Psikoterapist Görem Uygun:
“Umutsuz ve mutsuzuz… Çünkü üretemiyoruz”
“Şu anda ülkemize dönüp baktığımızda bu üçgendeki güç dağılımının eşit olmadığını görüyoruz. Birey şu anda bu üçgende kendini en güçsüz olarak gören ayak bana göre ve bireyin hissettiği bu yetersizlik doğal olarak toplumu da, bu şekilde değerlendirmesine neden oluyor.”
Tanju KONURALP
Tüm savaş geçiren ülkelerde olduğu gibi, bizim ülkemizde de kalıcı bir travmanın yaşandığı kaçınılmaz bir gerçek. Savaşın etkilerinin yanı sıra, dış etkenler, ülkedeki siyasi ve ekonomik buhranlar; toplum olarak ciddi bunalımlar yaşamamıza neden olmakta. Bu konuda her ne kadar, tam anlamı ile bir farkındalığımız olmasa da, genel bir bakışla, ülke ve toplumun içerisinde bulunduğu negatif yapı ortada. YENİDÜZEN, toplumda yaşanan ve çoğu göz ardı edilen travmaların neden ve sonuçlarını, Psikoterapist Görem Uygun ile görüştü. Sorunların en temelinde üretememenin yer aldığını vurgulayan Uygun, genel anlamda birçok sorun ve bunların sonucunda ortaya çıkan kayıplar ile ilgili bizleri bilgilendirdi.
Bize kısaca çalıştığınız alanla ilgili bilgi verir misiniz?
Yakın Doğu Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunuyum. Aynı üniversitenin Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programında tez aşamasındayım. Aynı zamanda Almanya Pozitif Psikoterapi Enstitüsü ve Kıbrıs Türk Ruh Sağlığı derneğinin eğitimlerini yürüttüğü ‘Pozitif Aile Psikoterapisi Uzmanlık (Yüksek Lisans) eğitimini de sürdürmekteyim. Cinsel İşlev Bozuklukları ve Cinsel Tedaviler Uzmanlığı supervizyonlarım da devam etmektedir. Yaklaşık 7 senedir psikoterapist olarak hizmet vermekteyim. Ağırlıklı olarak ergen ve yetişkin bireysel psikoterapi, madde bağımlılığı sonrası uyum problemleri ve cinsel işlev bozuklukları(vajinismus, erken boşalma, sertleşme problemleri ve cinsel istek bozuklukları) alanında danışan görmekteyim.
Şu anda ülkemizde yaşanan sorunları bir psikolog olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası bu soruya cevap vermek çok kolay değil. Çünkü bir tek dinamikle ve sadece bireysel olarak açıklayamaya çalışmak oldukça kısır bir açıklama olur. Birbirini etkileyen ve birbirinden etkilenen dinamikler söz konusu. Birey, toplum ve iktidar üçgeninde değerlendirmeye çalışacak olursak, her birinin hem birbirinden etkilenen hem de birbirini etkileyen güce sahip olduğunu biliyoruz. Ama şu anda ülkemize dönüp baktığımızda bu üçgendeki güç dağılımının eşit olmadığını görüyoruz. Birey şu anda bu üçgende kendini en güçsüz olarak gören ayak bana göre ve bireyin hissettiği bu yetersizlik doğal olarak toplumu da, bu şekilde değerlendirmesine neden oluyor. Tabi bireyin bu şekilde hissetmesine neden olan ve bir realite olarak da bireyi bu şekilde güçsüz ve yetersiz kılan nedenler de oldukça güçlü. Yani kimse olmayan bir şeyi hissetmiyor, var olan bir realiteyi doğal olarak kişiselleştirip, içselleştiriyoruz ve bu birey üzerinde yetersizlik, değersizlik, umutsuzluk ve tüm bunların sonucu olarak mutsuzluğu da beraberinde getiriyor. Amaçsızlık ve İnançsızlığı tüm bunların sebebi veya sonucu olarak da görebiliriz. Yani hissedilen bu yetersizlik, değersizlik, umutsuzluk ve mutsuzluğun sonucu olarak da birey, kendisine inancını yitirmiş olabilir ve amaç oluşturamayabilir veya kendine olan inancını kaybetmesi ve amacının olmamamsı da beraberinde bu duyguları getirebilir. Bunu tabi daha spesifik anlamda değerlendirmek gerekir. Ama bireyin ve dolayısıyla bireylerin oluşturduğu toplumun genel profilini bu şekilde değerlendirmek yanlış olmaz diye düşünüyorum; yetersiz, değersiz, umutsuz ve mutsuz.
