Mete Hatay
Kandem Chunreu Veronique adlı Kamerun vatandaşı bir kadının bir kaç ay evvel, olay çıkartma ve rahatsızlık verme suçundan polis tarafından tutuklanması adeta Kıbrıs’taki yüksek eğitim sektörü ve Afrikalı öğrencileri kamuoyunun gündemine taşıdı . Olayla yakından ilgilenen bazı gazeteciler polisin açıklamasının aksine esasında kadının çalıştığı iş yerinin ona dört ay boyunca hakettiği maaşı vermemesinden dolayı sinirlenerek elinde tuttuğu tabakları kırdığını iddia etti. Polis ise ifadelerinde zanlının 1 Eylül tarihinden bu yana KKTC’de yetkili makamlardan izinsiz bir şekilde ikamet ettiğini, KKTC’de kalacak yeri bulunmadığının ve geçim kaynağının da olmadığını iddia ettiklerini ve ayrıca yürütülen soruşturmada zanlının söz konusu iş yerinde çalışmadığının tespit edildiğini iddia etmişlerdi.
Mahkemede söz hakkı tanınan Kandem Chunteu Veronique ise yasa dışı durumda ikamet etme nedenini, 4 ay boyunca çalıştığı halde patronunun kendisini ödemediğini ve dolayısıyla okula kayıt yaptıramayarak kaçak duruma düştüğünü söyleyerek yanıtladı. Patronundan maaşını istediğinde ise ona hep şu an sıkışık olduğu ve daha sonra ona ödeme yapacağını söylediği için bugüne kadar polise şikayette bulunmadığını belirten Veronique, cezaevine girmek istemediğini ve okuluna dönmek isteğini yineledi. Olayın facebookta paylaşılmasıyla birlikte, birçok kişi kadını haklı görerek olayı telin edecekti. Bir ara, Kamerunlu kadının DAÜ’de okuduğu iddia edildi. DAÜ kısa bir sürede bunu yalanladı. Farklı spekülasyonlar sosyal medyada dönerken, Yüksek Öğretim ve Dış İlişkiler Dairesi Müdürü Ziya Öztürkler, kişisel sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayla Veronique’in adamıza yükseköğrenim öğrencisi olarak gelmediğini söyledi. Öztürkler ayrıca Veronique’in adada bulunduğu süre içerisinde de herhangi bir üniversiteye kayıt yaptırmadığını kaydetti. Anladığım kadarıyla Öztürkler, yüksek öğretim sektörümüze zarar gelmemesi için böyle bir paylaşımda bulunmak istemişti. Doğruyu da yapmıştı. Evet kadın üniversite öğrencisi olarak adaya gelmemişti ama bu onun bir tür öğrenci vizesiyle adada bulunduğu gerçeğini saklayamazdı. Bunu aynı paylaşımının bir yerinde utangaç bir şekilde Öztürkler’in kendisi de belirtecekti: “38 yaşında olan ilgili kişi bir dönem mesleki alanda sertifika almak için bir eğitim merkezine kayıt yaptırmıştır.” Evet bir “eğitim merkezi.” Peki neydi bu eğitim merkezi veya merkezleri? Onların acaba yurtdışından öğrenci getirme yetkileri var mı? Veronique adaya girip bir dönem orada okuduğuna göre öyleyse böyle bir yetkisinin olduğunu varsaymamız gerekir.
Sayın Öztürkler, Veronique’nin eğitime devam etmediğini ve kayıt yenilemediğini de söyledikten sonra sosyal medya hesabından ayrıca şunları da ekleyecekti:“Kendisine yardımcı olmak adına bakanlık olarak bu araştırma yapılmıştır, geçmiş döneme ait etüt merkezine herhangi bir borcunun olmadığı tespit edilmiştir. İlgili kişinin YÜKSEK ÖĞRENİM öğrencisi olduğu yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır”. Evet de bu adamıza okumak için gelmediğini göstermemektedir değil mi? Yani şu an benim merak ettiğim bu tip etüt ve özel meslek okullarının sayısının ne olduğu ve herhangi bir yurtdışından öğrenci getirme yetkisine sahip olup olmadıklarıdır. İnternette ufak bir araştırma yaparak bazı KKTC kayıtlı meslek okullarının Afrika’dan müşteri (öğrenci) çekmek için paylaştığı reklamlara baktım. Orada gördüğüm reklamlardan, kayıtlı üniversitelerimizin yanı sıra artık bu küçük özel meslek okulları ve etüt merkezlerinin de Afrika’dan adaya insan taşımaya başladığını gördüm. YÖDAK’tan bu merkezlerin onlara bağlı olmadığını da öğrenmiş vaziyetteyiz. Eğitim Bakanlığı’na bağlı bu okullar ne zamandan beri yurt dışına açılmışlardır acaba?
