Hani o şarkı var ya, “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli…”
Tam da Kıbrıslılar için yazılmış gibi…
Konuştuklarımıza, yazdıklarımıza bakılırsa, en büyük aşkımız(!) “çözüm ve barış”…
Ama biz (genelde yaptığımzı gibi) “uzaktan sevmek”ten yanayız…
Salı akşamı, Ledra Palas’ta ki “Dayanışma Evi”nde BM Genel Sekreteri’nin özel danışmanı Espen Barth Eide’nin de konuşmacı olarak katıldığı “Kurbanları Anma Etkinliği” tam da birbirimizi anlamanın; acılarımızı paylaşmanın zamanı olmasına karşın oldukça sönük geçti… 60’tan fazla üye ve/veya destekleyici örgüt, gruptan oluşan “Birleşik Kıbrıs İki-Toplumlu Barış İnisiyatifi”nin (kötü) organizasyonuyla yapılan etkinlikte; (her zamanki gibi muhteşem bir dinleti sunan) iki toplumlu Koro üyelerini saymazsak, toplam 60 kişi ya vardı ya yoktu!..
Savaşlarda ailelerini kaybeden Hüseyin Akansoy ve Petros Souppouris tarafından ortak barış mesajı ne kadar anlamlıysa( “yaşananların bir daha kimseye yaşatılmaması için yıllardır emek veriyoruz… Unutmak için değil ders çıkarmak için buradayız” ) ; Eide’nin söyledikleri de o kadar anlamlıydı:
“Barış için şans var. Önceki gün ve dün görevimin en verimli ve olumlu günleriydi. Kıbrıslı liderlerle çok güçlü ve yaratıcı fikirlerle yürüyoruz. Bulunduğum tüm ortamlarda saygı ve anlayış vardı. Dünkü gibi etkinliklerin çoğaltılıp katılımın da artırılması gerekmektedir. Toplum şunun bilincine varmalıdır ki liderler tek başlarına barış inşa edemezler. Barış, toplumda can bulup liderleri teşvik etmelidir.”
Evet, Eide’nin de dediği gibi “liderler tek başlarına barış inşa edemezler” işin çoğu bize düşüyor; ama biz henüz “dur bakalım ne olacak!?” modundayız…
Tıpkı, 10 yıl önce olduğu gibi!...
--------------------------------------------------------
DUR BAKALIM NE OLACAK !..
Geçen hafta doğanın beklenmedik süpriziyle beyaza kesmişti ya dağlarımız; “beklemeye alışmış” olan bizlere, bir tokat gibi göstermişti kışa girdiğimizi…
Oysa biz daha, evden çıkarken gömleğimizin üzerine ceket alıp almama kararsızlığında, yazı yaşadığımızı düşünüyorduk…
Onca yıldır, ne kışlara alıştık; ne de ani gelişen beklenmedik olaylara…
Çünkü biz “beklemeye alışkın(alıştırılmış)” bir toplumduk…
Ve, en büyük beklentimiz olan Çözüm’ü beklemeyi sürdürmekle geçiyor günlerimiz…
Şimdi işi gücü bıraktık; hep birlikte 17 Aralık’ı bekliyoruz!..
Birileri çıksın, “Ne olacak, Aralığın 17’sinden sonra 18’i olur! Güneş de yine doğudan doğar!” desin diye bekliyorum; yok!..
Herkeste rehavetli bir telaş!.. “Türkiye’ye tarih verilecek canım da ondan sonra işimiz zor!” diyenlerin en büyük derdi “Ya Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen tanırsa… Vahh bizim halimize!”
İşin ilginç yanı, Kıbrıs’ta anlaşma sağlanamazsa bunların yaşanacağı uyarısını yapan sol partiler de yaşıyor ayni rehavetli telaşı!…
Çözümü beklemeden Kıbrıs’ın üyeliğini onaylayan Avrupa Birliği, birçok riski göze alarak atmıştı o adımı… Şimdi, o risklere yeni riskler ekleyerek; Türkiye’ye üyelik yolunu açacak…
Sağolsun, Abdullah Gül, “Siz üstünüze düşeni yaptınız; EVET diyerek, bize olan borcunuzu ödediniz!,” diyerek, bizi bu rehavetli telaştan kurtarmaya çalıştı!.. Biz Türkiye’ye olan Diyet Borcumuz’u ödedik; dünyaya da “uzlaşmaz tarafın Rumlar” olduğunu gösterdik ya; bizim görevimiz tamamlandı!.. Gül, “artık siz rahat olun; bizim geleceğimizin ne olacağını bekleyin… Aralık’tan sonra ne yapacağınızı biz yine size söyleriz!” demeye getiriyor…
Bu yüzden, meclisimiz erken seçim kararı için beklemeyi sürdürüyor…
Bu yüzden, Veto kozunu elinde tutan Papadopulos’u kızdıracak demeçlerden; uygulamalardan kaçınılıyor…
Büyük bir “Bekleyin Bakalım!..” göreviyle başbaşayız…
Türkiye dış politikasının rutin uygulaması olan “Bekleyelim görelim! İstediğimiz olmazsa sonra bağırırız…” uygulamasında, Kıbrıs Türk toplumuna verilen görev bu: Bekleyin Bakalım!..
Telaşa gerek yok!…
Sakin sakin, 17 Aralık’ı bekleyelim… Ne Papadopulos’u kızdıralım; ne verdikleri sözleri tutmadılar diye Avrupa’ya yüklenelim; ne de Türkiye’ni Avrupa Briliğine girmesi için her türlü çabadan kaçınmayan büyük müttefik Amerika’yı (üç beş Iraklı çocuk öldürdü diye) protesto etmeye kalkalım… Kendi geleceğimizin gaylesine düşüp, mitingler falan yapmak da doğru olmaz bu kritik günlerde!..
Koca Türkiye, kimi tanıyıp kimi tanımayacağını bize mi soracak! Hem tanımadan, tanımaya fark var… “Resmi Tanıma” var, “Dolaylı Tanıma” var, “Fonksiyonel Tanıma” var…
Bizim bu “diplomatik tinyozluklar”a aklımız ermez!.. O yüzden, Meşhur arap hikayesinde olduğu gibi oturup bekleylim!..
Anavatanımız, “Et derdindeyken”, bizim “post derdine düşmüş kuzular gibi ortalıkta meleşmemizin” kimseye faydası yok!..
Korkmayın, beklerken canımız sıkılmaz… Maşşallah, memlekette eğlence bol… “Esrar, Eroin, Kokain ne ararsan var” * … Kumarhanelerimizden, kerhanelerimize kadar her türlü hanemiz var… Patlayan bombacıklarımız; çarpışan arabacıklarımız cabası…
Telaşa gerek yok!..
Beklemeye devam!…
“Dur bakalim ne olacak?”
* 1 Aralık tarihli gazete manşetlerinden…
02-12-2004