Bu gün bizim toplumumuzun içerisinde bulunduğu durumun temelinde yatan nedir?
Bireyin/Toplumun bugün bu durumda olmasını tek nedeni İktidardır. İktidar derken sadece Hükümeti kast etmiyorum tabi; Hükümet de dahil olmak üzere, Erk’i elinde bulunduran her kişi ve kurumun bireyin/toplumun bu şekilde hissetmesinin üzerinde payı var. Yetersiz hissediyoruz, çünkü üretemiyoruz, üretmeye kalktığımızda önümüze çıkan bir dolu engel var. Gerek iç gerek dış güçlerce hepimizin bildiği belli nedenlerden dolayı ülkede üretim konusunda bir kısırlaşma var. Bireysel çabalarla gerçekleşen üretimin de desteklenmediğini hatta özellikle Kıbrıslı her anlamda üretmeye çalışan insanın yoluna çıkan engelleri hepimiz bireysel anlamda, birçok alanda yaşıyoruz. İnsan olmanın en önemli gereklerinden birini yerine getiremeyen ve ürettiği de değer bulmayan birey kendini değersiz hissediyor.
Nedir tam anlamı ile bizi değersiz hissettiren?
Değersiz hissediyoruz, çünkü üzerinde yaşadığımız topraklarda bizi değerli hissettirecek davranışlara ve tutumlara maruz kalmıyoruz. Yollarımız delik deşik, Lefkoşa’nın durumu aşikar, çöpe bile bağışıklık kazandık, devletin ve hükümetin vatandaşını sadece oy olarak gördüğü her gün fazlasıyla hissettiriliyor bize… Dünyanın her yerinde devletin ve hükümetin asli görevleri olan her şey, bizim ülkemizde bize sunulmuş bir lütuf olarak gösteriliyor. Tüm bunlar ve daha birçok neden birey olarak değersiz hissetmemize neden oluyor. Umutsuzuz, çünkü içinde yaşadığımız toplumda değişimin gerçekleşeceğine olan inancımız oldukça azalmış durumda… ‘Hiçbir şeyin değişeceği yok’ bugünlerde çok sık duymaya başladığımız cümlelerden biri… Yetersiz ve değersiz hisseden bireyin bir şeyleri değiştireceğine olan inancı da o paralelde azalıyor. Ve tüm bunların sonucu olarak giderek mutsuzlaşan bireyler… Siz yetersiz, değersiz ve umutsuzken mutlu olabilir misiniz? çok zor!
Anlattığınız tablo çok da iç açıcı bir tablo değil. Peki, nasıl baş ediyoruz biz tüm bunlarla? Yani bu tablo bireye ne şekilde yansıyor? Ülkemizde son zamanlarda artan madde kullanımını tüm bu söylediklerinize bağlayabilir miyiz?
Elbette bağlayabiliriz. İşte tam bu noktada her birey kişisel baş etme yöntemleri geliştiriyor. Kimi eylem yaparak tepkisini ortaya koyuyor, kimi bize dayatılan bu sisteme uyum sağlayarak, kimi ilgilenmeyerek, kimi de gerçeklerden kaçarak. İşte bu kaçış noktasında madde kullanımı gündeme geliyor. Kişinin kısa anlarda da olsa, kendi yetersizliğinden, değersizliğinden, umutsuzluğundan ve mutsuzluğundan kaçtığı sandığı anlarda… Ama bu o kadar aldatıcı bir kaçış ki, beraberinde çok daha büyük sorunları ve çıkmazları getiriyor.
Ne tür sorunlar getiriyor?
Sadece madde değil, kumar ve alkol bağımlılığı da bu şekilde gelişiyor. Her biri için farklı dinamiklerden bahsetmemiz gerekse de, temelde nedenleri aynı noktada birleşiyor. Tabi bu noktada özellikle ülkemizdeki aile yapısından da bahsetmek gerektiğine inanıyorum. Savaş toplumuyuz ve travma açısından değerlendirecek olursak, bir toplumun yaşadığı savaş buna bağlı gelişen travmaları atlatması için çok uzun bir süreden bahsetmiyoruz. 40 sene bir savaş travması ve arkasından gelen buna bağlı birçok travmayı atlatabilmesi için yeterli bir süre değil. Özellikle toplumun bu travmayı en iyi şekilde atlatabilmesi için hiçbir şey yapılmamışsa, hatta travmasının üzerine daha birçok travma eklenmişse… Gördüğünüz gibi konu biz ne kadar spesifik anlamda bir değerlendirme de yapmaya çalışsak da aynı yere geliyor yani bize dayatılan bu sisteme…
Gençleri ele alırsak, bu travmaların sonuçları onlara nasıl yansıyor?
