Halkımızın 28 Temmuz 2013 iradesi sosyal adaleti tesis edeceğimiz ve kendi kendimizi yönetme idealimiz doğrultusunda cari harcamalarımızda Türkiye’ye avuç açmayacağımız bir yapılanmayı işaret etti. Bu doğrultuda “sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı” vizyonu ile bir hükümet programı hazırlandı.
Halkımızın yüzde 61,54’ünün desteğiyle oluşan bu siyasi irade 50 sandalyeli parlamentoda halen 30’un üzerinde milletvekili tarafından temsil ediliyor.
Bu siyasi iradenin kamu çalışanları arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi taleplerini nasıl ele alacağı sınanıyor bugünlerde…
Bu iradeyi temsil edenler despot UBP yönetimleri gibi “mağduruz” diyenlerin sesine kulak tıkamayacaktır. “Mağduruz” diyenler hata yapsalar dahi ötekileştirilmeyecek, sosyal ve siyasal süreçler hiçbir biçimde “ben bilirim, ben yaparım” mantığıyla sekteye uğratılmayacaktır.
Siyaset matematik değildir ancak mağduriyetleri giderirken sürdürülebilir bir yapıya ulaşma vizyonu ile de ters düşmemek adına nasıl bir ilkesel çerçeve içerisinde hareket edileceğinin net olarak ortaya konmasında büyük yarar vardır.
Kamunun personel ve transfer harcamaları, yüzde 25’i Türkiye kaynaklı olan bütçemizin yüzde 85’ine tekabül etmektedir. Bu yüksek oran sürdürülebilirliği engelleyen kronikleşmiş bir sorundur. Halk iradesi ile çelişmemek adına yapılması gereken ise bu oranı yükseltmeden mümkün olabildiğince aşağılara çekmektir. Bundan ötürü mevcut siyasi irade doğrultusunda hükümetin kamu gelirlerini artırmaya ve (acı reçete uygulamaksızın) bütçenin giderler kısmında ek mükellefiyet yaratmamaya özen göstermesi, ilkesel bir noktadır.
Bilimsel temelde ideal olanın ekonomik büyümeyi (kalkınmayı) sürdürülebilir kılmak olduğunu, ekonomik büyüme için mali sürdürülebilirliğin şart olduğunu, bunun ise bırakınız ek mükellefiyet yaratmamayı personel giderleriyle ilgili birtakım tedbirler alınmasını dahi gerektirdiğini not etmekte yarar vardır. Hükümet programında kamu çalışanlarının özveride bulunmasını gerektirecek herhangi bir hedef yoktur. Ek mükellefiyet yaratmama ilkesi ise çocuklarımızın sırtındaki borç yükünü artırmamayı öğrenme sürecimizin temel öğesidir.
Başbakan sendika başkanlarını görüşmeye davet eder, daveti reddedilir ve üstüne üstlük basına “Başbakan bizimle görüşmeyi reddetti” diye açıklamada bulunulursa, burada bir tuhaflık yok mudur? Yaşanmakta olan süreçte hükümet “mağduruz” diyenlere kulak tıkamazken sendikaların da halkın iradesini temsil edenlere saygıda kusur etmemeleri gerekmiyor mu?
Kimse siyasileri korkutarak halkın iradesi ile oluşan toplumsal vizyonun hilafına halkın ortak kasasından fazladan bir pay koparabileceği yanılgısına düşmemelidir. Halkımızın büyük bir kısmı bu çirkin oyundan ciddi rahatsızlık duymaktadır.
Mağduriyetlerin giderilebilmesi için iktidarın sosyal ve ekonomik konularda ilkesel bir tavır takınması ne denli önemliyse, sendika yetkililerinin de halk iradesi ile belirlenen toplumsal hedefleri dışlamadan süreçlere katkıda bulunması o denli önemlidir. Sistem, halk iradesi ışığında yönetilmektedir ve en az devlet kadar sivil toplum da sistemin aksaklıklarının giderilmesinden sorumludur. Her şeyi devletten beklemeksizin belirlenen ilkesel çerçeve içerisinde ayakları yere basan önerilerle değişime ve mağduriyetlerin giderilmesine katkıda bulunmak çağdaş anlamda sendikaların da görevleri arasındadır. Artık sendikalar da var olabilmek için değişmelidir.
Hiçbir acı reçete içermeyen Hükümet Programı ışığında mağduriyetleri gidermenin yöntemi diyalog ve uzlaşı kültürüdür. Kafa kafaya vererek kamunun maaş nitelikli harcamalarında ek mükellefiyet yaratmayacak biçimde aynı kalemde yapılacak düzenlemelerle eşitsizlikleri azaltmamız mümkündür.
Kamu çalışanları arasındaki gelir uçurumunu daraltmak adına hükümetin hayat pahalılığı uygulamasında belirli bir dönem için alt baremler lehine bir düzenlemeye gidilmesi önerisi vardır. Sendikaların bu konudaki görüşünü duyamadık ancak siyasilere dönük tehditler havada uçuşmaktadır.
Hükümet de Meclis de Meclis’teki ilgili tüm komiteler de sosyal ve siyasal süreçlerde üzerlerine düşeni yapmaktan kaçınmayacaktır. Yeter ki sendikalar tribünlere oynamak yerine somut kazanımlara odaklanabilsinler…