"Venedikli Mağusa'nun 33 Günü"

Eralp Adanır

Resmi Tarih kitapları dünya genelinde, milliyetçi söylemin istediği ve yön verdiği şekilde yazılmış-yazılmaya devam edilmektedir. İnşa edilen bir düşüncenin bir bakıma dokmacı, yani tartıştırmayan ve salt kabulü buyuran yapısıyla devletlerin resmi tarihi, "gerçek" tarih dediğimiz ve "sözlü" kaynakların bu konuda önemli bir "kaynaklık" teşkil ettiği çalışmalar ve yazılanlar, bir tarihsel olayın iki farklı yanını gösterebilirken, okurun "gerçeğe" daha yakın bilgiler edinmesine de büyük katkı sağlamaktadır.

Yakın geçmiş tarihimiz içerisinde kabullenmek istemediğimiz o kadar farklı anlatımlar, yazılanlar var ki, yüzleşmekten elinnden geldiğince resmi tarih bundan kaçmaktadır. Bu durumda "alternatif" bir tarih, gerçeğe ulaşmak için yol almaya başlıyor. Bir bakıyorsunuz, bize anlatılan bir kahramanlığın aslında kahramanlık olmadığı, bir zaferin aslında bir yenilgi, bir haklılığın aslında haksızlık olduğunu görür, şaşırırsınız. Bundan dolayıdır ki; bir konu-olay üzerinde gerçek bilgilere ulaşmak için farklı kaynakların taranması önemlidir.

***

Mağusa kentimiz, bu adanın tarihsel-kültürel geçmişinde önemli bir yerdir. Surlarının günümüze kadar (istisnalar hariç) korunabilmesi, surların mimari muhteşemliği, surlar içinde yer alan kilisiler, katedraller ve nice kültürel yapı açısından ada kültürü için müthiş bir zenginlik. Sokak aralarında dolaşırken elinizi sur taşlarına ya da bir kilisenin duvarına sürerken, 17 Ağustos 1571'de son nefesini veren Bragadin'in kumandanlığında 80 bin Osmanlı ordusunun kuşatma günleri gelir akla. Sivillerle birlikte 7 bin kişilik bir gücün içerisinde sadece profesyonel 2 bin askerin bulunduğu Venedik ordusunun, 300 günün üzerinde Osmanlı'ya karşı gösterdikleri direnç, mukavemet, bugüne kadar gözden kaçırılmış, yazılmaktan korkulmuş ama o günü yaşayanların notlarında yer alan aslında destansı bir direnişti. Ve evet, tüm silah ve insan gücüne karşı böylesi bir direncin sonundaki "zafer çığlığı" gerçekten bir başarının ödülü müydü?

Ümit İnatçı'nın kaleme aldığı "MISERERE MEI DEUS-Venedikli Mağusa'nın 300 günü" kitabında, bize bugüne kadar anlatılan "zafer"in diğer yüzü olan, savaşın vahşetliğini ve bir avuç Venedikli'nin çoluk çocuk, kadın, yaşlı, tüm sivillerle birlikte verdikleri yaşam mücadelesinin destansı halini gözler önüne sürmektedir. Ümit İnatçı; İtalyanca bilmenin avantajını çok iyi kullanarak, 4 farklı ve yaşanmışlıkların anlatıldığı kaynaklardan yola çıkarak muhteşem bir sinematografik bakış açısı ve Epik bir dille o vahşet ve direnme günlerini okura aktarırken, okurun, okudukları karşısında tüylerinin diken diken olmaması kaçınılmazdı.

50 bin kişilik bir zaiyatla muzaffer olan Osmanlı ordusu karşısında özellikle kumandan Bragadin, direnmenin bedelini, canlı canlı derisinin yüzülmesiyle ödedi. Ve öyle ki, bu savaşın kaderini değiştirecek olan ve Girit'in Suda limanında bekleyen İspanyol gemileriyle birlikte Venedik Cumhuriyeti, Ceneviz Cumhuriyeti, Papalık, Hospitalier ve Malta Şövalyeleri'nce oluşturulmaya çalışılan ittifak donanması'nın, Bragadin'e yardıma gelmemesi, Mağusa'nın teslim alınmasında önemli bir rol oynamıştı.

Bragadin, bir sütuna bağlanarak derisi yüzülürken acılar içinde şu sözleri tekrarlıyordu: "MISERERE MEI DEUS". Yani Latince'de "GÖR BENİ TANRIM". Tek tanrıya inanan bir Hristiyan,tanrısına kendisini görmesi için yakarırken, bir diğer tek tanrıya inanan Lala Mustafa Paşa ise, eminim "şükürler olsun tanrım" demiştir zaferinin sonucunda. Ne ilginç bir inanç halidir ki, her iki "kul" da aynı tanrıya bağlı olarak iki farklı rolü üstlenmişti yaşam içerisinde, Mağusa'nın harabeye dönmüş yanık toprağında. Ve yine ne ilginçtir ki savaşlar Ortaçağ'da aynı tanrı adına yapılıyordu...

Ümit İnatçı kitabında, kahramanlıkları ya da korkaklıkları değil, bir "insanlık dramını" hikayenin merkezine oturtmuş Mağusa kuşatması çerçevesinde. İnsan odaklı yaşanmışlıkların anlatımı içerisinde dolaşırken, tarihsel bilgilerle bu dolaşımı zenginleştirerek, okurun bu yolculuğunda bilgi donanımını da zenginleştirmektedir.

Geçtiğimiz 8 Mart Dünya Kadın Emekçileri Günü kutlanırken, kitapta yer alan ve 6 Ekim 1570'te Osmanlılar tarafından esir alınan Venedikli kadınların ateşe verdiği Osmanlı gemisi aklıma geldi. Nasıl bir direngenlik ve gurur haliydi bu hareketleri...

Sonuç olarak, epik diliyle çok rahat okunabilen ve sürükleyiciliğiyle Mağusa kuşatmasının "insan hali"nin merkezde yol alışında, hem tarihsel anlatılmamış yanını, hem de savaşların, insanları ne hale getirebileceğinin mesajı da verilmektedir kitapta.