"Çok zorumuza gitti" diyor Muhtar!
Böylesini görmemiş, yaşamamıştık, gülsek mi ağlasak mı bilemiyorum.
Rezillik ve utanç aslında...
***
Narenciye ürünü dalında kaldı, duyuyorsunuz.
Üretici eylemde…
Gayretköy'deki üreticiler Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında ürünlerini güneye satmak için bir alıcı bulmuşlar.
Kendi çabalarıyla…
Tonlarca ürün satılacak.
Hele böylesi bir zamanda altın gibi değerli…
10'dan fazla üretici bu anlaşmaya dâhil olacak.
Öyle de "kesim işçisi" yok!
Ürün var, toplayacak işçi yok, anlayınız durumu...
***
Güneydeki şirket kendi ekibini göndermiş bunun üzerine!
Parasını ödemiş, izinler alınmış, ürününü istiyor, kendi işçisiyle toplayacak, alacak, gidecek.
Polis tarlayı basmış.
Tutuklamış işçileri...
Araçlara el koymuş.
Güneydeki şirket aramış, "istemem" demiş, "paramı da geri ödeyiniz."
Bin pişman etmişiz aldığına, alacağına…
***
Gayretköy Muhtarı Serdal Ünal'la konuşuyorum, "Bunu yaşamak da varmış" diyor.
“Ürün dalında kaldı, üretici parasız, alıcı buluyoruz, polis tutukluyor.”
İyi bir anlaşma yapılmış ki muhtarın söylediğine göre bölgedeki toplam ürünün yüzde 60’ına denk geliyor.
“10 kadar üretici parasını da aldı üstelik” diyor muhtar…
“Şimdi mandarin alacaktı bu şirket... Daha sonra valensiya... 800 milyon Türk Lirası gibi de bir gelir elde edilecekti nereden baksan…. Bu para, bu ülkeye girecekti.”
Ticaret Odası ve Tarım Bakanlığı’ndan gerekli izinler de alınmış önceden…
Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında işlemler de yapılmış.
Bostancı Geçiş Noktası’ndan gelmiş işçiler, öyle kaçak değil…
Polis “çalışma izinsiz işçi” diye tutuklamış, hapse göndermiş işçileri…
“İyilikten maraz doğar” derlerdi ya…
Bu coğrafyada iyilikten değil milliyetçilikten ve iradesizlikten doğuyor maraz…
Narenciye dalında, işçiler hücrede, anlaşmalı işletme pişman, köylü birbirini suçluyor.
***
“Kim şikayetçi oldu” diye soruyorum.
“Herhalde yine köyden birileri, çekememezlik” diyor muhtar…
İnanmak istemiyor insan…
“Böylesi durumlarda normalde Çalışma Bakanlığı’ndan müfettişler gelir, kaçak işçi için soruşturma yapar, uyarır, en fazla para cezası yazardı. Polis geldi, doğrudan tutukladı” diye anlatıyor muhtar…
Hükümetten bir yetkiliye ulaşmadılar mı, diye sorguluyorum.
“Pazar günü oldu mesele… Kimseye de ulaşamadık. Ticaret Odası ve İçişleri Bakanlığı’ndan aradılar, bilgi aldılar. Polis yasak diyor. Polisin sözü geçiyor.”
***
Narenciyede tür değişikliğine gidilmişti, yakın geçmişte…
“Mandora türüne geçiniz” demişti hükümet, bu ürüne destek ve teşvik verilmişti üstelik…
Tutmamıştı!
Hatta dörtlü hükümet döneminde bu destek kaldırılmıştı.
Sonrasında yeniden destek ve teşvik kapsamına alındı ürün…
“Mandora türü ürüne ne oldu” diyorum, “o şimdi çöp oldu” diyor muhtar!
Bu da başka bir acıklı hikaye…
***
Ürün dalında bekliyor, alıcı var, parasını ödüyor, işçisini tutukluyoruz.
Ürün çöp oldu, buralar çöplük…
Akıl tutulması içinde tuttuğumuzu kurutarak yaşamak için direniyoruz.
