Vatan namus mudur?

Serhat İncirli

Hedef neydi?
Amaçlanan sonuç neydi?
Önce buna bir bakmak lazım…
Haaa efendim, neden mi bahsediyorum?
Elbette Kıbrıs’ta 1955 sonrasından…

-*-*-

Ama öncesine biraz bakmak şart…
Kıbrıs’taki Rumlar, 1571 sonrasında Ada’ya yerleşen Osmanlı Müslüman hatta Osmanlı Hıristiyan toplumlarına göre her zaman daha örgütlü, daha eğitimliydi.
1571’de Ada’ya getirilen nüfusun tamamı Müslüman değil miydi?
Hayır değildi, sayıları çok az olabilir ama Karaman’dan gelen “Türkçe konuşan Ortodokslar” olduğu da biliniyor.

-*-*-

Kıbrıslı Rumlar, Osmanlı’nın gelişi ile Ortodoks kimliklerini güçlendirmeye başladılar.
En önemlisi, vergi toplama işinin kiliselerine verilmiş olmasıydı.

-*-*-

İngilizlerin Ada’yı kiraladığı 1878’e gelindiğinde Katolikler tamamen eridi; Osmanlı Müslümanları bir baltaya sap olamadı, Ortodokslar daha ilk günlerde İngilizlerden, “Ada’yı Yunanistan’a vereceksiniz” talebinde bulundu.

-*-*-

1910’lu yıllarda “Türkçülük” denen hareket Anadolu’da ve İstanbul’da yayılmaya başlamıştı ama Kıbrıs’a gelişi çok yaygın ve etkili değildi.
Özellikle taşradaki ve daha az eğitimli kasabalardaki “Müslüman” Kıbrıslıların ciddi anlamda “Türkleşmesi”, İkinci Dünya Savaşı sonrası Ada’ya gelen bazı Türkiyeli öğretmenler sayesindedir.

-*-*-

Ancak özellikle 1878’den sonra Rum Ortodoks Cemaati ve Kilisesi, çok örgütlüdür. Hatta o kadar ki, 1930’larda Londra’da bile örgüt kurabilmişlerdir. Kıbrıslı Türkler’in Londra’daki ilk örgütlenmesi 1950’lerin ikinci yarısına denk gelir ve oldukça cılızdır.

-*-*-

Malumdur, 1955 EOKA ve 1958 TMT örgütlenmeleri, “Yunan” ve “Türk” milliyetçiliklerinin ülkede birlikte şaha kalktığı ilk dönemdir.

-*-*-

Birinde hedef “Enosis”, ötekinde hedef “Çifte Enosis”tir.
Biri, Ada’yı tam olarak Yunanistan’a bağlamak için, öteki ise en az yarısını Türkiye’ye bağlamak için yer altındadır.
Ama her ikisi de günümüze kadar devam eden “derin devlet” örgütlenmesini fullemiştir.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti, her iki milliyetçiliği veya her iki fanatizmi dizginlemiş değildir.
Özellikle TMT, Türkiye’den gelmeye devam eden komutanlarla ve yer altındaki silahlarla, çok daha örgütlüdür.

-*-*-

Peki, 21 Aralık 1963’te ne olmuştur?
Tıpkı Avusturya - Macaristan İmparatorluğu'nun 1908'de işgal etmiş olduğu Bosna - Hersek'in Saraybosna kentinde, 28 Haziran 1914'te Gavrilo Princip isimli bir Sırp milliyetçisinin Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürmesinin I. Dünya Savaşı'nı başlatan kıvılcım olması gibi bir olay yaşanmıştır.
İlk kim mi silah çekti?
Propagandayla bu meselenin altından kalkamazsınız.
Önemli olan şudur; ne Enosis ölmüştür, ne de çiftelisi yani Taksim!
Dolayısıyla o sabah, yani 21 Aralık 1963, saat 02.30’da meydana gelen olay, temeli hazır olan kavgayı başlatmış olmaktan başka bir şey değildir.

-*-*-

Bu dakikadan sonra özellikle Kıbrıslı Türklerin tek bir hedefi kalmıştır.
O hedef de, “ne yapın ne edin, Türkiye’yi Ada’ya çekin” hedefidir.
Aslında sadece o dakikadan sonra değil, taaaa 1 Ağustos 1958’de TMT’nin resmi olarak kurulduğu tarihten bu yana, her şey, Türkiye’yi Kıbrıs’a getirme çabasıyla doludur.
Bu çabalar, önce 8 Ağustos 1964’te Erenköy’de savaş uçaklarının bombardımanı ile gerçeklemiş, akabinde 15 Kasım 1967’de aynı uçakların alçaktan uçuşu ile devam etmiştir.

