Erdinç Gündüz
Galbur’daki coşku ve ilgi uykudan uyandırmıştı. Uyandırmıştı ama ne yapmamız gerektiğine, ne yapacağımıza karar veremiyorduk. Büyük bir konser mi? Yoksa bir CD mi? Daha çok, ‘ilginç’ bir konser projesi üzerine yoğunlaşmıştık. Düşüncemize göre, bu konserde, Bayrak Kuartet döneminden, yani 60 ortalarından Sıla 4’e kadar uzanacak bir repertuarın izleyiciler için çok ilginç olabileceği üzerinde durmaktaydık.
Bizim evde toplandığımız bir gece konu yeniden açıldı. ‘Konser’ konuşuluyordu daha çok. Ama tam da bu sırada oğlum Arda girdi yine devreye. “Bence bir CD, sonra konser olmalı” dedi. Açıkçası, bir CD için stüdyoya kapanmayı, sıkı bir stüdyo çalışması dönemine girmeyi göze alamıyor gibiydik. Ne ben ne de Aydın... Biz “Fikir doğru... Ama nerede? Nasıl? Sadece üçümüz mü? Yoksa müzisyen takviyeli mi?” sorularına cevap ararken Arda ortadan kaybolmuştu. Yarım saat kadar sonra çıkıverdi ortaya. “Tamamdır... Kutay Hoca’yla konuştum stüdyo hazır.... Kimler yardımcı olacak onları bile saptadık... Yarın konuşmak için sizi bekliyor” deyiverdi. Bu emrivaki karşısında afallayıp kalmıştık. Ama doğrusu ‘İstemem ama yan cebime koy’ durumundaydık.
* * *
Kutay Alicik Hoca ile tanıştık, konuştuk ve kendimize hemen bir iş planı çıkardık. 2008 yılı biterken stüdyo kayıtlarına başlamış durumdaydık.
Bayrak Radyosu’ndaki ilkel koşullar bir yana, İstanbul’daki stüdyolardaki teknik olanaklarla şimdiki kayıt olanakları arasında dağlar kadar fark vardı. Uzun saatler, Kutay Hoca bana, elindeki teknik olanaklarla neler yapabileceğimizi anlatmaya çalıştı. Ardından, beraberce temel müzikçileri ve hangi şarkıda hangi çalgıyı ve müzikçi arkadaşları kullanabileceğimizi saptadık.
Hemen başladık. 2008 Aralık ayında, hemen her gecemiz stüdyoda geçti. Çok yoğun, yorucu ve titiz bir çalışmaydı. Ama herkes işini büyük bir zevkle, severek yapmaktaydı. Sonunda da CD’de yer alacak onüç parçamızın kayıtlarını tamamladık. Artık CD baskısı, CD cover’i ile uğraşmaya başlayabilirdik. Kadim dostumuz Gürel Safa yine devredeydi. Kapaktan CD üzerindeki etikete herşeyin dizaynını o yaptı.
Ve sonunda, yıllar yıllar sonra müzikseverlere yepyeni bir soundla yepyeni bir Sıla 4 CD’si sunmaya hazırdık.
Raif ve yeni bir Sıla 4 sound’u
Kayıtlar sırasında, Raif’i hep andık. Her şarkıda onunla anılarımız vardı. Kayıtlar sırasında sanki o da oradaymış gibiydi. “O da olsaydı şöyle yapacaktı... O da olsaydı bu stüdyodan çıkmak istemeyecekti... O da olsaydı şöyle gülecekti, böyle şakalaşacaktık...” v.s v.s v.s.
* * *
Türkiye’deki son plağımızda elektronik çalgılar kullanmıştık. Daha önceki kayıtlarımızın tümü akustik çalgılarlaydı. Ve gerçekte de müzikseverler, bizi o akustik çalgılarla yaptıklarımızla benimsemişti. Ama aradan çok uzun yıllar geçmişti. Olanaklar, hiç kıyaslanamayacak kadar değişmişti. Bir de, günün popüler olan ‘sound’unda artık bir bas gitar, bir klavye sound’u hep aranırdı. Bu durum bir yana, daha 70’lere girerken yaptığımız kayıtlarda, hep bir flüt, bir çello bir keman sesinin şarkılara nasıl renk katacağı konusunda hemfikirdik. Ama o günün koşullarında bunu yapmamız mümkün olmamıştı. Şimdi ise bu kayıtlarda kullanabileceğimiz inanılmaz yetenekli gençler vardı.
Bu düşünceler içinde, şarkıların özüne dokunmadan, ‘sound’ değişikliği yapmaya karar verdik ve yaptık. CD satışa çıktıktan sonra “Keşke eski sound’unuzu korusaydınız” diyenler de oldu, “Çok iyi yaptınız” diyenler de.