Dilek ÖNCÜL (EKONOMİ SOHBETLERİ)
Bu hafta Gazimağusa Organize Büyük Sanayi Bölgesi’nde yer alan Semra Ltd. Direktörü Semral Erel’le birlikteyiz. Tek odalı bir iş yerinden başlayarak işlerini büyüten Semral Erel, Kıbrıs’ta ticaret yapmanın zorluklarını anlattı, çözüm önerileri sundu.
• Yenidüzen: Semra Ltd. nerden nereye geldi?
• Semral Erel: Mehmetçik’te tek odalı bir yerde iş hayatına başladım. 1983 yılına kadar tarım işiyle uğraşırdım. O zamanlar Mehmetçik tarımda oldukça iyi durumdaydı çünkü ürettiğimizi ihraç edebiliyorduk. 1983’ten sonra ürünümüzü ihraç edemediğimiz için tarımdan vazgeçtim ve bütün ağırlığımı ticarete verdim. Zaten bu başlangıç 1982’nin sonunda belli olmuştu, ürünlerimizi satamıyor, büyük zorluklarla karşılaşıyorduk. Bağcılık ve çiftçilikle uğraşıyorduk ancak ürünlerimizi değerine bir türlü satamıyorduk. Benim ticarete girmemin en büyük nedeni önümü görmek istemem ve büyük emeklerle ürettiğimiz mahsülleri hakettiğimiz değerde satamamamızdan dolayıydı. Yaptığım işten mutlu olmak istiyordum. Ancak emeğimin karşılığını alamıyorsam, çalışma şevkim de olmuyordu. İlerleyen zamanda alıp satmanın, yani ticaretin daha rizikosuz bir iş olduğunu gördüm ve daimi ticaret yapmaya karar verdim. Tarımla uğraştığımız için ilk önce köylünün ihtiyacı olan traktör yedek parçaları ile ticarete girdim. Kısaca yaptığım iş köylünün ihtiyacını sipariş üzerine tedarik etmekti. Sonra stok yapmaya başladım ve giderek işimi büyüttüm. Ardından inşaatla ilgili istekleri karşılamaya başladım. Gün geldi inşaatla ilgili ihtiyaçlar artınca inşaat malzemesine daha çok ağırlık vermeye başladım.2003 yılında Gazimağusa Serbest Liman bölgesinde inşaat demiri ithalatına Semport Ltd isimli 2. şirketimle gerçekleştirmeye başladım. Şu anda Gazimağusa Organize Büyük Sanayi Bölgesi’ndeki yerimizde Semra Ltd. adı altında çok sayıda çalışanımla birlikte halkımıza hizmet vermeye devam ediyorum.İnşaat malzemeleri yanında, oto elektrik ve kimyasalları ürün gruplarında kendimizi genişleterek bu alanda da insanlarımızın desteği ile söz sahibi olduk. Bu başarılara rağmen üretimden uzak olan toplumların kaybetmeye mahkum olduğuna inanan birisi olarak, Semra Ltd. bünyesinde FE-SA ve SoftHarç markaları ile üretime destek vererek ülkemizi bir nebze de olsun antifreeze, saf su, cam ilacı, sıva katkıları, 2.el ve 3.el sıva ürünleri gibi yüksek kaliteli uygun fiyatlı ürünleri üreterek kaliteli ürün için ithalat bağımlılığımızı minimize etmeye çalışıyoruz.
“Hem sanayici hem tüccar olunmaz”
• YD: Sorunlarınız, sıkıntılarınız neler?
