Türkiye’deki, şu ‘vatandaşlık’ için isim değiştirme uygulamasını hiçbir zaman kabullenemedim, hala da kabullenemiyorum. Yabancılar TC vatandaşı olur olmaz -en azından sporcular (en çok onları duyuyoruz)- isimleri değişiveriyor. Doğrusu bunun yasa gereği olarak mı, yoksa tamamen bir tercih veya telkin sonucu mu olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Ama hangisi isterse olsun yine de garip.
Yasa gereği ise, garip... Eğer bir ‘telkin’le gerçekleştiriliyorsa, daha da garip...
Sporcular, özellikle de futbolcular, basketbolcular ve atletler arasında sıkça rastlıyoruz örneklerine. Adam Brezilya’dan, Sırbistan’dan , Afrika’nın bilmem hangi ülkesinden gelmiş, uzun yıllar Türkiye’de kalmış, bir nedenle Türk vatandaşı olmaya karar vermiş. Hemen adı da değişiveriyor. Yirmi yıllık Brezilyalı birdenbire Mehmet, Afrikalı Deniz, Sırbistanlı Osman, Afrikalı Ahmet, Amerikalı Ali oluveriyor bir anda. Sanki, kendi öz ismiyle Türk vatandaşı olamazmış gibi.
Bir düşünün...
Almanya’da üç milyona yakın Türk yaşamakta. Bunların çok çok büyük bir bölümü Alman vatandaşı olmuş. Ama isimlerine hiç kimse dokunmamış. Ne yasa ile ne de telkinle...Hiç kimse çıkıp Ayşe’ye “Sen bundan sonra Heidi olacaksın”, Ali’ye “Madem ki Alman vatandaşı oldun, bundan sonra senin adın Andreas olacak” dememiş.
Demeye kalksa kıyamet kopmaz mıydı Türkiyede ?
Aynı şey, önemli sayıda Türk’ün bulunduğu Hollanda, Fransa hatta İsveç, Norveç’te de geçerli. Norveçli Mehmet yine Mehmet..Hollandalı Kadriye hala Kadriye...Fransalı Durmuş da hala Durmuş...
İngiltere ?
İngiltere’de de önemsenecek bir Türk nüfusu var. Gerek Türkiye’den gerekse Kıbrıs’tan..Bu insanların bu güne kadar böyle bir baskı altına alındıklarını duydunuz mu ?
Aklıma, Turgut Özal döneminde Bulgaristan’la yaşanan ‘kriz’ geldi birdenbire. Hafızalarınızı yoklarsanız sizler de hatırlayacaksınız.
Bulgaristan, bir zamanlar, garip bir kararla, oradaki Türk vatandaşlarına, (başka başka baskılar yanında) isimlerini de değiştirme zorunluluğu getirmişti. Uygulama da başlatılmıştı. Türkiye kamuoyu ve medyası ve de zamanın hükümeti kıyameti koparmıştı. Neredeyse savaş nedeni oluyordu Bulgarların bu uygulaması.
***
Galiba, hamaset bazen mantığın önüne geçmekte. Mantığın kaybolduğu yerde doğruların da kaybolduğu unutularak. Yetiştiriliş tarzından mı, takıntılardan mı ? Ne ?
Hani Türk milleti hoşgörülüydü ?
Hani Türkiye’de yaşayan herkes kardeşti ?
Hani Türkiye, dini, ırkı, milliyeti ne isterse olsun herkesi kucaklayan bir ülkeydi ?
Kucaklarken (!) ismini değiştirmek nereden çıktı ?
---------------------------------
Eskiden
Siyasi durum bir yana, eskiden,
Yollarımız geniş geniş değildi ama delik deşik de değildi...
Her evde birkaç otomobil değil birkaç bisiklet vardı. İnsanlar şehir içi tüm işlerini bisikletlerini kullanarak yaparlardı...
***
Eskiden,
Ne arabayla ne de bisikletle ‘Tek-Yol”lara girilmezdi. Böyle bir suç nedeniyle polise yakalanmak büyük bir utançtı...
Bu kadar çok sayıda trafik ışığı yoktu. Ama olanlarda da kırmızıda geçmek haddimize değildi...
***
Eskiden,
‘Hırsız’ ve ‘Hırsızlık’ nedir bilmezdik... Arabalarımızı kilitlemez, evlerimize kameralar, alarm sistemleri kurma gereğini duymazdık...
Cinayetler, tecavüzler olmazdı...
Hapishaneler nerdeyse boştu...
***
Eskiden,
Bayrak törenlerinde bile kalabalıklar vardı Atatürk heykelinin önünde...
Dubara nutuklar sallardı Girne Kapısı’nda...
Yasemin, çitlemit satıcıları dolanırdı çevrede...
Yumuşak, mis gibi tüten, çörek-tahınlı-kafes satıcıları vardı...
***
Eskiden,
Stadları doldururduk futbol maçları için... Ellerimizde basadembo-fıstık hartuçlarıyla....
Her birimizin tuttuğu bir takım vardı...Doğan Türk Birliği, Çetinkaya, Ülkü Yurdu, Gençlik Gücü, Türk Gücü, Gençler Birliği, YAK v.s....
***
Eskiden,
Lefkoşa’da, Girne Caddesinde, Dikilitaş önünde yaya turlamalar olurdu... Mağusa’da Namık Kemal Meydanı’nda; İskele’de, Leymosun’da sahil yolunda; Baf’da Mutallo sokaklarında da aynı...
Herkes birbirini tanırdı... Samimiyetleri olmasa da... Daha önce hiç sohbetler yapmamış olsalar da... Kim ? Kimin nesi ? Kimin oğlu-kızı ? Nereli ? v.s. bilinirdi...
Yolda, sokakta herkes selamlaşırdı samimiyetle...
***
Eskiden,
Bir başka dünyanın insanlarıydık sanki...
Küçücük şeylerle büyük mutluluklar yaşayabiliyorduk...
Sevinenle sevinir, üzülenle üzülürdük...
Fertleri yurdun her yerine dağılmış bir aile gibiydik...
İlerki yıllarda, geçmişi arayacağımızı, özleyeceğimizi hiç bilmeden yaşardık, mutsuzluklarımızdan bile mutluluklar yaratarak.