-*-*-

Türkiye, çıkarma için askeri ve teknik açıdan hazır olduğunda, Elenizim ve Enosis, Amerikalılar tarafından bir kez daha hortlatılmış ve 15 Temmuz 1974’te Kıbrıslı Rum faşistlerle Yunanistan’daki askeri cuntanın tarihi salaklığıyla, Türkiye’ye “buyur gel büyük fırsatı” altın tepside sunulmuştur.
 
 -*-*-

Sonuç ortada… 
Kazandığımız askeri zaferin şu anda felakete varan ekonomik ve sosyal yıkımıyla karşı karşıyayız…

-*-*-

21 Aralık 1963 mü?
Aslında bu tarih, Türkiye’nin Ada’nın yarısını eline geçirmesiyle sonuçlanan 20 Temmuz – 16 Ağustos 1974’ün ilk kurşunlarının sıkıldığı gündür… 
Milliyetçiliğin tarihi kabahatleri arasındadır.
“İlk kurşunu şu sıktıydı, yok hayır kadın meselesiydi…” tartışmalarına gerek yok…
İlk katliamı da Gönyeli’de biz yaptık… (12 Haziran 1958)
Bunları konuşmanın anlamı yok.
Konuşulması gereken, aslında bunlara hiç gerek olmadığıdır.
Çünkü Kıbrıslılar olarak biz, kendi vatanımızı, kendi Ada’mızı başkalarına peşkeş çekme hedefinde olmasaydık; bunların hiçbiri başımıza gelmeyecekti.

-*-*-

Son bir not; “… Yani vatan namussa; biz namusumuzu hacina İngilizler ve Amerikalıların kışkırtması ile Yunanistan ve Türkiye’ye teslim etmeyecektik! Ettik mi? Evet ettik, hala da edenler çok fazla!”.


 


Egemen eşit devletimizi tanıtma şansını gıl payı gaçırdık!

Sosyal medya esprilerle, şakalarla doldu.
Mesela, KKTC’de yaşadığımız büyük ekonomik sıkıntıyı nasıl çözersiniz?
Sosyal medyada bunun yanıtı basit!
Çünkü Ersin Tatar, en üst seviyeden ekonomik bilgisini her sabah paylaşıyor…
Ne mi diyor?
“Toroslar görünüyor, sağlığınıza dikkat edin”…
Formül burada!

-*-*-

Peki Türkiye’deki “başkan” ne yapıyor?
O da diyor ki, “dövizle ev mi satın aldınız?”
Çek bir Kevser Suresi!
Döviz borcunuz mu var?
“birlikte okuyoruz, kul eüzü birabbin nasi, melikin naşi…” tamamdır!
Ödendi bile!
Kiranız dövizle mi?
Hiç korkmaya değmez!
Girne Dağları’na çıkınız; yüzünüzü Kuzey’e dönünüz, hava temiz ve açıksa, Toroslar tabii ki görünüyor, “iki adet kulhuvallahü”, ev kirası ödenmiştir!

-*-*-

Kıbrıs sorunu mu?
Çözülecekti ama Kıbrıslı deyişiyle “gıldan gaşdı!”…
Hem de “egemen eşit iki devlet”li!
Nasıl mı çözülecekti?
Dışişleri Bakanı Pakistan’da…
Temas ettiklerinden temaslı gelmez inşallah; garibim O dua da bilmez; yoksa bilseydi, kesin KKTC’yi tanıtıp dönerdi… 
Sadece gezdi, Pakistan’ı da gördü, o kadar!
Yoksa en azından bir Fatiha bir Salawat, “aha KKTC tanınmıştı”…
Hay Allah!
Gaçırdık şansı!

-*-*-

Hem TC’nin hem de yavrusunun içine düştüğü durum, komik bile değil!
Bu durumdan daha zavallı bir durumu 54 yıllık hayatımda hiç görmedim; savaş günleri dahil!
 


Lefkoşa’da, 21 Aralık 1963 sabahı Zeki Halil ve Cemaliye Emirali’nin vurularak öldürüldüğü nokta…