Gelin şimdi bir de üniversitelerimize bakalım. Acaba gittikçe yükselen Afrika piyasası bir ekonomik sektör olarak kullandığımız üniversitelerimizi nasıl etkilemiştir? Aşağıdaki şemadan da görülebileceği gibi 2010-11 yılına baktığımızda adayarımızda sadece 4,981 üçüncü uyruklu öğrencinin bulunduğunu görürüz. O dönemdeki YÖDAK başkanı Gökçekuş, 134 farklı ülkeden öğrencileri olduğunu gururla açıklamıştı. Türkiye hariç hiçbir ülke tarafından tanınmayan bir ülke için gerçekten büyük bir başarıdan söz edebiliriz. Bu kadar yabancı öğrencinin gelmesi tabii ki üniversitelerde verilen birçok dersin ve programın batıda akreditasyonun kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır ve bunun şiddetle korunması gerekir. Yani burada okuyan bir çocuk aldığı kredilerle rahatlıkla başka ülkelerde master ve doktora yapabilmektedir. Buraya kadar bir sorun yok. Fakat bir süre önce değişen siyasetle birlikte üçüncü ülkelerdeki bazı öğrenci simsarlarının KKTC’deki üniversiteleri, KKTC’deki bazı üniversitelerin de bu simsarları veya şimdiki adlarıyla acentaları keşfetmeleriyle birlikte, eğitim piyasası da hızla değişecekti.
Ünlü yazar Chigozie Obioma’nın The Guardian’da yazdığı bir hikaye de 2009’dan itibaren bu simsarların devrede olduğunu göstermektedir. Bakın Obioma ne yazmış: “Şubat ayında, yani yeni okul döneminin başlamasına bir yarıyıl kala öğrenciler adaya üniversitenin Nijerya temsilcileri aracılığıyla gelmişlerdi. Okul ve yurt ücretleri de dahil olmak üzere gereken tüm ücretleri bu temsilciler aracılığıyla ödemişlerdi. Birçoğu ise bu temsilciler tarafından dolandırılarak asıl ücretlerden daha fazla para ödemişti. ‘Aracılık’ kültürüne büyük bir tepkiyle doluydum, biz Nijerya’da ‘tanıdığına güven’ deriz. Rüşvet, iltimas, fırsatçılık ve her çeşit yozlaşma karanlık bir topraktan filizlenip toplumun her sektörüne adeta bir sülük gibi yapışmıştı. Bir Nijeryalı, bir iş ilanı gördüğünde o şirketin müdürüyle bağlantısı olabilecek bir tanıdık bulmaya çalışır, amcası, teyzesi, uzak bir akrabası veya bir arkadaşı gibi. Bir Nijeryalı için iş ilanı sadece uygun bir pozisyon olduğunu belirten bir bilgidir, bir başvurma daveti değildir. Aracıların Nijeryalı öğrencileri kandırması kolaydı. Tek yapmaları gereken, onlara Kuzey Kıbrıs’ın vizesiz giriş yapılabilen bir Avrupa ülkesi olduğunu ve Türk vizesiyle transit olarak gidilebileceğini söylemekti. Ben, vize problemleri yüzünden İngiltere’ye okumaya gidemediğimden dolayı son çare olarak Kıbrıs’a gelmiştim.”
Obioma gibi birçok başarılı öğrencinin Avrupa’dan veya Amerika’dan alamadıkları vize sorunlarından dolayı KKTC’ye geldiklerini biliyoruz. Burada da bir sorun yok. Bu çocukların hem üniversitelerimize, hem de adadaki genel kültüre büyük katkıları olmuştur ve olacaktır. Hatta bu tip öğrencilere burslar vererek gelmelerini teşvik etmek üniversiteler açısından da çok önemlidir. Öyleyse sorun ne? Bence sorun Afrika’dan çok kaliteli öğrencilerle başlayan akışın tamamen zamanla sayısal ve “adam başı kısa günün kârı” şeklinde planlanarak yumuşak bir “insan ticaretine” dönüşmekte olmasıdır. Adaya gelen birçok az gelirli ama başarılı öğrencinin yanında, yüzlerce işsiz Afrikalı genç, daha çok iş bulmak, kendilerini ülkelerinde esmekte olan askeri rejimlerden kurtarmak, ekonomik çöküşten ve krizlerden kaçmak, yani yeni bir gelecek arayışı içerisinde simsarların tekliflerini kabul ederek kuzey Kıbrıs’a doğru hareket etmeye başlamışlardır. Yine rakamlara bakarsak, 2010 yılında 1,000 civarı olan Afrikalı öğrenci sayısının altı yılda 20,000’e ulaştığını görüyoruz. Bu sayının başını Nijerya çekmektedir. Tam sayıları yayınlanmamış olsa da, geçmiş gazete küpürlerinden bulduğumuz rakamlardan yola çıkarak adadaki nüfuslarının 6,000’e kadar ulaştığını iddia edebiliriz. Birçok başarılı öğrenciye sahip Zimbabveli gençlerin nüfusu ise 5,000 civarı. YÖDAK “hassas konu”olarak gördüğü için bir türlü ülkelere göre öğrenci sayılarını yayınlamasa bile, gazete haberlerinden, adada halihazırda önemli sayıda öğrenci bulunduran başlıca Afrika ülkelerini şöyle sıralayabiliriz: Nijerya, Zimbabve, Kamerun, Kenya, Güney Sudan, Ghana, Güney Afrika, Tanzanya, Angola.
