Tiyatroyu hep çok sevdim, izledim ve beslendim.
Her yeni oyunda hayata çok daha derinlikli bakabilmeyi öğrendim; sorguladım, yüzleştim, geliştim, çoğaldım.
Başkaldırdım!
İnsanı tanıdım ve düşlerim büyüdü, düşünce dünyam genişledi, sahne ışığından yansıyan sınırsızlıkla irkildim, barikatlar daha da anlamsızlaştı gözümde…
Eşitsizliğe isyanı, toplumsal duyarlılığı, içine hapsedildiğimiz karanlığı, kenetlendikçe güçlendiğimizi her daim o büyülü perde anlattı bana…
Sözün gücünü, estetiğini, bilgeliğini kavradım.
“Tek Tip İnsan” yetiştirmenin bütün olanaklarını kullanan (derin) devlete karşı tiyatro dayanağımız oldu.
Tiyatroyla barışı özümsedim.
Ne savaşın ne de barışın olduğu ikisinin de ‘ihtimaliyle’ yaşandığı yurdumda, yine seyirci koltuğunda anladım “barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun gökyüzünün dolmasıdır içeriye.”
Aşkın anlamını tiyatroyla sorguladım yeniden…
“Beğendiğimiz bedenlere, hayalimizdeki ruhları koyup, aşk sandığımızı…”
Tiyatro şiiri de sevdirdi bana dansı ve müziği de…
İyi bir tiyatro sanatçısı ya da emekçisi olmak kadar önemli kabul ettim, iyi bir tiyatro izleyicisi olabilmeyi…
“İyi ki tiyatro var”
Tiyatro!
Dolaysızdır, aracısızdır, katıksızdır, yüz yüzedir ve insanlığın bencilce kendine oynadığı o büyük sahnenin inadına, insana oynanandır, insanlık adına…
O nedenle en fazla hayranlık duyduğum, dostluklarıyla gururlandığım, hep yollarını gözlediğim ve ışıklarını izlediğim tiyatrocu dostlarım oldu.
Hepsini içtenlikle kucaklıyorum.
İyi ki Nagehan Halit Diner’in öğrencisi oldum ilkokulda ve o sayede, çok küçük yaşlarda kavradım tiyatronun önemini…
İyi ki tanıdım Yücel Köseoğlu’nu, Kemal Tunç’u, onları izlemek onurunu yaşadım. Yaşar Ersoy’un o ihtiraslı organizasyon yeteneği ve tiyatro aşkına tanıklık ettik hep birlikte… Kıbrıs’ın kuzeyinde tiyatro büyümüşse çok fazladır emeği… Osman Alkaş’ı Erol Refikoğlu’nu Işın Cem’i içtim yudum yudum… İzel Seylani’yle yollara düştüm Larnaka, Pergama… Gururla alkışladım, Türkçe, Yunanca… Aliye Ummanel’in yeni dönem tiyatro diliyle tanıştım… Şimdi tek tek isimlerini sıralarsam birilerini unutacağım, üzülecek, çok yürekli, yetenekli, usta sanatçılarımız var gerçekten, çeyrek asırdır hayranlıkla izliyorum. Bir de kadrosuzlar var Alper Susuzlu gibi… Bekir Kara gibi… Ahmet Karabiber gibi… Londra’dan seslenen Osman Balıkçıoğlu gibi… Tiyatroyu köy köy sevdirdiler… Yeni genç tiyatrolar, oyuncular, amatörler var… Tiyatroya dair çok yeteneğimiz var.
Sıradanlıklar ve yüzsüzlükler sarmalından şiirle, edebiyatla, sinemayla, tiyatroyla, heykelle, sözle, müzikle, sanat ve felsefeyle çıkacağız. “Ya Godot gelir de bizi bulamazsa” endişesinden ve hep beklemekten o zaman vazgeçeceğiz belki…
Utanç abidesi
Unutmadım, bir de utancımız var, son 50 senede tek bir tiyatro binası, kompleksi, yapısı inşa edemedi bu yalan, eğreti, köhnemiş düzen…
Yürüyüş mesafesinde üç farklı tiyatro binası var, güney Lefkoşa’da… 24 tiyatro ve sinema salonu vardı, yıktığımız ve bıraktığımız Maraş’ta… Başkentin kuzeyinde ise iki yarım inşaat, bir de yanmış bina var.
İyi ki Augustus geçmiş buralardan da Salamis Antik Tiyatrosu’nu inşa etmiş (!)
Başkente “talimatla” Külliye inşa edenler sırf bunun için dahi utanabilir.
Utanma duygusu yitirilmemiş olsaydı eğer…
Hani “Zengin Mutfağı” oyunundan hiç unutmayacağım replikle, “İnsan kimlere hizmet ettiğini iyi düşünmeli?”
Bunu düşünebilselerdi gerçekten…
O sahneye ne oldu?
Lefkoşa’da Bandabuliya Sahne açılmıştı ve birkaç oyun da izlemiştik, orada…Surlariçi’ne yeni bir kültürel boyut kazandırmıştı, Bandabuliya Sahne…
2018’de “Lefkoşa’ya değerli bir kültür merkezi kazandırdık” denilerek açılmıştı.
“Öksüzler” ve “Hayalet Kumpanya” oyunlarını anımsıyorum, Karagöz ile Hacivat gösterisini ve bu işin ustası Mehmet Ertuğ’un vedasını…
İyi projeydi, sıcaktı, samimiydi.
Satıldı (!)
Özel bir üniversitemizle yeni bir projeye, işbirliğine imza atıldı.
“Yatırım yapılacak” denmişti, 2021’de…
Böylesi bir günde, “ne oldu” diye sormak hakkımız sanırım…
Yeni bir “Tiyatro ve Performans Sahnesi” beklerken, eldeki sahne de epeydir kullanılamıyor çünkü…
Maaş, yandaş, avanta devletinde
yanık ve atıl bir tiyatro binası
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları binası 1999 yılının şubat ayında yanmıştı.
Öylece kaldı!
Üstelik orası da öyle modern ve yüksek standartlı bir tiyatro salonu değildi.
Tiyatronun isminde “devlet” var ya!
Tam da anlatıyor vaziyeti…
Yirmi dört sene…
O süreçte kaç hükümet, kaç bakan, kaç müdür değişti hesabını tutabilene aşk olsun…
Maaş, yandaş ve avanta devletinde bir Dünya Tiyatrolar Günü daha bu ayıpla geçti.
***
Bir tiyatro oyunu sonrasında yazmıştım…
“Olmak ya da olmamak!
Oyun değil…
Hakikat…
Bir elde dünya, diğerinde kafatası…”
***
Yanık tiyatro binasına hiç dokunulmadı ama ne yalan bitti buralarda, ne talan…