İşte tüm bu travmaların içinde hayatını sürdürmeye çalışan aileler, kendi yaşadıkları mahrumiyeti çocukları yaşamasın diye onlara çok fazla imkan sunmaya başladılar. Daha doğrusu bir noktada ebeveynlerin bu toplumda yaşadığı yetersizlik duygusu doğal süreçte yetiştirdiği çocuklara da yansıdı… Sonuçta kendi ülkenizde inisiyatif alamıyorsunuz. Bakın yönetim odaklarına, inisiyatif kullanmaktan aciz yöneticilerle dolu… İşte o sorumsuz diye nitelendirdiğimiz gençler de bu ülkede yaşıyor ve düzen içselleştirilen bir şeydir… Kendi kendini yönetemeyen bir toplumun kendini bulamayan çocukları onlar… İnisiyatif alamadıkları, duygusal olarak çocuklarına yetemedikleri noktada maddi olarak sunulan olanaklar da yetmiyor işte bir noktadan sonra bireyin değerli hissetmesine…
Bizim Ana’mız olarak başka bir devletin gösterildiği bir ülkede, çocuklarımıza ne kadar analık babalık edebiliriz ki? Veya edersek de ne kadar yetebiliriz? Biz bu kadar yetersiz hissederken, bizim yetiştirdiğimiz çocuklar kendilerine ne kadar yetebilir? İşte tüm bu dinamikler bahsettiğimiz sorunların üstündeki görünmeyen güçlerdir. Konuşmamızın başında söylemiştik ya, hem birbirinden etkilenen hem birbirini etkileyen dinamikler…
-----------------------------------------------------------------------------------------
Ne yapmalı?
Peki, nasıl çıkacağız bu işin içinden? Hem birey olarak hem toplum olarak nasıl inancımızı ve gücümüzü tekrar kazanacağız?
Tabi bu sorunuz bütüncül bir yaklaşımla cevap verilebilecek bir soru ama ben bireysel olarak gözlemlerimi de göz önünde bulundurarak cevap vermeye çalışayım sorunuza. Kendimize olan inancımızı yeniden kazamaya çalışmak önemli bireysel anlamda… Birey olarak var olan potansiyelimizi kullanabileceğimiz en etkin şekilde kullanmamız gerekiyor. Yeniden insan olduğumuzu, üretebildiğimizi hatırlamak adına… Yazın, örgü örün, çiçek ekin, resim çizin, ders verin, meyve yetiştirin, yardım edin, bireysel anlamda üretebileceğiniz ne varsa üretin! Hem birey olarak hem toplum olarak üretebildiğimiz sürece var olabileceğimize inanıyorum. Tabi bu noktada bireysel olarak üretkenliğinizin önündeki engelleri doğru şekilde saptayıp değerlendirmek ve bizden kaynaklananların üstesinden nasıl geleceğimizi bulmak önemli bir adım olur!
Nasıl gelebiliriz bu sorunların üstesinden?
Bu noktada bireysel olarak üstesinden gelemediğiniz konularda, profesyonel psikolojik destek almaktan da geri durmamak gerekiyor! Bir diğer nokta da ürettiklerimizin değer bulduğu bir ülkede yaşamak ki; bu insan olarak hepimizin hakkıdır. Bu konuda elimizdeki en önemli güçlerden biri vereceğimiz oy. Seçeceğimiz insanların bize hak ettiğimiz geleceği ve yaşamı sunacak vizyona sahip olup olmamaları önemli bir kriter olmalı bana göre. Her ne kadar ülkemizin konumu ve durumu gereği birçok dinamik söz konusu olsa da, bize kendimizi yeniden yeterli, değerli hissettirecek, umut olacak, bugünümüze ve gelecek nesillere dair vicdanımızı rahat kılacak, mutlu kılacak seçimler yapmamızın, bireysel anlamda da kendimize karşı saygımızı arttıracak bir davranış olacağına inanıyorum.