Kendimize reva gördüğümüz bir başka bahtsız varoluş biçimi, umutsuzluk eşiğinde salınıp durmak olurdu. Veya orada sıkışıp kalmak... Sıkışıp kaldığımız eylemsizlik hali içerisinde huzursuz söylenmeleri, sıkıcı homurdanmaları ve kibirli pasifliği veya pasifliğin kibrini durmadan tekrar etmek; o boğucu tekrarlarda silik bir sessizliğe bürünmek... Başımıza gelebilecek bir başka kötülük de bu olurdu işte... Kendi kendimize giydirdiğimiz bir acizlik gömleği.
Ne iyi ki öyle olmadı!
***
“Demokrasi ve İrade” yürüyüşü sadece Türkiye'deki AKP'ye ve cümle milliyetçi cepheye mesaj vermedi. Evet, tam da olması gerektiği gibi AKP'ye ve onun buradaki 'ulusal' şubelerine “biz varız, bir yere gitmiyoruz, bu memleketi boş bırakmayacağız” mesajı verdi. Zaten her şeyin apaçık olduğu, gözümüzün önünde yurt, kimlik ve irade katli yapıldığı bir ortamda daha başka hangi mesaj verilebilirdi ki?
***
Ama sadece bu değil... “Demokrasi ve İrade” yürüyüşü dışarıya “irade biziz, vazgeçmeyeceğiz” mesajı verdiği gibi aynı zamanda içeriye de “umutsuzluğa kapılıp sosyal medyada kuruntu yapacak zamanımız yok” mesajı verdi. Binlerce insan, iradeye, demokrasiye, özgürlüğe ve kimliğine sarılmanın yanında; yolların tükenmediğini, yeni başlangıçların kıvılcımını yakmanın tam zamanı olduğunu haykırdı. Umutsuzluk eşiği aşıldı.
***
Umutsuzluk eşiği aşıldı... Özellikle de gençlerin, AKP müdahaleleri ablukasında politize olan yeni kuşakların coşkusu ve heyecanı ile... Aynen yaşam döngüsü gibi, direniş döngüsünün de işlediğini gördük. 2004'de İnönü Meydanı'na anne-babalarıyla giden çocuklar, bu kez üniversite mezunu gençler olarak gittiler. 2004'de liseli ve üniversiteli olan gençler ise bu kez 30'larını aşmış ama içlerindeki varoluş huzursuzluğu dinmemiş, öfkesi hala genç bireyler olarak gittiler...
Evet, umutsuzluk eşiği aşıldı, çünkü direniş döngümüz hala diri, hala işliyor ve hala birilerine korku salıyor...
***
Ve bir direniş, sözünü en fazla meydanlarda kurar... Bir irade, bir yurt, özgürlük ve demokrasi bürokrasi masalarında veya ağdalı cümlelerde değil, yürek kadar derinleşen, düşlerimiz kadar sonsuzlaşan ve umudumuz gibi genişleyen meydanların üzerinde kurulur. Hatta bir meydandan bahsetmeye kalktığımızda, o meydanın ismi bile birçok şey söyler. Bundandır iktidarların direnişin belleğini yok etmek için tüm meydanların, sokakların, köylerin ve şehirlerin isimlerini değiştirmeye kalkması.
***
Ve tam da bundandır ki, meydanları boş bırakmamak gerektiğini hatırlamak hiç de yavana atılacak bir eylem değildir. “Demokrasi ve İrade” yürüyüşü ile bir kez daha belleklerimize kazıdık, İnönü Meydanı'nın, İnönü Meydanı olduğunu! Bir slogan, bir söz, bir ifade ve en çok da bir tavır ve direniş! Şimdi herhangi birimize sorarlarsa eğer, neredesin, hangi taraftasın diye hepimiz “İnönü Meydanı'ndayız” demeliyiz. Çünkü bir ülkeye, bir yurda, özgürlüğe ve iradeye sahip çıkmanın yolu, o ülkenin sokaklarına ve meydanlarına sahip çıkmaktan geçiyor.
***
Umutsuzluk eşiği aşıldı. Peki ya sonra? Birçok nedenden dolayı tarihsel süreç içerisinde kazandığımız ve geliştirdiğimiz en önemli özelliğimiz, belli ki reaksiyon gösterme özelliğimizdir. Son süreçte -suskunlara, muhafazakar ve dogmatik solculara, tavırsızlara ve oldukları yerden homurdanmaktan başka bir şey yapmayarak sadece bir homurtudan ibaret hale gelenlerin varlığına rağmen- bunu ne kadar ustalıkla yapabileceğimizi de gösterdik. Ama peki ya sonra? Artık direniş ve reaksiyon döngülerimizi derinleştirip ortak hedefler doğrultusunda elimize bir de pusula almamız gerekmez mi? Bunun vakti gelmedi mi?
***
Ne yazık ki döngüsü baki kalmakla birlikte direnişlerinin saman alevi gibi sönüp gittiği bir mücadele tarihimiz var. Umutsuzluk eşiği aşıldı, fakat devamını getirmek için bundan sonra daha fazla çabaya, cesarete, düş gücüne ve kolektif iradeye ihtiyaç var. Hiçbir şeyin reçetesi yok, direnişin hiç yok. Fakat ortak hedefler yaratamadığımız, ortak değerler ve ilkeler zemininde kolektif mücadele ağları öremediğimiz sürece, coşku dolu direniş gecelerinin anılarında sıkışıp kalacağız. Sadece kültürel-politik değil, aynı zamanda ekonomi/ekolojik-politik zeminlerde de somut ve elde edilebilir hedefler etrafında örgütlenip yaktığımız bu kıvılcımın tüm ülkeyi saran bir ateşe dönüşmesini sağlamalıyız.
***
Çünkü özgürlük emek ister!