Doç. Dr. Özüm Sezin Uzun
ozum.uzun@gmail.com
İnsan-mekân ilişkisi edebiyattan mimariye, coğrafyadan matematiğe, felsefeden siyaset bilimine birçok disiplinin konusu olmuştur. On sekiz Nisan’da Columbia Üniversitesiyle başlayan ve kısa sürede Amerika Birleşik Devletleri’nde 140 üniversiteye, akabinde Avustralya, Kanada, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi birçok ülkedeki üniversitelere yayılan İsrail’in Gazze politikalarına karşı protestoların, insan-mekân ilişkisiyle de ilgili bir tarafı vardır. İnsan kavramı çerçevesinde protestolarda dile getirilen insani krizin sona erdirilmesi talebi ve mekân olarak üniversite kampüsleri, insan-mekân ilişkisinin kavramsal tartışmalarına katkı sağlayabilir.
Sosyoloji ve Siyaset Bilimi literatürlerinde mekân kavramı, barınmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. İnsanların sosyalleştiği, kimliğini oluşturduğu ve siyasal eylemlerini duyurduğu bir alandır. Sabit değildir, değişkendir ve sosyal ilişkilerin ve ideolojilerin yeniden üretildiği bir yerdir. Henri Lefebvre Mekânın Üretimi adlı kitabında toplumsal ilişkilerin ve toplumsal mekânın karşılıklı olarak yeniden üretimi çerçevesinde mekânı kavramsallaştırır ve “Algılanan, Kavranan ve Yaşanılan” olarak adlandırdığı üçleme çerçevesinde ele alır. Mekân kavramı siyasetle, iktidarla yakından ilgilidir. İktidarın, toplumsal kimliği ve toplumsal mekânı inşa eden karşılıklı toplumsal ilişkileri kapsadığını savunan Chantal Mouffe da mekânı aynı perspektiften kavramsallaştırmaktadır. Hannah Arendt’in kamusal alan tanımı da aynı perspektifi yansıtır. Arendt’e göre, kamusal alan “(…) insanların başkalarını görmek ve duymak, başkaları tarafından görülmek ve duyulmak olanağına sahip olduğu müşterek bir ‘görünümler alanı’dır.” (1) “Kanaatlerin oluştuğu, paylaşıldığı ve çarpıştığı bir çoğulluk ve etkileşim sahası” olan kamusal alanlar, tartışarak dünyayı insanileştirdiğimiz, konuşma esnasında insan olmayı öğrendiğimiz mekânlar olarak kavramsallaşır (2). Jürgen Habermas’a göre de “kamusal alan, bir köy kahvesinden, bir televizyon kanalının açık oturum programına, toplumsal politikalar konusunda yayımlanan akademik içerikli bir dergiden, günlük bir gazetenin okuyucu mektubu sayfalarına, üniversitede düzenlenen bir konferanstan, bir sivil toplum örgütünün düzenlediği gösteri yürüyüşüne kadar birçok farklı mecrada varlık bulabilir.” (3) Son bir aydır üniversite kampüsleri bir kez daha bilimsel bilgi üreten ve öğretilen bir mekânın ötesinde bir alan olarak uluslararası siyasetin gündemindedir.
Protestoları tetikleyen Orta Doğu’daki gelişmelere geçmeden önce, üniversite kampüslerinin siyaset açısından mekânsallığına değinmek gerekir. Aristoteles’e göre insan, doğası gereği politik bir hayvandır. Dolayısıyla, bilginin eleştirel düşünce temelinde üretildiği ve öğretildiği yüksek öğretim kurumlarında siyasi gelişmelerin yakından takip edilmesi ve protestoların üniversite kampüslerinde gerçekleşmesi şaşırtıcı değildir. Bu durum demokratik ülkelere özgü değildir. Otoriter toplumlarda da üniversite kampüsleri eğitimli genç nüfusun iktidar politikalarını eleştirdikleri ve taleplerini dillendirdikleri alanlar olmuştur. Üniversite öğrencilerinin siyasi konularda aktif olmayı, tartışmayı, seslerinin duyulmasını ve yaşadıkları ülkenin politik kararlarını etkileyebilmeyi istemeleri olağandır. Dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelerle ilgilenmeleri de doğaldır. Bundan dolayı, üniversite kampüsleri siyasi, ekonomik ve sosyal taleplerin dillendirildiği yürüyüşlerin, gösterilerin ve protestoların mekânı olmuştur. Bu noktada şiddet içermeyen gösterilerle şiddet barındıran radikal protestoları birbirinden ayırmak gerekir, çünkü Colombia örneğinde olduğu gibi radikal protestolar da üniversite kampüslerinde gerçekleştirilmiştir. Ancak mevcut protestoların niteliği şiddet içermemekte, aksine var olan şiddet kaynaklı insani krizin sona erdirilmesini talep etmektedir. Barışçıl olan ve fikir özgürlüğü çerçevesinde yapılan protestolar siyasi gelişmişlikle, bireysel özgürlüklerle, demokratikleşmeyle ve sivil toplumun güçlenmesiyle de yakından ilgilidir. Demokratik devletlerle otoriter devletler arasındaki fark da bu gösterilere karşı tutumlarında görülür. O nedenle, üniversite kampüslerinin Arendt’in “tartışarak dünyayı insanileştirdiğimiz” mekânlar olarak görüldüğü, kullanıldığı taktirde ve silahlı çatışma alanlarına dönmediği sürece çoğulcu bir toplum yaratma şansımız vardır.