‘Düşürülen’ demokrasi!
Yeni bir hukuk, demokrasi, özgürlük skandalına imza atıldı Türkiye'de...
Anayasal düzen fiilen askıya alındı.
Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay'ın milletvekilliği 'düşürüldü.'
Demokrasi unutuldu.
Can Atalay'ı halkın seçmesi bir yana Anayasa Mahkemesi de iki kez hakkındaki yargılamanın durması ve tahliyesi yönünde karar vermişti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu yöndeki tavrı tümden görmezden geliniyor zaten...
Şimdi dosya yeniden Anayasa Mahkemesi'ne gidecek.
Yargı bağımsızlığının tartışıldığı ülkede...
O tartışmalı yargının kararları da anlam içermiyor.
AKP-MHP ortaklığı ve Erdoğan şefliğindeki koro ne diyorsa, o oluyor.
***
"Gezi Davası"ndan 18 yıl hapse mahkum edilmişti, hak arayan bir hukukçu olarak!
Bu korku imparatorluğu aslında tüm halka şu mesajı veriyor: Gösteri ya da eylem özgürlüğü ne demek! Hak aramak neyin nesi! Böylesi özgürlükler medeni ülkeleri için vardır. Oturunuz oturduğunuz yerde…
***
Gazeteci Barış Avşar’ın sözüyle, “Can Atalay, 25 Nisan 2022’de 18 yıl hapis cezasına çarptırılmış olmasa muhtemelen şimdi Hatay’da, Maraş’ta, Adıyaman’da, Malatya’da doğaya ve bilime rağmen dikilmiş rezidanslarda, sitelerde, otellerde can veren on binlerin avukatlığını yapıyor, hakkını, hukukunu arıyor olacaktı. Doğayı ve bilimi umursamadan inşa edilmiş yapılarda can verenlerin haklarını…”
İsias Davası'nda bizlerle olacaktı muhtemelen, Can Atalay…
***
Yanı başımızda böylesi bir hukuk garabeti yaşanırken buna kayıtsız kalmak mümkün değil.
Çünkü tüm bu ürkütücü gelişmelerin yaşandığı Türkiye, Kıbrıs'ın kuzeyini etkin ve fiili bir anlayışla yönetiyor.
“Garantör”ün hali bu!
Havaalanlarından geri gönderilen aydınlık yüzlü insanlarımız bu karanlığa bizzat şahitlik ettiler zaten…
"KKTC Başbakanı" böyle bir zihniyet tarafından dayatıldı.
"KKTC Cumhurbaşkanı" böyle seçtirildi, adına "seçim" dedikleri, neler yaşandığı bilinen bir süreçte…
"Dışişleri Bakanı" apar topar değiştirildi, adeta tehditle koltuğuna oturtuldu, şimdi Birleşmiş Milletler'e çağrı yapıyor ve Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı istiyor, iradesizliğin sembolü olarak.
***
Türkiye’deki bu gelişmelerin bedelini sadece demokrasi, irade ve talimat düzeninde yönetimle ödemiyoruz.
Bir de ‘Türk Lirası’nın hali var!
Ekonomik tedbirler, demokrasideki utançlar sonrası anlam ifade etmiyor ve euronun sterlinin gücüne yetişemiyoruz.
Bir hatırlatma yapalım, Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün açıkladığı Yolsuzluk Algı Endeksi’nde bu yıl da gerileyerek Mısır, Zambiya ve Gambiya gibi ülkelerin gerisine düştü. Türkiye, yolsuzluk alanında en sert düşüşün yaşandığı ülkeler arasında…. En "temiz" ülkenin 100 skoruyla değerlendirildiği skalada Türkiye 34 puanla 180 ülke arasında 115'inci sırada yer aldı.
Kimi örnek alacağımıza dikkat edelim!
***
“Ne yapabiliriz” diyeceksiniz.
En azından ses çıkarabiliriz.
Bu tavrı ortaya koymak bile önemlidir çünkü…