Neriman CAHİT
Bugünkü yazı tek bir konuya bağlı kalmayacak belli ki…
Aldığım notlara bakınca, bunu anladım… Ör: Yaşam…
Yaşamın, bir şiiri var…
Öfkenin, acının, sevginin, ayrılığın…
Bir şiir var yaşamın… ki,
Olmazsa… Olmaz…
Şairlerin şiiri değil…
Hayatın içindeki, ‘O titreşimdir’, sözünü ettiğim…
Nitekim, içinde / yüreğinde o şiiri taşımayan, hayatın yabancısı kalır hep…
Ne isterse olsun…
İster Şair ister Başbakan vb…
Hayatın yabancısı kalır…
***
Bizler farkında değiliz…
Hayatın tüm öğeleri birbiriyle bağlantılıdır…
Yaptığımız iş ve yaşamımız ne olursa olsun… ‘Bir İnsan Olarak’ algılamalıyız hayatı o yüzden…
***
Hele de kendimizi… “Hiçlik Deryasında” bir ada gibi görmeyelim!!!
Tarihsel, kültürel ve biyolojik bir akışın parçası olduğumuzun, sadece zihinsel olarak değil… Duygusal olarak da farkında olalım…
Tüm acılara / olmakta olanlara rağmen… Hayata güvenelim…
KADIN YAZAR…
Bir türlü anlatamadık: ‘Kadın Yazar ve Kadın Söylemi’ konusunu…
Kuşkusuz, ikisi de özeldir…
Ve özel, çok ağır koşullar altında, yüzlerce yılın izlerini taşır ama ‘kadın söylemi’, sadece kadının yaşamını anlatmaz… Anlatmamalı… Ama, anlatılana da, o yazarın seçimi olarak, saygı duyulmalı…
***
Lukas: “Kusursuz roman yoktur…” der…
Paramparça bir dünyada, kusursuz bir şey yaratmak mümkün müdür ki!:
Ama galiba, Nazım’a uymalı: * “En güzel şiir (eser) / Henüz yazılmamış olandır…” der…
YAZAR… ŞAİR…
“İyi şeyler, ‘Pazar Yerinden’ uzakta oluşur…” der, Nietszche…
“Bir Yazar / Şair de enerjisini kendini pazarlama yerine…
Edebiyata yönlendirmeli…
***
Evet doğru…
Bir yazarın, ‘kendisini’ kitabının önüne koyması… Bir boşluğun başka bir boşlukla doldurulması gibi oluyor…
Yazarın, kitabın önüne geçecek kadar sıra dışı bir hayatı varsa… Bu, magazin değil, eserlerinde yer almalı…
UNUTMAYALIM Kİ…
Evet, unutmayalım ki: “Popülerlik”, toplumun budalalığı ile beslenen bir şeydir… Bu, budalalığın ahlaksız bir ticaretidir.
Belki magazinde, buna aldırmamak gerekir ama ‘Edebiyatta popülerlik’ – en hafif deyimiyle – Edebiyatın kutsallığına yapılmış bir saldırı ve yaratıcılığın kısırlaştırılması çabasıdır…”
------------------------------------------------------------------
SİZ HEP…
Siz hep böyle miydiniz… Susmak gibi uzun, yalnızlığı uzun, Gül gibi kadınlar mı doğurdu sizi…
İnce yağmurlar mı bekler, o acıtıcı yalnızlığınızı
Hep öyle mi yaşlanırsınız ‘ağlamak’ gibi ağır…
Hep rüzgârlarla mı temizlersiniz kül yangınlarınızı
Ve hep uzakları beklediğiniz için mi
Açık tutarsınız gönül kapılarınızı…
O kadınlar…
Ahh, hep sizi bir kavgadan
Öbürüne uğurlarken yaşlanan
Yüzleri kederden ibaret kalan kadınlar…
Yavru kuşlarını hiç dönmeyecekleri
Dağlara uğurlayan…
Cehennemi, sinelerinde barındıranlar…
Hiç mi anımsamadınız, kopardığınız her çiçeğin
Aleyhinize bir delil olacağını…
Hangi gülün adına yaptınız onca yemini…
Sonra, unuttunuz da o güle su vermeyi
Ve… Kuruttunuz…
Çocukluğunuzun vurgun yemiş gözlerine hiç bakmadan
Güncesi ‘ölüm’ olan bir yaşama saldınız çocuklarınızı…
Hep, uzak denizlerden gelen gemicilere bel bağlayıp da
Kendi ‘iç denizinizi’ kuruttunuz…
Unuttunuz, tüm yeminlerin ‘Yurt’ koktuğunu
Unutunuz… Ve… Unutturdunuz…
II
Tevrat okuyanlar, sevdiklerinin yüzlerine
Günde on üç kez, ibadet eder gibi bakarlarmış
Bunu, hiç ummadı, hiç beklemedi sizden kadınlarınız…
Ve siz hiç fark etmediniz… Onların yüzünde
Bir çiğdemin nasıl sararıp solduğunu..
Sizler… Ahh sizler…
Açın kapınızı artık, gül öldü
Ağlayın dağlar misali, yıkılın…
Ne çiğdemler, ne kuşlar ne zeytinler
Ne de sabahlara yorgun uyanan kadınlar
Arkanızdan su dökecek kimse kalmadı…
***
Üzgünüm… Kahırlıyım…
Onca acı ve gerçeğin ayazında
Kırılıyor, ince bir dal gibi yüreğim…
Ne kalır geriye bir halkın
Kendini dünyadan çıkardığında…
Ya bir şairin…
Çiğdemler nicedir
Ağır yaralı bu coğrafyada
Ve siz…
DAHA…
Neriman CAHİT
------------------------------------------------------------
PARANTEZ…
“Düşlerine en yakın saydığı
bir iktidara bile olsa…
Uyrukluk yapan aydın
ÖLÜ BİR AYDINDIR…”