İktidar erklerinin politikaları, üniversite kampüslerini mevcut protestoların mekânı durumuna getirmiştir. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e düzenlediği roket saldırıları sonrasında şiddet sarmalı ivmelenmiş ve İsrail Hamas’a savaş ilan etmiştir. Şiddetin devamıyla rehine krizi çözülememiş, rehine krizinin devam etmesi savaşı daha da ivmelendirmiş ve Gazze’de derin bir insani kriz yaratılmıştır. İsrail’in Gazze Savaşı sürecinde askeri ve sivil mekânları ayırt etmeksizin bombalaması, Filistinli sivillerin maruz kaldığı orantısız şiddet politikalarına devam etmesi, insani yardımları engellemesi ve Gazze’deki sivil halkın evlerini terk etmek zorunda kalmaları, üniversite kampüslerinde protestolara neden olmuştur. Öğrenciler İsrail’in Gazze’de devam eden gayri-insani politikalarını durdurmasını talep etmekte ve üniversitelerinin İsrail’le ilişkisi olan şirketlerle finansal bağlarını koparmasını istemektedirler. Üniversitelerin bu şirketlerle ilişkisinin devam etmesi halinde savaş suçuna dahil olacakları görüşünü savunmaktadırlar. Kurumlar arası var olan finansal bağların kısa vadede sonra erdirilme olasılığı oldukça düşüktür, ancak bu protestoların İsrail politikalarına karşı uluslararası kamuoyunda farkındalığı arttırma ve bir norm oluşturma ihtimali yüksektir, çünkü protestoların odak noktası oldukça nettir. Dile getirilen taleplerin tamamen Filistinlilerin insani durumuyla ilgili olduğunu vurgulamak gerekir. Filistin meselesi çerçevesinde çözülememiş sorunlar, protestoların konusu olmamış, Filistinlilerin insani durumuna odaklanılmıştır. Bir başka ifadeyle protestolarda ne Filistin devletinin kurulma olasılığı ne İsrail devleti tarafından kurulan yeni yerleşim yerleri ne Filistinlilerin geri dönüş hakkı ne de Kudüs’ün statüsü gibi dondurulan sorunlar gündemdedir. Üniversite kampüslerinde insan odaklı talepler dile getirilmektedir.
Sonuç olarak, üniversite kampüsleri sadece bilimsel bilginin üretildiği ve öğretildiği bir yer değil, memnuniyetsizlik, öfke, hüsran ve taleplerin dile getirildiği mekânlar olmuştur. Tarihin çeşitli zamanlarında üniversite kampüsleri, ülkelerin siyasal rejimlerinden bağımsız olarak toplumsal hareketlerin ve sokak siyasetinin bir uzantısı olarak kullanılmıştır. Son aylarda İsrail’in Gazze politikalarına karşı yaygınlaşan protestolar da bir kez daha üniversite kampüslerini iktidar politikalarının eleştirildiği, kimlik ve toplumsal ilişkilerin yeniden üretildiği mekânlara dönüştürmüştür. İsrail’in şiddet politikaları eleştirildiği kadar ulusal dış politika genelinde ve üniversiteler özelinde İsrail’le ikili ilişkilerin gözden geçirilmesi talep edilmektedir. Protestolarda etnik veya dini kimlikler bir tarafa bırakılarak Filistinlilerin maruz kaldığı olağanüstü şiddete ve Gazze’deki mevcut insani krize odaklanılmıştır. Unutmamak gerekir ki, mevcut durumun şimdilik göz ardı edilen başka bir boyutunda da insan-mekân ilişkisi vardır. Filistin Meselesi olarak adlandırılan ve kangrenleşen sorun tam da Filistinliler ve İsrailliler başta olmak üzere olası bir Filistin devletinin coğrafi sınırları konusunda insan-mekân ilişkisini kapsamaktadır.
Kaynakça
- Hannah Arendt, The Human Condition, Chicago: The University of Chicago Press, 1998, s. 50. Türkçe alıntı için Ahu Tunçel ve Kurtul Gülenç (eds.) Siyaset Felsefesi Tarihi: Platondan Zizek’e, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2014, içinde Devrim Sezer, “Hannah Arendt,” s. 650.
- A.g.e. içinde Devrim Sezer, “Hannah Arendt,” s. 651.
- A.g.e. içinde Murat Özbank, “Jürgen Habermas,” s. 760.