İçi içine sığmaz bir ‘palyaço’ydu.
Güzel insandı Ünvan Berrak…
Sessiz sedasız öldü...
Kimselerin ‘neşesini’ kaçırmadan…
‘Saklı bahçemiz’de bir yere koyacağız, hep gülümsemek için!..
***
İnsanlar ölünce, en keyifli anlarıyla aklınıza geliyorsa…
İçindeki afacanın heyecanıyla gününüzü gülüşe boyuyorsa…
Hep öyle yaşar...
Ama sanki, hep bir ‘hüzün’ vardı içinde, çevresine neşe katarken…
***
İlk aklıma kazınan öykülerden biridir, ‘Palyaço’…
Aziz Nesin’den okumuştum, sanırım.
Hani adamın biri doktora gider…
Hayattan zevk almadığını anlatır…
Tüm acıları dünyanın, kalbine saplanır ha bire…
Ve alır doktor, odasındaki pencerenin yanına götürür…
Hemen karşıki duvarı gösterir…
Bir afiş vardır duvarda, gülümseyen bir palyaço…
“Şu palyaçonun gösterilerine git, yaşamdan zevk alır, gülümsersin” der hastasına…
Ve hasta başını öne eğer…
“Doktor bey, o afişteki palyaço benim” der….
***
Bu hayatın ‘palyaçolarıyız’ genelde.
Ve gün gelir ‘boyamız’ akar…
‘Çıplanırız’ kendimize…
O ‘kırmızı’ boyalı burnumuz, eğer ‘pinokyo’yu anımsatmazsa bize…
Yani ‘ne kadar yalansız yaşamışsak’
O kadar iyidir işte…
***
Geriye tatlı bir hatıra kalır…
Saklarlar bizi… Saklanırız…
Bilinmezler içinde…
***
Ne demişti ‘Şakacı’da Özdemir Asaf…
Güler, gülümser bir şakacı,
Güldürür, düşündürür,
Arada bir durur, gözleri dalar,
Neler söyler, neler susar...
Yoksa, çok acı bir şakayı
Şakadan da olsa,
Çok yalın bir karanlığa mı saklar...
Oynadığı oyunsa,
Yaşamda oynadığı,
Oyununu mu yaşar...
Oyunda yaşadığı,
Yaşamını mı oynar...
Yaşarcasına,
yanarcasına.
Öyküler anlatır
olmuşcasına,
Sonunu mutlu bağlar,
Gider evinde ağlar...