• Erel: Ben hem sanayi hem de ticari sektörün içerisindeyim. Teşvikler maalesef belirli sektörlere var. Sanayi işi ile uğraşanlara devlet bazı teşvikler veriyor ama küçük sanayinin içerisinde olanlara özel teşvikler yoktur. Ben kendimi üvey evlat gibi hissederim bu ekonominin içerisinde. Niye diye sorgularım. Ticaretle uğraşan da aynı maaşı öder çalışanına, aynı yatırımları yapar, aynı sosyal hakları verir, aynı oranda istihdam sağlar, ülkeye en az onlar kadar katma değer katar. Bir üreticiye elektriği olsun, navlun desteği olsun hükümet yardım edereken biz ticaretle uğraşanlara yardım etmez. Hatta halkımızın daha uygun fiyata mal alması için bizim elimizde bazı imkanlar varken her türlü fonlarla, gümrük öncesi ambargolarla bu imkanımızı kaybetmekteyiz. Daha uygun fiyata olsa da Kıbrıs’ta üretilen bir malı ithal edemeyiz çünkü fonlarla fiyatı yükseltilmekte. Neticede bu bedeli halk ödüyor. Ancak Kıbrıs’taki hayatı ucuzlatmak için tüketiciye ucuz mal satmamız lazım. Evet sanayi-üretici korunmalı, buna karşı değilim. Ama bu başka şekilde yapılmalı. Örneğin devlet fonlar yerine sanayiciye sosyal sigorta, ihtiyat sandığı yatırımını ödesin, vergisinden muaf tutsun. İhracat kapıları zorlansın. Bizim ürettiğimizi sadece Türkiye’nin Mersin’i alsa yeter. Bir de bazı üreticiler içerde satılan fiyatın çok altında ürünlerini yurtdışına ihraç ediyor. İhraç etsin ama benim hazmedemediğim şu; sen o malı o fiyata ihraç edebiliyorsan neden halkına da ucuza vermiyorsun. Sanayici üretici olduğunu bilmeli. Eğer ben üreticiysem ürettiğimi pazarlamak için alt bayilerimin olması lazım. Malı ben üreteceğim, perakendesini de ben yapacağım, o zaman ticaretle uğraşanlar ne yapsın. Bizim üreticilerimiz; her türlü fonla koruması yapılır, devlet desteğini de alır ama ürettiği maldan sadece kendi kâr etmek ister. Sanayicilerin alt bayileri olması lazım perakende satış yapabilecek ki bu gelir dağılsın, bir dayanışma olsun. Hem sanayici hem tüccar olunmaz. Bizdeki ticaret erbabı ile sanayicinin arasındaki çelişki budur. Sanayici, hem sanayici hem tüccar olmak ister. Tüccar da ticaret yapmak ister ve aralarındaki sürtüşme sürer. Tüketicinin menfaati düşünülmüyor. Ticaret insanları sadece ben ticaret yapayım para kazanayım demiyor. Tüketicimizi ne kadar korursak yanımızda o kadar bize destek veren müşteri bulacağız diye düşünüyor. Müşterilerimizi yok edersek biz de yok olmaya mahkumuz. Artık ticari zihniyette tüketicisini koruyan, tüketicisine değer veren, tüketicisine kaliteyi en ucuza satan insanlar değerli ticaret insanı olur. Biz tüketicimizi sadece yerli malı almaya mecbur etmeyeceğiz ama eğer kaliteli mal üretilir ve fiyatı da uygun olursa ben niye yurtdışından mal ithal edeyim.
“Sanayi ve Ticaret Odaları bir çatı altında olmalı”
• YD: Ne yapılmalı?
• Erel: Ne ticaret sanayisiz olur ne sanayi ticaretsiz olur. Diğer ülkelerde ticaret ve sanayi odaları bir çatı altındadır. Bizim KKTC’de ayrı. Öncelikle Ticaret Odası ile Sanayi Odası bir çatı altına toplanıp birlikte hareket etmeli. Sanyicinin, ticaret adamının yanında tüketicinin de menfaatine olacak şekilde hareket edilmesi lazım. Çünkü Dünyanın herhangi bir yerinde olan bir olumsuzluk bize de yansıyor. Ada ekonomisi hep dışa bağımlı zaten. Ürettiklerimizi ihraç edemediğimiz, satamadığımız için her şey pahalı. Mal satabilmemiz için de tanınmamız lazım. Çok üretmeden rekabet edemezsin, rekabet edemiyorsan da para kazanamazsın. Az ürettiğin zaman maliyetler yüksek olur. Tanınmaya ihtiyacımız var ki her konuda Dünya’ya kapılar açılsın; ister finansman ister ticaret. Şu an yerli imalatımızın maliyetleri yüksek olduğu için ürünler yüksek fiyata mal ediliyor. Yüksek fiyata ve kalitesi de düşük olan malı en yüksek fiyata almak zorunda kalır tüketici bu durumda. Ama biz halkımıza bir ürünü kaliteli üretebiliyorsak, biraz pahalı dahi olsa alır. Fabrika olarak halktan aldığını yine