ÜTOPYA diyoruz ya bazen!.. Hayal ettiğimiz, gerçekleşmesi imkânsız olan, kafamızda kurguladığımız, çoğu zaman “ah keşke olabilseydi” diye iç geçirdiğimiz…
Bu sözcüğün yaratıcısı Thomas More. Yunanca ‘yer’ anlamına gelen sözcüğün başına ‘iyi’ ve ‘yok’ anlamına gelen eklemeler yapmış ve ‘iyi yer’, ‘yok yer’ gibi bir sözcük yaratmış. O sözcüğü de kitabında anlatmış. Bu kitap 1500’lü yılların başlarında yazılmış. 16. yüzyıl başları olmasına rağmen öyle şeyler anlatmış ki o kitapta 5 asır önce beynin düşünce gücüne inanmakta zorlanıyorsunuz… Bir yandan da aslında o günlerin sorunlarının bugünlerde de sürdüğünü ve çözümlenmemiş olduğunu görmek ve onları yaşamak büyük üzüntü veriyor.
* * *
Kitapta anlatılan ‘Ütopya’ nerede olduğu belirtilmeyen bir adadır. Elli dört şehirden oluşur ve tek bir dil konuşulur.
Tarlalarında kolektif çalışılır. Sabah üç, öğleden sonra üç olmak üzere günde altı saat çalışılır. (Tabii bu altı saat çalışmanın üretim açısından olumlu bir şekilde planlanmışlığı ve hayata yansıyışı da anlatılır.) Sınıf yoktur. Köleler sadece suç işlemiş olanlardır. (Bu kitabı More’un 500 yıl önce yazdığını yeniden hatırlatırım.) Kölelere kötü davranılmaz. Ütopyalılar altını değersiz buldukları için altın zincirleri köleler takar.
Herşeyin mülkiyeti ortaktır. Konutlar, on yılda bir çekilen kurayla değişilir ve herkes yeni evlerine taşınır. More, bunu uzun süre oturulan evin sahiplenilmesinden ve mülkiyet duygusu yaratmasından ötürü kurgulamıştır.
Ülkenin belli bir dini yoktur. Dinsel hoşgörü egemen ve herhangi bir dinin propagandasını yapmak ceza gerekçesidir.
Fazla asker besleyip halkın yararlanabileceği ihtiyaç maddesini israf etmek yerine paralı askerler tutarlar.
* * *
Kitabın sayfalarında şehirleri ve başkenti hakkında, yönetim biçimiyle ilgili, bilime, zanaata verilen önemle ilgili, adalıların yaşayışlarıyla ilgili, köleler, hastalar ve evlenmeleriyle ilgili bilgiler bulunur. Bu bilgilerde “yok yahu, bu kadarı da olmaz” diye karşı çıkabileceğiniz yerlerin olabileceği gibi, ailenin az da olsa ataerkil bir yapıda biçimlendiğini söylemek de mümkün ama yeniden 5 asır öncenin ütopyası olduğunu da bir kez daha hatırlatalım.
* * *
Kitapta dünyada gezdikleri, gördükleri yerleri anlatan, aralarında tartışan filozofların saptamalarından biri de şöyledir; “Halkın yoksulluğu, kralın varsıllığının teminatıdır. Zenginlik ve özgürlük, devlete isyana, hor görmeye götürür. Özgür ve zengin adam haksızlığa, zorbalığa katlanamaz. Yoksulluk ve açlık cesaretleri kırar, ruhları köreltir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya razı kılar; öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.”
Günümüzün gerçekliğini ne kadar güzel anlatıyor değil mi!
* * *
Ve yine günümüzün büyük problemi şehirlerin, yaşanan yerlerin fazla şişmesine 500 yıl önce Thomas More Utopya’da çözüm bulmuş; “Bir şehirde nüfus gerektiğinden çok artarsa, bu şehirde oturanların bazıları, daha az nüfusu olan başka şehirlere gönderilirler. Eğer bütün adada nüfus artarsa, o zaman her şehirden bir takım yurttaşlar seçilir; bunlar boş toprakları olan bir yerde, Utopia yasalarına uygun yeni bir şehir kurarlar.”
İşte Thomas More’un ütopyası… Hayal gücü… İmkânsızı imkânlı gibi anlatması… Ama belki de imkânı var, neden olmasın!
Şimdilik 17
Hayırlısı olsun, 17 üniversiteye ulaştık… Nicelik mi nitelik mi sorusuna bu ülkeyi yönettiğini zannedenler cevap verdiler; Nicelik. Yani ne kadar çok, o kadar para… Önemli olan eğitim değil, para. Fazla öğrenci, fazla para… Bunun için de ortaklıklar kurulur, ortaklıklar bozulur… Pazarlıklar yapılır, uygun bir komisyona kağıtlar yazılır… Artık övünebiliriz. Kıbrıs’ın güneyini kat be kat geçtik. İlçe başına üç üniversite… Bakkal arayanlara şöyle tarif ederdik; “Köşeyi dön, biraz ilerleyince sağda görecen. Üniversite tarifleri de aynı oldu artık; Köşeyi dönünce sağdaki iki katlı bina… Biraz daha gidince müstakil ev da üniversite ama senin aradığın iki katlı olan.” Seç da seçebildiğini… Alternatif çok. Parayı ver oku. Paran çıkışmadı mı! Sorun yok, gir bir güzellik yarışmasına, burs al. Eğitim düzeyi mi! Önemli mi, sonunda bir diploma alıyorsun işte… İster bir şey öğren, isterse öğrenme… Memleket kalkınıyor; Betonuyla, girilemeyen plajlarıyla, işlemeyen bürokrasisiyle, yapılamayan siyasetiyle, her köşedeki üniversitesiyle… Bu bir kalkınma mı yoksa batma mı! Neye benziyor? Karar verin.
Temel Fıkraları
Bayramın bu son gününde biraz da gülelim istedim, iki Temel fıkrası koydum.
BAS GAZA
Tırcı Dursun’la muavin Temel, kamyonlarına altı metre yüksekliğinde mal yüklemiş giderlerken, birden bir tünel ve önünde bir uyarı işareti görürler;
“Azami yükseklik 4,5 metre”.
Muavin Temel, etrafa dikkatlice baktıktan sonra Dursun’a döner:
Bas gaza usta! Etrafta polis molis yok…
* * * * * * * * *
PİJAMA
Birgün Temel Dursun’a misafirliğe gitmiş ve aniden bastıran şiddetli yağmur Temel’i zor durumda bırakmış.
Dursun, Temel’e;
“Temel, sen bu yağmurda bir yere gidemezsun, pu gece pizde yatarsun” demiş.
Temel de;
“Olur, bu gece burdayum” der ama Temel, Dursun’nun olmadığı bir vakit ortadan kaybolur.
Aradan zaman geçer ve kapı çalınır.
Dursun bakar ki gelen Temel.
“Ula Temel, nereye cittun da?”
Eve pijamami almaya cittum da.”
Belki de yalancı arkadaşlarına bir teşekkür borçlusun; Sana gerçek dostlarının kıymetini hatırlattıkları için…
VİCTOR HUGO