Böylesine bir sayısal sıçrama, yani öğrenci sayısının altı yılda bin kişiden yirmi bine yükselmesi beraberinde dünya kadar sorunu da getirmiştir. Görüştüğüm bazı öğretim görevlileri, bu çocukların çoğunun parasının olmadığını ve hemen hemen hepsinin çalışmak zorunda kaldığını söylemektedir. Bu da memleketteki işçi pazarını etkilemekte ve işçi ücretlerinin yerlerde sürünmesine neden olmaktadır. Örneğin bir dönem, Hataylı ve Mardinli işçilerin elinde olan inşaat sektöründeki düz işçi profilini artık Afrikalılar oluşturmaktadırlar. Bir mühendisin iddiasına göre bazı inşaat şirketleri mühendis ve mimarlar haricinde adada okuma izniyle bulunan bu çocukları çalıştırmaktadır. Örneğin 2013 yılında Afrikalı öğrenci sayısı artık inşaatlarda kendini iyice hissettirmeye başlayınca, dönemin Türkiyeli Göçmenler Derneği açıklama yapmak zorunda kalmıştı.
22.12.2013 tarihli Star Kıbrıs gazetesinde çıkan Suna Erdem imzalı haberinde söyle yazıyordu: “Toplumsal Gelişim Partisi (TGP) Genel Başkanı ve aynı zamanda Kıbrıs Türk Göçmenler Derneği Başkanı Enver Dinçoğlu, Türkiyeli işçilerden boşalan yeri Afrika kökenli kaçak işçilerin aldığını söyledi. Dinçoğlu, Afrika kökenlilerin yavaş yavaş Kuzey Kıbrıs’ı doldurmaya başladığını belirterek, ‘Türkiyelileri beğenmeyenler şunu bilmeli ki bu insanlar daha tehlikeli. Türkiyeliler gruplaşmıyordu, Kuzey Kıbrıs halkı ile uyum sağlıyordu. Ancak Afrika kökenliler şimdiden gruplaşmaya başladı. İleride neler yaşanır bilinmez, ancak tehlikeli bir oluşum olduğunu fark etmeleri gerekir’ dedi. Dinçoğlu, Organize Sanayi Bölgesindeki çoğu işletmenin kaçak Afrikalı çalıştırdığını savundu.”
Dinçoğlu’nun açıklamasından da görülebileceği gibi ani nüfus ve sosyolojik dönüşümler başka ülkelerde olduğu gibi ilk önce aynı sınıftan gelen insanları etkilemiş ve yeni gelenler hemen potansiyel tehlikeli unsurlar olarak sunulmaya ve “yabancı düşmanlığına” varacak hassasiyetlerle irdelenmeye başlanmıştır. Bu süreçler her yerde aynı işler, mevzubahis kesimler sıkça şeytanlaştırılır ve özellikle olumsuz bir genelleme içerisinde sunulur. En ufak kriminal vakalar abartılarak herkese potansiyel suçlular olarak bakılır. Bunu şu an medyada çıkan bazı haberlerin veriliş şeklinden de görebiliriz.