halka verebiliyorsan yaptığın hizmetle, o zaman halk severek dayanışır. Birlikten kuvvet doğar. Dediğim gibi ürünlerin daha ucuz olması, maliyetlerin azalması için biz kesinlikle ürettiğimizi ihraç etmeliyiz. Öncelikle de Türkiye bizim malımızı almalı. Biz Türkiye’den o kadar mal ithal ediyoruz. Türkiye’yi kendi ülkemiz gibi görüyoruz. Bizim istediğimiz Türkiye’yi biz nasıl anavatan kabul ettik ve her şeyimizi oradan alıyorsak o da fonlarını yavrusu olan KKTC’de üretilen ürünler için koymasın.Türkiye belki kendi halkını, üretimini korumak ister ama nedir bizim ürettiğimiz ki onun pazarını etkileyelim. Bize Türkiye pazarını açarak önümüzü açması lazım, bu konuda devlet yetkililerimizin ülkemizin geleceği için daha çok sorumluluk almaları gerekmektedir. Üretici, sanayici daha çok üretirse ürün maliyeti düşecek ve biz toplum olarak daha ucuza mal alacağız. Sanayi de gelişebilecek.Tabii eğer bu üretim şekliyle kalkınacaksak tamam. Biz sanayici ile iş adamı birlikte hareket edelim, fonlar konsun. Ama bu fonlar da yine toplumun yararına kullanılsın. Hastane, okul, alt yapı, elektrik olsun, maaşlara gitmesin. Eğer bu ülkede yaşıyorsak sadece bizim sektörümüz değildir, başımızı kaldırıp bakmamız lazım. Bir fırtına eser de iki gün elektriksiz kalırsak bu toplanan vergilerin, fonların sadece maaşlara gitmemesi gerektiği ortaya çıkar. Halkın refahı için alt yapıya da öncelik verilmesi gerek. Bir yağmur yağar yollarımız göle döner. Bir firma yapar diğer firma gider bozar. Niçin biz 1-2 yıl önceden ne yapacağımızın planını yapmayalım. Günü birlik planlardan vazgeçmemiz lazım, geleceğe yönelik planlarla hareket etmemiz lazım. Güney Kıbrıs’tan ders almamız lazım. Her an ne olacağı belli değil.
• YD: Burada, Lefkoşa Sanayi Bölgesi’ndeki sorunlara benzer sorunlar var mı?
• Erel: Mağusa Belediyesi bize güzel hizmetler veriyor. Çok sorun yaşamıyoruz. Ama Sanayi Dairesi’nden bu yerler verilirken hiç ilgisi olmayan insanlara verildi. Devlet malını ben paramla icar koçanlı olarak satın aldım hem de normal bir gayrı menkule ödeyeceğim değerin üzerinde satın aldım, döndüm üzerine büyük bir yatırım yaptım. Alt yapımı kendim yaptım. Bu nasıl sanayiciliktir, anlamış değilim yani. Bir de sanayi bölgeleri güvenlik açısından daha titiz bir şekilde korunmalı. Bu tür alanların giriş ve çıkışları belli noktalardan olmalı. Bizde nerden giriliyor nerden çıkılıyor hiç belli değil bununla ilgili bir düzenleme yapılması gerek bence.
“Tasarruf yapılmalı”
• YD: Beklentiniz, çağrınız var mı?
• Erel: Ben hükümetimizin en erken zamanda halkının refahı için bütün var gücü ile kamu kuruluşlarını en verimli şekilde çalışır hale getirmesini istiyorum. Daha üretken hale gelmeleri için gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiği kanaatindeyim. Kamuda yeni istihdamlar yerine kendi içinde fazla personeli olan kurumlar arasında personel tayinleri yaparak hem kamunun daha fazla büyüyerek kamu maliyemiz üzerindeki yükünün artmasını engellemiş oluruz hem de kamu sistemimizin daha verimli olarak çalışmasını sağlarız. İlerleyen yıllarda teknik alt yapımızı da geliştirerek, e-devlet yapısına geçiş sağlayarak modern devletlerle aynı formda halkına kaliteli hizmet verir hale gelmeliyiz. Artık üretmeden tüketen toplum olmamamız lazım. Özel sektör, verimli çalışır. Aynı verimliliği devletten de beklemekteyiz. Eğer kamu verimli çalışırsa, bu açıklarını kapatır, alt yapısını en iyi şekilde güçlendirir ve gelir-gider dengesini yakalar. Denetimlerini yaparsa olur. Halkın refahı artar. Verimli ve tasarruflu olmamız lazım. Komşumuzdan örnek alarak kesinlikle kamusal alanda lüksten uzaklaşmamız lazım. Biz özel sektör olarak nasıl her türlü tasaruffumuzu yapıyorsak ve en az giderle en büyük geliri elde etmek için her türlü imkanları zorluyorsak, devlet de bunu yapmalı.
***
“En büyük sıkıntı tahsilatlar”
• YD: Ülkenin ekonomik durumu size nasıl yansıyor?
