Ankara Hükümeti’nden bir üst el, Üstel’e KKTC hükümetini kurdurdu… UBP’nin iç çalkantılarının yarattığı hükümet krizini fırsat gören Ankaralı üst el, kendileri için sorun olmayacak, talimatlarını harfiyen yerine getirecek, Lefkoşa’daki TC Büyükelçi’sini amiri olarak görecek, yani tam bir biat hükümeti kurmak için UBP kurultayının parti başkanlığı yarışında en az oyu almış adayı başbakan yaptı… Yeni başbakan, yarıştığında partilileri tarafından uygun görülmediği makama Ankara tarafından atanmayı kabul ederken elbette partililerine, parti örgütlerine ve Kıbrıslı Türklere kulak verecek değildi; Ankara da bundan emin idi… Çünkü, gene kendilerinin seçtirdiği şimdiki KKTC Cumhurbaşkanı Tatar canlı örnekti… Seçilemeyecekleri makama getir, sonrasında da istediğini tıkır-tıkır yaptır…
Ankara Hükümeti KKTC’de niye kendisine koşulsuz biat eden bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan istiyor?! Çünkü Kıbrıslı Türklere hiç amma hiç güvenmiyor; sevmiyorlar da… Ancak, Kıbrıs adası onlar için Türkiye’nin güneyi açısından askeri güvenlik, enerji kaynakları açısından da zenginlik demek… Ve Kıbrıs adası Doğu Akdeniz’in denizi ve karası konularında en jeo-stratejik coğrafyadır; bölgenin kilididir… Sadece Türkiye mi Kıbrıs’ta söz sahibi olmak istiyor; Yunanistan, İngiltere, ABD, Rusya, AB, kıyıdaş ülkelerin tamamı da kendi askeri ve ekonomik ilgileri nedeniyle Kıbrıs’a odaklıdır. Ama bu ülkelerin tamamı arasında Kıbrıs’a pratikte en hâkim olan Türkiye’dir ve bu durumunu kullanarak diğer ülkelerin tamamına da ihtiyaç duyduğunda şantaj yapmaktan da çekinmemektedir. Ancak, gelin görün ki, Türkiye bu olanağı hiçbir zaman güven duymadığı, beğenmediği, sevmediği ve horladığı Kıbrıslı Türklere borçludur…
Dolayısıyla, Ankara hükümeti önce Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye göbekten bağlı olmasını gerçekleştirmeye odaklandı… Bunu tam gerçekleştirebilmek için de kendine koşulsuz biatçı siyasi yönetimi kurguladı, uyguladı… Uçak alanı onların, elektrik onların, su onların, turizm sektörü onların; üniversite ve bankacılık sektörlerini de ele geçirmeye başladılar… Hormonlayıp KKTC’ye gönderdikleri yeşil sermaye marifetiyle bunları gerçekleştiriyorlar… Kaçakçılar onların, mafyalar onların, kumarhaneler onların, gece kulüpleri onların; kiralık katilleri, hırsızları, dolandırıcıları ve yobazları da buralarda kol geziyor… Kıbrıslı Türklerin can güvenliğini Rumlara karşı koruduğunu söyleyenler, Türkiye’den gelenlerin yarattığı dramatik boyuttaki tehlikelere ve güvenlik sorunlarına karşı etkisiz unsur…
Ya KKTC Hükümeti?! Kendileri biat edip teslim oldular ya, Kıbrıslı Türklere ait tüm kurumları da teslim ettiler; makamda oturdukları bakanlıkların idaresini dahi onların memurlarına teslim ettiler… Büyükelçi her şeye hakim; Mağusa limanımızı da beyefendi kendi malı imiş gibi özelleştirecek diyor; yani Türkiye’den hormonlu bir yeşil sermaye grubuna teslim edecek… Yeter ki Kıbrıslı Türkler hiçbir şeye sahip olmasın, hiçbir şeyi yönetmesin; ekonomik olarak da tamamen Türkiye’ye bağımlı olsun… Mevcut ekonomik sorunlarımızı istikrarlı bir para birimine geçersek çözebiliriz; onlar karşı, KKTC’yi yönetenler ise ödlek… Kıbrıslı Türklere ne kalıyor?! Fakirlik, işsizlik ve yurtdışına göç… 1974 öncesi Kıbrıs Rum siyasetinin stratejisine mi benzettiniz; doğru benzetme…
KKTC Hükümeti de ekonomiyi bilinçli olarak, bile-isteyerek düzlüğe çıkarmaya çalışmıyor… Kaynak yok mu?! Ercan Uçak alanı için bir gecede 59 milyon euro bulanlar, elektrikte Kıb-Tek’e değil de AKSA’ya her yıl milyonlarca euro kar olanağı sağlayanlar, Kıb-Tek’in ihalesiz akaryakıt alımına karar verip yedi milyon doları geçen yıl bu zamanlar birilerine tezgâh altından aktaranlar, o günden beri de devam edenler ekonomiyi düzeltmek için kaynak bulamıyormuş?! Okullar, hastaneler ve kamu binaları depreme mukavim değil; kaynak yaratmak için Kıbrıslı Türklerin cebine saldırdılar… Hastaneler yetersiz; Kıbrıslı Türkler zarıncasın çünkü kaynak yok… Yollar berbat; Kıbrıslı Türkler tehlikeli yollarda sürünsün çünkü kaynak yok… Daha örnekler var… İşin özeti, Kıbrıslı Türkler yaşamın her yolunda Türkiye’ye tam bağımlı olmalı, Türkiye tarafından yönetilmeli… Şimdi görevde olan hükümet de bu stratejinin bir unsuru; kendi siyasi ve ekonomik ikballeri için bilerek, isteyerek ve gönüllü unsuru…
Ne değiştirecek bu kaderi?! Kuzey Kıbrıs halkının yurtseverlerinin birlikte direnişi; farklılıklarını dondurarak, ortak yanları üzerinden dayanışma içinde direnişleri… Kıbrıs sorununun BM Ölçütlerinde çözümünde direnişleri… Ankara hükümetine biatçı KKTC hükümetlerini hediye etmeye son verecek direnişleri… “Siyasi eşitliği” sadece Kıbrıs Rum tarafından değil, Türkiye’den de isteyen direnişleri… “Biz kabul etmezsek, sen Doğu Akdeniz’de hiçbir çıkar elde edemezsin” diyerek direnişleri… “Bu memleket bizim, biz yöneteceğiz” diyerek direnişleri… “Göbek bağını kesersek, biz değil sen aç kalırsın” diyerek direnişleri… Ve direnişlerine önder siyasi parti ile demokratik siyasi eylem ve mücadeleyi eklemeleri…
Türkiye, Doğu Akdeniz’de talep ettiği çıkarlarına Kıbrıslı Türklerin elinde olan pamuk ipliği ile bağlı olduğunu biliyor. ‘Biatçı KKTC hükümetleri ve göbek bağı stratejisi’ aklı ile sürdürmeye çalıştıkları Türkiye – Kıbrıslı Türkler ilişkileri, Kıbrıslı Türklere çektirdikleri nedeniyle pamuk ipliği gerilmektedir… Koparsa da Kıbrıslı Türklerin elinde kalacağı kesin; bu coğrafya Kıbrıslı Türklere aittir, yapay değişiklikler yitme kaderine mahkumdur.
Ziller kimin için çalacak?! Ankara hükümeti bu stratejilerde ısrar ederse, Türkiye için… Kuzey Kıbrıs’ın yurtseverleri için çalsa çalsa “Kalk borusu” çalacak…