Başpiskopos Makarios 19 Temmuz Cuma günü Güvenlik Konseyi’nde yaptığı ve Cuntayı Kıbrıs’ı işgal etmekle suçladığı konuşmasını bitirdiğinde, Kıbrıs’ta saatler 22.30’u gösteriyordu. Türkiye’nin adaya müdahalesi ise 20 Temmuz günü sabahın erken saatlerinde başlayacaktı. Yani, Makarios’un konuşmasından tam 6-7 saat sonra… Önce su altı komandoları amfibi harekatının gerçekleştirileceği “Pladini” plajını (bugün Yavuz Çıkarma Plajı olarak anılan yerin gerçek adı Platani idi) taradı ve mayın olmadığı tespit edildi. Mayın arama tarama operasyonu tamamlanır tamamlanmaz, Türk savaş uçakları önceden belirlenen Kıbrıs Rum ve Yunan hedeflerini bombalamaya başladı. Saatler 0.620’yi gösteriyordu... Uçaklar bombalarla birlikte bildiri de atıyordu. Yunanca ve Türkçe olarak kaleme alınan bildirilerde “Türk askerlerinin ayak bastığı her yerde, din ve ırk ayırımı yapılmaksızın herkesin şeref, can ve mal güvenliği Türk askerinin güvencesi altında bulunmaktadır” deniyordu. Bir bildiride aynen şunlar yazılıydı: “Kıbrıs Rumları, Dost ACI SÖYLER fakat DOĞRUYU SÖYLER.... Şu anda JET UÇAKLARIMIZ ACI KONUŞUYOR... Fakat HAKİKATTE HEDEFİMİZ, sadece Türk ve Rum cemaatlarının sulh ve huzur içinde KARDEŞÇE YAŞAMASIDIR....” Bildirilerin altında “KIBRIS TÜRK BARIŞ KUVVETLERİ KOMUTANI” imzası vardı.
Başbakan Bülent Ecevit 20 Temmuz sabahı yaptığı konuşmada “Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz” diyordu. Rauf Denktaş da 20 Temmuz sabahı Bayrak radyosunda yaptığı konuşmada müdahalenin amacının adaya barış getirmek olduğunu söylüyordu: “Bu bir istila değildir. Kıbrıs’ın bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini yeniden tesis etmek için girişilen ve sadece bu gayeye matuf sınırlı bir polis harekatıdır.(…) Hepimizin vazifesi, bu harekatı hedefinden saptırmamak, kan akmasını önlemek, bir an evvel Kıbrıs’a barış getirmektir. (…) Zafer, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin savunucusu tüm Kıbrıslılarındır.”
Oysa gerçekte Türkiye adaya asker çıkarırken önceden hazırlanan planlar çerçevesinde adayı ikiye bölmek niyetindeydi. Coğrafi bölünmeyi, Kıbrıs Rum nüfusunun zorla yer değiştirmesi sonucunda demografik bölünme izleyecekti. Nitekim adaya “barış” getirmek istediğini söyleyen Bülent Ecevit, 20 Temmuz sabahında TBMM’nin gizli oturumunda nasıl bir Kıbrıs tahayyül ettiğini şu sözlerle anlatıyordu: “Kıbrıs için behemehal bir yeni devlet statüsü oluşturulması gerekir, daha doğrusu bir devlet statüsünün yeniden oluşturulması gerekiyor. Bu eski statünün bir benzeri olabilir, çok değişik bir statü olabilir...” Ecevit, konuşmasında 20 Temmuz öncesinde yapılan diplomatik temaslara da değinmişti ve Türkiye’nin müdahaleden vazgeçmesi için ileri sürdüğü şartları açıklamıştı. Bu şartlara baktığımız zaman, bunların 1974 savaşından sonra masaya konan şartlarla büyük bir benzerlik gösterdiğini görürüz. Bu da, Türkiye’nin ya savaş yoluyla ya da savaşmadan, yani her durumda “yeni bir statü” dayatmak niyetinde olduğunu gösteriyor.
Ecevit’in savaşmamak için ileri sürdüğü şartlar kendi sözleriyle şöyleydi: “Bir çıkış yolu vardır; adada Geçici Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile Geçici Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bulunması. Bunların kabul edilmesi gerekir dedik. Geçici tabirini de şunun için önerdik. Kıbrıs Devleti yıkılmıştır aslında, anayasal temeli çökmüştür, güvencesi kalmamıştır, ne temeli, ne başı kalmıştır. Devletin yeniden kurulması gerekiyor. Eski biçimiyle veya değişik biçimle. Onun için bir kuruluş döneminden geçilmesi gerekiyor. O dönem için iki geçici hükümet olur, her hükümet kendi başında muhtar olur diye düşündük.” Bülent Ecevit konuşmasında, devamla, Kıbrıslı Türklerin deniz ve hava limanlarına çıkabilme hakkına sahip olma şartını ileri sürüdüğünü anlatır ve “bunun mutlaka sağlanması gerektiğini” vurgular. Ayrıca, adada “Türk varlığı, Türk askeri gücünün konumlandırılmasını” şart koştuğunu söyler.
Bülent Ecevit’in 20 Temmuz günü TBMM’nin kapalı oturumunda dile getirdiği görüşler, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale ederken izlediği stratejiyi bütün açıklığıyla ortaya koyuyordu. Amaç, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde bozulan anayasal düzeni yeniden tesis etmek değil, etnik grupların sahip olacağı iki ayrı hükümetin yeni bir devlet (federal) kurmalarıydı.