• Erel: Ülkemizin içinde bulunduğu finansal kriz biz ticaret insanlarını da doğal olarak etkilemektedir. Bizim en büyük sıkıntımız tahsilatlarımızdır. Artık, sözünü tutan, ciddi firmalarla çalışma kararı aldık. Güvendiğimiz, sözünü tutan firmalarımızla iyi ilişkiler içerisinde bu işi yürütmeye çabalıyoruz. Müşteri ile güvene dayalı ilişkimiz var; birbirimize durumumuzu anlatarak birlikte çözüm buluyoruz. Karşılıklı vadeli çeklerle birbirimize imkanlar tanıyoruz. Vadeli satışlarla bu krizi aşmaya çalışıyoruz. Yani kendi finansmanımızı kendimiz sağlıyoruz kredili satışlarla, çünkü nakit dönmüyor piyasada. Beklersek nakitle satış yapalım, satışlarımız büyük oranda düşüşe uğrar ayrıca piyasada iş yapan müşterilerimiz de mağdur olurlar. Kredili satış yaparak piyasa bulmaya çalışıyoruz.Yani bir nevi, bir çeşit satış politikası ile bankaların yapmadıkları piyasayı fonlama görevini üstlenmiş oluyoruz.
***
“Ticari mahkemeler kurulmalı”
• YD: Borç İlişkilerinden Kaynaklanıp Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Yeniden Yapılandırılması yasası Meclis’ten geçti. Yasa revize edildi. Tamam mazbata mağdurları var ama bir taraftan da sizin gibi alacağını tahsil edemeyen insanlar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
• Erel: Bu sorunun çözümü için kesinlikle mahkemelerimizin kendi içinde ayrılması lazım. Ticari Mahkemeler kurulmalı. Aile mahkemeleri, hukuk mahkemeleri, ticari mahkemeler ayrı ayrı görev yapmalı. Aynı yargıç hepsine de bakarsa yıllarca sürer davalar. İcra memurları konusu da var. Küçük bir Ada’da yaşadığımız için ahbap-çavuş ilişkileri had safhada. Eğer tanıdığı ise gidip icra bildiriminde bulunmaz, bulamadım der; o dava uzar da uzar. Çok acil olarak çözüm bulunmalı buna. İcra memurları bence özelleştirilmeli. Profesyonel olarak yapılması lazım bu işin. Bu alacak-verecek davasında benim anlamadığım bir şey var. Zaten biz büyük bir felaket yaşayan müşterilerimize anlayışlı davranırız ve dava bile etmeyiz. Bir kaza geçirdi, başına bir hal geldi, bağışlarız bile. Ama sen art niyetli olup benim malımı alacaksın ve borcunu ödemeyeceksin. Bir de mazbata mağduru diye alacaklı duruma geçeceksin. Bu olmaz.Bankalarda yüksek faizlerden dolayı adam eğer 100 liralık borç almışsa ve bu borç 100 bin oldu ve bundan dolayı mazbata mağdurudur, ona anlayış gösteriyorum. Bence bu mazbata mağdurlarının büyük çoğunluğu bankalardaki yüksek faiz oranlarından dolayıdır.Ticari alacak-vereceklerden dolayı olanlar ise tamamen yüzsüzlüktür kanaatimce. Eğer bir malı aldıysan bedelini ödeyeceksin. Bir iyi niyet varsa satıcıyla oturup konuşursun. Bizim yıllarca, borcunu üç-dört, beş yıl bile taksitlendirip ayakta tutabildiğimiz müşterilerimiz vardır. Her iki tarafın da iyi niyeti ile bir anlaşmaya varılır. Ve bu borç uzun senede ödenir ama karşı tarafın ödeme niyeti olacak. Bu yaşanan olumsuzlukları fırsat bilip borcuna sadık kalmayanlar azımsanacak kadar değil malesef. Nasıl olsa bağışlanır diye düşünür. En basiti; ben çalışanımın sosyal sigortasını, ihtiyat sandığını, günü gününe yatıracağım ve benim x sanayicim yatırmayacak. Sonra sen ona af getireceksin. Sen eğer bir af çıkarırsan hükümet olarak bir de ödül çıkaracaksın. Beni yerindirmeyeceksin. Sana af çıkardım ama ödeyene de bir ödül veriyorum diyeceksin. Biz de mağdur olmayalım. Ödemeyen, nasıl olsa ben ödemezsem 3 sene 5 sene sonra bir af çıkacak ödemeyeceğim demiyecek. Ben ödediğim için kendimi enayi hissederim bu defa. Devlet bu şekilde yaparak bizim gibi düzenli ödeme yapan kuruluşları bir şekilde cezalandırmış oluyor, ayrıca düzenli olarak ödeme yapmama olayını da teşvik ediyor kanaatimce.
***
Bir cümleyle:
Ekonomi: Tasarruf
Para: Emeğin karşılığı
Döviz: Yabancı para
Hükümet: Yöneten
Özelleştirme: Doğru yapılmalı
Ticaret Odası: Esnaf yuvası
Medya: Şeffaf olmalı