında insanlar bile bu adada hiç savaşmadılar!
“Türkçe” tanıdılar; talimatı, baskıyı, müdahaleyi...
Kıbrıslı Türklerden “itaat” ya da “minnet” isteyenler de Türkçe konuşuyor, epey zamandır.
“Bu memleket bizim hatırlatalım” diyen son derece medeni çağrıya kulaklar tıkanmaya devam edilirse, çok daha büyüyecektir öfke, işte o zaman çok daha derinleşecektir saflar, öyle görünüyor.
Çünkü artık “eylem” değil “isyan”dır yüreklerden kopan...
Pandemi, yürüyüş, yasak!
Maraş’a “güya” açılış yapılırken Erdoğan’lı, Tatar’lı…
“Bir Zamanlar Kıbrıs” galasında hınç gösterisine alkış tutulurken…
YDP kurultayında oy verilirken alt alta, üst üste…
Hepsinde salgın koşulları vardı ancak Sağlık Bakanlığı’ndan “yasal işlem yapılacak” açıklaması gelmedi.
Baro eylemi…
Turizm eylemi…
29 Ekim yürüyüşü diye onlarcasını sıralarım…
Ne yazıktır ki adil davranmadı “bilimsel” durması gereken insanlar!
Miting öncesi peş peşe açıklamalar yapıldı, tehdit gibi…
“Eylem, miting ve törenlerle ilgili karar Resmi Gazete'de yayınlanmıştır” telaşı, politize olmuş bir tavırdı.
Eylem, bir varoluş meselesiydi…
Yine de…
Sağlık Üst Komitesi direktifiyse eğer…
Bakanlar Kurulu kararıysa…
Hükümet görevini yapmalıdır.
Derhal mitinge katılan herkese, tek tek, dava okuyunuz, tutuklayınız, işlem yapınız.
Gösteriniz kararlığınızı, duruşunuzu, otoritenizi...
Şimdi görev hükümetin!