Komikebir’e (Büyükkonuk) gidiyoruz – babası ve erkek kardeşi bu köyden alınarak “kayıp” edilmiş olan Hristina Pavlu Solomi bana evlerini gösteriyor, nenesinin evini, ailenin yağ değirmenini, dedesinin evini, tarlalarını, zeytinlerini, mallarını...
Komikebir bir zamanlar Karpaz’da çok önemli bir köymüş – zaten “Komi” de “Baş” demekmiş... Köylere “başçılık” ediyormuş... Köyün sekiz tane yağ değirmeni varmış ve tüm civar köylerden Komikebir’e köylüler zeytinlerini getirerek burada yağ çıkarıyorlarmış... Gençler buraya bir meslek öğrenmeye, örneğin mobilyacılık öğrenmeye de geliyorlarmış... Ve elbette civar köylerden hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar buraya tarlalarda çalışmaya geliyorlarmış...
Kuyu, 1974 sonrası inşa edilmiş köyün Kıbrıslıtürk mezarlığının yakınında...
1974’e kadar köydeki Kıbrıslıtürkler’in mezarlığı, Hristinalar’ın evinin yakınındaymış – sonra buradaki mezarlar bu yeni mezarlığa taşınmış ve eski mezarlık da bir parka dönüştürülmüş. Kıbrıslıtürkler’in yeni mezarlığındaki çok eski mezar taşları, eski mezarlıktan getirilmiş – Hristina “Ancak mezarların içerisindeki kemikleri buraya taşıdılar mı, onu bilmiyorum” diyor. Yeni Kıbrıslıtürk mezarlığı, köydeki Kıbrıslırum mezarlığıyla yanyana duruyor...
Mezarlığın hemen yanında iki kuyu var – ilk kuyu bir dönmedolap kuyusu... Biz yaklaştığımızda bir beyaz baykuş buradan uçarak çıkıyor ve ağaçlara doğru gidiyor...
İkinci kuyuya gittiğimiz zaman üç tane daha beyaz baykuş alçaktan, hemen yanıbaşımızdan uçup ayrı yönlere gidiyorlar – biri tam karşıdaki servi ağaçlarına sığınıyor...
Etrafı çalılar bürümüş – herhalde buralarda çok sıçan vardır ve bu baykuşlar yiyecek bulabildikleri için buraya sığınmışlar...
Sessizliğin ortasında beyaz baykuşlar güzellikleriyle bizi hayran bırakıyorlar...
Kuyuyu buluyoruz ve Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Ksenofon Kallis ve Okan Oktay, bu kuyuyu inceliyorlar...
Kış aylarında kuyu kazıları yapılması zor çünkü yağmurlar buna engel olur çoğunlukla... O nedenle kuyu kazıları genelde yaz aylarında ya da sonbaharın başlangıcında yapılıyor...
Burasının fotoğraflarını çekiyoruz ve sonra Hristina, kuyuların yanındaki Kıbrıslırum mezarlığına bakmak istiyor.
Mezarlığın kapalı kapısını açıp içeriye giriyoruz – çoğu haç kırılmış ve sağa sola savrulmuş... Kıbrıs’ın kuzeyinde kalan Kıbrıslırum mezarlıklarının çoğunlukla durumu böyle... Hristina, dedesinin mezarını bulunca seviniyor... Buradan bakıldığında Kıbrıslıtürk mezarlığında mezarlara konulmuş rengarenk çiçekler görülebiliyor, Kıbrıslırum mezarlığındaysa haçlar kırık dökük, sağa sola savrulmuş, pek az mezarın taşı yerli yerinde duruyor... “Barış”tan, “anlaşma”dan söz etmek kolay ve “ucuz” birşeydir. Önemli olan “barış”a, “anlaşma”ya, “karşılıklı anlayış ve saygı”ya giden yolu emekle döşemektir... Bu köyün belediye başkanlığı için bu mezarlığı, tıpkı Kıbrıslıtürkler’in mezarlığı gibi birazcık temizleyip düzgün bir şekle sokmak, köyü ziyaret eden Komikebirli Kıbrıslırumlar’a bunu göstermek o kadar zor bir iş midir? Olsa olsa yarım günlük bir iştir bu... Bu yalnız Komikebir (Büyükkonuk) için geçerli değil – Kıbrıs’ın her yerinde böyle olmalı, ister güneyde, ister kuzeyde, birbirimizin ölülerine saygı gösteremiyorsak, dirilere nasıl saygı göstereceğiz? Topyekün, büyük anlaşmaları bekleyedururken, böylesi küçük ve insani adımların atılması o kadar zor mudur? Göstermelik olmayan, somut adımları kastediyorum... Böylece bir Kıbrıslırum arkadaşımız buraya geldiğinde yanında utanmayız, aynı şekilde Kıbrıs’ın güneyinde de biz bir mezarlığı ziyaret edecek olursak bir Kıbrıslırum arkadaşımız da bizim yanımızda utanmayacak... Böylesi küçük, sade adımların atılması için ille de koca koca hükümetlerin oturup koca koca kararlar alması da gerekmez... Belediyeler, kendi insiyatifleriyle yapabilirler bunu...
Mezarlıktan çıkıyoruz, kapısını yeniden kapatıyoruz... Sonra Galatya’ya doğru yola koyuluyoruz...