Demokrasi adına konuşacaksak; Kıbrıs Türk toplumunun 1900’lerin başından itibaren “kendi kendini yönettiği” zamanlardan söz etmek o kadar da kolay değildir!
Hatta imkansızdır!
-*-*-
Kıbrıslı Müslüman Cemaati’nden, Kıbrıs Türk Cemaati veya Toplumu’na geçiş sürecinde İngilizler Ada’da “egemen”di!
Ve Kıbrıslı Türkler’in “seçme ya da seçilme hakkı” son derece sınırlı bir demokratik “olay”dı!
-*-*-
1960 – 1963 arası dönemde, devletin yüzde 30’una hükmettik mi bilemem ama 1963’ten hemen sonra, tamamen Türkiyeli sancaktarlar ve bayraktarın emrine girdik!
-*-*-
Aslına bakarsanız, 1958’den itibaren Kıbrıs Türk Toplumu’nu, en başta Özel Harp Dairesi, sonrasında çeşitli farklı isimlerle, Türk Silahlı Kuvvetleri, yani “militarist Kemalist Türkiye” yönetti…
-*-*-
2000’lerden itibaren, Türkiye’de siyasi iktidarın değişmesiyle birlikte, Kıbrıs Türk Toplumu’nu önce “Kıbrıs Türkü” haline dönüştürdüler; yani bir anlamda “kimliksiz”leştirdiler; sonra, Ak Parti’nin “yoluna” sürdüler!
-*-*-
Kaçan kaçtı!
Kalan kaldı!
Kalanlar, işbirlikçi olmaya zorlandı!
İşbirlikçi olmak istemeyenler ise neredeyse marjinalleştirildi!
Kimlikteki tükeniş veya bozuluş; nüfus değişiminin apaçık bir devamıydı…
-*-*-
Kimse sesini çıkarmadı!
Çünkü, özellikle devletten maaş ya da emeklilik benzeri “geliri olan herkes” bir şekilde idare ediyordu!
-*-*-
Şu anda anladığım kadarıyla “devletten maaşlı” kesimin dahi idare edecek takati kalmadı zaten o takati gösterecek toplum da tamamen bitti!
-*-*-
Günümüzde “Kıbrıs Türkü” ismiyle yaratılan yeni kimliği kim mi yönetiyor?
50 milyon dolarlık rüşvetlerde adı geçenlerle; “Nişanlıların telefonda görüntülü konuşmaları caiz değildir” diyen yobazlar! (TC Diyaneti bu fetvayı yayınladı... Üzgünüm!)
-*-*-
Haaa genel anlamıyla üzgün müyüm?
Değilim!
Ama çok usandım!
Artık yazmak ya da konuşmak gelmiyor içimden!
Çünkü hiç bir şey değişmiyor!
Yazdıklarımı yürekten yazıyorum ve keyif de alıyorum; başkaları da keyif almıştır, alıyordur ama hiç bir şey değişmiyor!
-*-*-
Franklin D.Roosevelt şöyle der:
“… Özgürlüğü sürdürmenin tek emin kalesi, halkın çıkarlarını koruyacak kadar güçlü bir hükümet ve hükümet üzerindeki egemen kontrolünü sürdürecek kadar güçlü ve yeterince bilgili bir halktır…”
-*-*-
KKTC’de ne böyle bir cumhurbaşkanı ve hükümet vardır; ne de cumhurbaşkanı ve hükümeti seçebilen bir halk!
-*-*-
Ve Thomas Jefferson der ki; “… Halk ne zaman iyi bilgilendirilirse, kendi hükümetlerine o kadar çok güvenilebilir…”
-*-*-
Halk hiçbir şey bilmiyor ve haliyle kendini yönetenlere hiç güvenmiyor!
-*-*-
Demokrasi mi?
Hadi canım!
-*-*-
“Demokrasi olmasaydı, sen bu yazdıklarını yazamazdın” diyenleri işitir gibiyim!
Demokrasi, benim ya da başkasının rahatça yazabilmesi veya konuşabilmesi değildir!
-*-*-
Lütfen bir kenara yazalım; “Demokrasi; en yüksek gücün halkın elinde olduğu ve bu gücün temsil yoluyla doğrudan veya dolaylı olarak halk tarafından kullanıldığı hükümet modelidir…”
“Ve demokrasilerde insanlar kendi siyasi liderlerini seçebilme olanağına sahip oldukları için hayatları üzerinde bir miktar kontrol sahibidirler…”
-*-*-
Bilmem anlatabildim mi?
