Kıbrıs’ın Uzay Şairi Osman Türkay, doğum gününde yeni yayımlanan “Uzay’ın Şairi Osman Türkay” kitabıyla anıldı.
Semra Eren-Nijhar’ın kaleme aldığı kitabın tanıtımı Lefkoşa AKM’de yapıldı.
Usta şair Osman Türkay’a geçmeden önce salonda dinlediğim Nijhar’ın kürsüdeki konuşmasına değinmek istiyorum.
Konuşmasında Osman Türkay’ı laikiyle yaşatmadığımızı vurguladı ve biraz sitem etti Nijhar, halbuki o salona bizi çeken Osman Türkay’ın ta kendisiydi.
Geçmişte birçok etkinlikte ve projede hem Osman Türkay’ı anmak hem de anlatmak şansını yakalamış biri olarak, Osman Türkay’ın edebiyatımızda, belleklerimizde ve kültürümüzde büyük bir yeri olduğunu, Türkay’ın adına yaraşır bir şekilde yıl içine yayılan birçok etkinliğin düzenlendiğini de söyleyebilirim.
***
Genel olarak ülkemiz kültür ve sanatına sahip çıkıyor muyuz? Önem gösteriyor muyuz? Bunları tartışabiliriz. Bu yönde yapılması gerekenler ve yapılmayanlar apaçık ortada. Üzerlerine gitmeliyiz, talep etmeliyiz.
Bu eksikliğin, bizi yönetenlerin umurlarında olduğunu pek düşünmüyorum.
***
Ve Osman Türkay…
Uzay Şairi Osman Türkay…
1927’de Kazafana’da dünyaya gözlerini açan Türkay, 74 yıllık ömrüne nice önemli eser sığdırmıştır. Ürettikleriyle, Kıbrıs’ın sınırları dışına taşan Türkay, şiirlerinde insanın kâinattaki yerini sorgular, sorular sorar ve cevaplarını arar. Okuyucuyu dünyadan alıp, evrende bir gezintiye çıkarır.
Şiirlerindeki dili ve başarısıyla birçok ödüle layık görülen Türkay, 1988 ve 1990 olmak üzere iki kez de Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterildi.
***
BEŞPARMAK MELODİLERİ
Bir yaz gününün bu eşref saatinde
Yeşil çamlar
Yalçın kayalar
Başdöndürücü uçurumlar
Kaleler
Şatolar
Saraylar
Kıvrımlı asfalt yollar
Ağaçlar
Pınarlar
Serin sular
Akıp gitmede rüyalarımdan
Şarkılarını dinliyorum cüce beşparmak!
Şarkılarını dinliyorum binlerce kilometre uzakta
Taymis`in süt mavi sisleri ortasında
Evrensel sevgi, ümit ve gerçekten
Beş bin müzik yılı sonra gelecekten
Koparıp zevkimize armağan ettiklerin:
Defne kokan, laden kokan bestelerin
Öyle renkli, öyle candan, öyle derin
Ezgilerin, sezgilerin, çizgilerin
Senin.
“Rivers In The Ocean”
Alev Adil ve Aslı Bolayır’ın multimedya çalışmalarından oluşan “Rivers In The Ocean” başlıklı sergilerinin ikinci bölümü Arucad Art Space Lefkoşa’da açıldı.
Korai Poject Space ile eş zamanlı olmak üzere konu edinen temanın iki farklı varyasyonunu birbirine paralel olarak, tamamlayıcı ama benzersiz çalışmalarla iki farklı alanda yer alan serginin Küratörlüğünü Esra Plümer Bardak yapıyor.
Mart ayına kadar gösterimde kalacak olan serginin tanıtım metninde Esra Plümer Bardak, sergiyi şu satırlarla anlatıyor:
“Rivers In The Ocean başlığı, küresel sorunlar ile yerellikler arasındaki karşıtlık ve ayrılmaz bağlantıya oyunbazca göndermede bulunarak, su akıntılarının ontolojik ve metafiziksel yönlerini, insanların çağdaş yaşamla başa çıkma konusundaki yeteneklerini ve yetersizliklerini ele almada bir başlangıç noktası olarak konu ediyor.
Burada öne çıkan eserlerin, insan deneyimlerinin temelini oluşturan, yönlendiren ve bazen de yok eden fiziksel/psikolojik, doğal/sentetik ve sistematik yapılarla ilgili olduğunu gözlemleriz. Sergiler, sanatçıların ortak çalışmaları ve Amor Fati (birinin kaderini sevme) deyimi üzerine bireysel düşünceleriyle temellendirilmiştir. Friedrich Nietzche tarafından tartışılan Amor Fati, kişinin kendi kaderiyle yüzleşme eylemidir.
Alev Adil ve Aslı Bolayır, bu kavramla daha geniş anlamda ilgilenerek, ‘kaderimizi kabul etme’ eylemini alternatif alanlar ve kimliklerin ortaya çıktığı durum ve deneyimlere değinerek, insanların doğaya karşı yönünü şaşırmış yakınlığını ve yaşamdaki doğal hareketleri, akımları ve değişimleri, kader etrafındaki anlatılarla ilişkilendirir”
Arucad Art Space Lefkoşa’daki sergi 11 Mart’a, Korai Project Space’teki sergi de 3 Mart’a kadar ziyaret edilebilir… Kaçırmayın.
Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar
İstanbul’da Meşher’de açılan “Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar” sergisini itinayla gezdim.
Küratörlüğünü Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı’nın üstlendiği sergi, Ömer Koç Koleksiyonu’nda yer alan çeşitli nadide eserlerden oluşuyor.
Tarihe yoğun ilgi duyan biri olarak İstanbul’un Osmanlı’nın elinde olduğu 15’inci yüzyıldan 20’nci yüzyılın ilk çeyreğine uzanan bir zaman dilimini kapsayan sergi, şehri zengin bir görsel kayıtla ziyaretçilerine 100’ün üzerinde eserle sunuyor. Bu eserler arasında, tablolar, gravürler, nadir kitaplar, panoramik fotoğraflar ve objeler var.
Sergideki eserlerin üreticileri de büyük çeşitlilik gösteriyor. Gemi kaptanından seyyahlara, askerlerden elçilere, yazar, ressam ve fotoğrafçılardan mimar ve şehir plancılarına kadar Batılılar tarafından bazen politik veya askeri bazen estetik amaçlarla üretilen eserlerde farklı teknikler öne çıkıyor.
Sergide dikkat çeken eserler arasında, İngiliz ressam Henry Aston Barker’ın 1800 yılında Galata Kulesi’nin tepesinden çizdiği eskizlere dayanarak oluşturduğu İstanbul Panoraması, elçilik sekreteri olarak İstanbul’da bulunan Philipp Franz von Gudenus’un 1741’de İsveç Elçiliği’nin çatısından yaptığı çizime ait gravür, Joseph Schranz’ın Karadeniz’den Marmara Denizi’ne Boğaz panoraması bulunuyor.
Ayrıca bilinen en eski 360 derecelik panoramik İstanbul fotoğraflarını çeken sanatçı olarak tarihe geçen James Robertson’ın Bayezid Kulesi’nden çektiği Mayıs 1854 tarihli fotoğrafın sanatçının imzasını taşıyan ithaflı albümünü de sergide görmek mümkün.
Sergilenen eserlerden en eskisi 1493 tarihli Hartmann Schedel’e ait “Liber chronicarum”.
İstanbul’a yolu düşen okurlarımız 26 Mayıs’a kadar Meşher’de açık olacak olan sergiyi ziyaret edebilirler.