Yine öğrenci bulma yöntemlerine bakarsak, Afrika basınına kadar yansıyan diğer bir iddiaya göre bazı eğitim merkezlerinin sahte burslar vererek bu çocukları öğrenci izniyle adaya getirip inşaatlara, çiftliklere sevk ettiği yönündedir. YÖDAK başkanı Akile Büke bu konunun saptırıldığını ve üniversitelerin böyle bir şeye tevessül etmeyeceğine inandığını söylemiştir. Buna ben de inanmak isterim. Ama öte yandan bazı öğrencilerin üniversite kaydını yaptırdıktan sonra hemen ona ayarlanan işe başlayıp okula hiç uğramadıkları bilinmektedir. Tabii bu tip iddiaların şeffaf bir tahkikat sonrası ortaya çıkabileceğine inanıyorum. Yani Afrikalı öğrencilere verilen burs miktarları açıklanmalı ve bu tip öğrencilerin gerçekten talebe olarak adada bulundukları gösterilmeli ve böyle iddiaların üniversite sektörünü yıpratmasının önüne geçilmelidir. Çünkü yine Afrika piyasasında çıkan reklamlara baktığımızda çok cazip burs tekliflerinin önerilen paketlerin içinde yer aldığını görebiliriz.
Diğer bir tedirgin edici durum ise bazı Afrikalı öğrencilerle ilgili basına düşen iddialardır. Bunlar fuhuştan tutun da uyuşturucu ticaretine kadar uzanmaktadır. Yukarda da anlatmaya çalıştığım gibi, talebe vizesiyle buralara gelmek isteyen birçok gencin kafasında okumaktan başka emeller de olduğu bilinmektedir. Bazı simsarlar tarafından abartılı vaatlerle kandırılanların yanında bulundukları ülkelerin baskıcı rejiminden görece daha rahat ortamlara kaçmak isteyenlerin yanında, kriminal işlere yatkın kişilerin de bu fakir talebelerin arasına çöreklenme olasılıkları mümkündür. Fakir talebe derken, bu çocukların çoğunun ayda 150-200 dolar arasında bir harcama yaparak geçinmeye çalıştıkları, yaptığımız bazı mülakatlarda ortaya çıkmıştır. Afrika’da kullanılan KKTC üniversitelerinin reklamı şöyledir: “Study, Work and Live in Cyprus.” Yani “Kıbrıs’ta Oku, Çalış ve Yaşa.”
Bence abartılı reklamlarla bu çocukları buralara kadar getirip kötü koşullarda köle gibi çalıştırılmalarına göz yumulmamasının yanı sıra, onları ada toplumunun gözünde “tehlikeli” unsurlara dönüştürecek aktivitelere bulaşmış kişilerden ayırmak durumundayız. Bir de bu kadar kısa sürede yükselen bu nüfus, onlarla ilgilenecek devleti bulamamasından dolayı, artık daha kalıcılaşmış, Kıbrıs’ı bilen, ve yerli simsar rolüne bürünmüş kişilerin yönlendirmesine muhtaç kalmalarına neden olmaktadır. Bazı çevreler bu kişilerin adeta “Ghetto ağası” rolü oynayıp bazı muhtaç öğrencileri fuhuşa zorladığını ve şiddet uyguladığını iddia etmektedirler. Bu konuda yayınlanmamış bazı akademik çalışmaların yapıldığı bilinmektedir.
Üniversitelerin aktif olarak bu çocuklara “sorun giderici” mekanizmalarla buradaki hayata adapte olmaları için yardımcı olmaları gerekmektedir. Sonuç olarak onların burada olmasının ana nedeni üniversitelerdir. Öyleyse talebelere sadece maddi kazanç aracı olarak değil de aynı zamanda sorumluluklarını taşıdıkları kişiler olarak bakmalıdırlar. Yani her göçte olduğu gibi yeni ülkedeki “aracılar” burada da çok önem kazanmaktadır. Üniversitelerin yanında bir an evvel devletin de talebelere yardımcı olacak üniversitelere bağlı olmayan kurumları devreye koyması gerekir. Çünkü bazı hallerde üniversitelerin de denetlenmesi gerekecektir. Onların dertlerini dinleyecek, yol gösterecek resmi kişilerin olması çok önemlidir. Aksi taktirde, yukarda söylediğim gibi bu ihtiyaçlar kendiliğinden ortaya çıkmış bazı simsarlar tarafından giderilecektir.
Bir de bir adanın sindirebileceğinden çok fazla bu kadar mağdur kişiyi buraya taşımak demek, böyle giderse günün sonunda herkesin mağdur olması demektir. YÖDAK ve devletin bir an evvel üniversite stratejilerini yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Bu kadar üniversite izni artık çılgınlık derecesine gelmiştir. Hade yüksek eğitimi bir sektöre çevirdik bari onu “insan ticareti” yapar bir enstrümana dönüştürmeyelim. Önlemler zamanında alınmazsa, bir gün gelir, kendimizi üniversite mezarlığına dönmüş bir mekanda, on binlerce kaçak veya mülteci durumuna düşmüş insanla yüzyüze kalmış bir vaziyette bulabiliriz.
* Bu yazının farklı bir versiyonu daha önce Havadis gazetesinin eki Poli dergisinde yayımlanmıştır.