-*-*-
Peki, KKTC’de demokrasi yoksa, içinde yaşadığımız sistemin adı nedir?
Diktatörlüktür.
Zorbalıktır…
Belki monarşi bile diyebilirdik!
Despotizm daha çok mu yakışır?
Ya da “totalitarizm”…
Ya da isterseniz, “monokrasi” da diyebilirsiniz!
-*-*-
Olmadı “kleptokrasi” deyin, yanına da bir 50 milyon dolarcık bırakın, tamamdır!
Usandım 2
“Usandım” dedik ya!
Öteki yazıda...
Buna da “usandım 2” demeyi uygun gördüm...
-*-*-
Bakın, bazı ihaleler çıkıyorlar...
Mesela, İskele’de bir lisemizle ilgili ihale...
Keşif bedeli 26 milyon TL!
Yani yasal olarak ihaleye katılmak isteyen bir müteahhit, 26 milyon TL’den bir kuruş fazla teklif edemez!
38 milyon TL pazarlık usulü teklif veriliyor!
Tamamen yasadışı!
-*-*-
Rauf Raif Denktaş’ın anıtıyla ilgili yanılmıyorsam beşinci kez ihaleye çıkılıyor!
Keşif bedeli 17 milyon TL!
Bu kez 26 milyon TL’ye bağlıyorlar işi!
Yasadışı mı?
Yasadışı!
-*-*-
Peki ne olacak?
Birileri bu işten para götürecek!
Başka ne olabilir ki!
Haaa, dolar kuru falan mı?
-*-*-
Kardeşim, bu ülkede hiç mi doğru bir şey yapılmayacak?
Gerçekten usandım!
Şimdi, tüm bu bahsettiğim ihaleler bakanlar kuruluna gitmek zorunda kalacak!
Yazık değil mi bu ülkeye?
Siz de usanmadınız mı?
-*-*-
Yasadışı bir şey; bakanlar kurulu kararıyla yasallaştırılacak!
Tıpkı Kıb – Tek’e akaryakıt alımı gibi!
Tek farkla, burada “yiyecek olanlar”, Kıb – Tek’e akaryakıt sağlanmasına göre “daha az yiyecek”...
Helal olsun mu?
Vallahi olsun!
U – san – dım!
Bu meslek zor mu? Çok zor!
31 sene önce Yenidüzen’de gece editörlüğü ve muhabirlik yapıyordum...
Bir adam, Girne – Lefkoşa eski yolunda trafik kazası geçirmişti...
Otomobil devrilmişti ve sürücü, polis gelene kadar otomobilden çıkmayı reddediyordu!
-*-*-
O kişi, babamdı!
Ve polis gelmeden otomobilden çıkmak istememesinin sebebi, arabada taşıdığı, içi para dolu çantaydı!
-*-*-
Pazartesi akşamı 19.30 gibi uyudum...
Sabah kalktım, beni arayan telefon numaralarına baktım, “annem” de arayanlar arasında...
Sabahın köründe aramak istemedim...
“Televizyon programını yapayım, ararım” dedim!
-*-*-
Tam programın başlayacağı sırada, bir mesaj aldım...
Ambulans şoförü bir dost, “babacığını sabaha doğru evden aldık, hastaneye götürdük, tamamdır, iyidir, şimdi de eve bıraktık” dedi!
Bu esnada yönetmenim Vedat yıldırım düğmeye bastı ve ben mesajı okurken canlı yayın başladı!
-*-*-
Annem meğer beni 01.40’ta aramış!
Aynı anda ablam mesaj attı, “hoca tamamdır” dedi!
Babamı herkes Sıtkı Hoca olarak bilir...
Hocalığı, imamlığından değil; öğretmenliktendir!
-*-*-
Durumu çok iyi!
Kalp sanmış ilk başta ama mide çıkmış!
-*-*-
Hep söylerim, bir ülkede, vatandaşların en değerlileri, acil servis çalışanları, polisler ve itfaiyecilerdir...
Ambulans şoförleri, hastabakıcılar, doktorlar, tüm personel...
Binlerce kez teşekkürler...