Ana muhalefet lideri Süleyman Demirel de TBMM’de yaptığı konuşmada “gücün gereği yeni bir nizamdan” söz ediyordu: “Bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır. Binaenaleyh, Türkiye bugün 1960 Kıbrıs Devletine hayatiyet veren Anlaşmaların şartlan içerisinde de kalamaz. Binaenaleyh, bu yeni nizamı kurarken, fevkalade dikkatli davranılması gereğine ve böyle büyük hadiselerin sık sık meydana gelmemesi için, masa başına güçle oturulduğu inşallah nasip olacaktır ve bu gücün gereği olan bir yeni nizamın kurulmasına azami dikkati sarf etmemiz gerekecektir.”
Başbakan Bülent Ecevit konuşmasında ABD’nin Türkiye’nin müdahalesi karşısında takındığı tavra da değinmişti. Ecevit ABD’nin yeşil ışık yakmadığını ama kırmızı ışık da yakmadığını söylüyordu. Joseph Sisco ile yaptığı görüşmelerde ABD’nin en büyük endişesinin Kıbrıs’ta komünizmin güçlenmesi olduğunu belirttikten sonra, Sisco’ya, komünizme karşı en iyi panzehrin Türkiye’nin adadaki varlığını güçlendirmek olduğunu söylediğini aktarıyordu...
Türkiye’nin “yeni bir statü” dayatmak amacıyla başlattığı savaş 20 Temmuz günü sabahın erken saatlerinde Türk keşif uçaklarının sortileriyle başladı. Keşif uçuşlarının tamamlamasından sonra savaş uçakları adayı bombalamaya başladı. Ardından da havadan indirme, atlama ve denizden çıkarma operasyonlarıyla Türk askerleri Kıbrıs’a ayak bastı. Kırnı bölgesi ile Gönyeli’nin kuzeyine atlayan ve inen askerlerle denizden çıkan askerler Girne boğazında birleşerek bir köprübaşı oluşturacaklardı. Nitekim savaşa 39. Tümen Komutanı olarak katılan, daha sonra da Kıbrıs Barış Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan Bedrettin Demirel “harekâtın ana fikrini” şu sözlerle özetliyordu: “Kıbrıs Harekâtı’nın ana fikri kısaca, harekâtın baskın şeklinde icrası, çıkan ve atlayan birliklerin süratle birbiri ile birleşmesi ve Kıbrıs’ta ilk safhada emin bir askeri bölgenin ele geçirilmesiydi.”
Orgeneral Demirel: “Birinci Harekat Başarısız”
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kesin üstünlüğü ve Kıbrıs Rum toplumunda yaşanan iç savaşa rağmen, 20 Temmuz sabahı başlayan harekat Türkiye’nin istediği hızda ilerlemiyordu. Orgeneral Bedrettin Demirel’in belirttiği gibi, öğleye kadar birliklerin hepsi karaya çıkmıştı ama “emniyetli bir kıyıbaşı tutmak ve derinlikte ilerlemek mümkün olmamıştı. Kıyıbaşı ile havabaşı arasında herhangi bir irtibat yoktu. Havadan indirilen ve denizden çıkarılan birlik komutanlarının birbirlerinden haberleri yoktu.” Türk ordusunun yaşadığı organizasyon ve koordinasyon sorunları harekat boyunca devam etti. 21 Temmuz günü Türk savaş uçakları Türk savaş gemisi Kocatepe’yi batırdı. Güvenlik Konsey’inin çağırısı ve ABD’nin baskısı üzerine taraflar 22 Temmuz günü ateşkes imzalamayı kabul ettiğinde, Türk birlikleri önceden belirlenen hedeflere ulaşmamıştı. Orgeneral Bedrettin Demirel’in sözleriyle, “inen, atlayan ve çıkan birlikler 22 Temmuz’a kadar birleşememişlerdi. İki günlük cephane ve yiyecekleri vardı. Bunlar tükenmiş olabilirdi. En önemlisi, Girne o güne dek düşürülmemişti.” 22 Temmuz günü saat 17.00’de ateşkes sağlandığında Girne ele geçirilmiş olsa da, Türk birlikleri istedikleri yerlere kadar ilerleyemediler. Bu yüzden ateşkes sonrasında ilerlemeye devam ettiler. Türkiye ateşkesi ihlal ederek karada ilerlerken, diğer yandan da adaya yığınak yapıyordu. 27 Temmuz gününe kadar aday 16 bin asker, 46 tank ve 88 helikopter sevk edilmişti. 8 Ağustos’ta ise bu rakamlar ikiye katlanarak 36 bin asker ile 200 tank çıkarılmıştı.
Birinci Harekat planlama ve uygulama açısından genellikle “başarısız” olarak değerlendirildi. Girne’nin batısından karaya çıkan askerler Girne’yi alacak kadar ilerlemede bile epeyce güçlük çekmişti. Havadan indirilen paraşütçü birliği önemli kayıplar vermişti. Türk ordusunun başarısızlığı karşısında telaşa kapılan Kissinger Amerika’nın Genel Kurmay Başkanı General George Scratchley Brown’u arayarak bu askeri başarısızlığın NATO açısından ne anlama geldiğini soruyordu. Orgeneral Bedrettin Demirel de yabancı askeri ateşelerin Birinci Harekatı “Poorly Planed and Poorly Examined”, yani, “yetersiz planlanmış ve yetersiz icra edilmiş” bulduğunu söylüyordu.
YARIN: Cenevre Görüşmeleri