Vicdan muhasebesi

Asım Akansoy

Türkiye’de yaşanan düşündürücü ve üzücü gelişmeler, tüm Ortadoğu coğrafyası için olduğu kadar bizim için de kırmızı alarm niteliğinde. Çünkü bu gelişmeler, sadece Türkiye’nin kendi iç hesaplaşması değildir. Emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme ve paylaşım kavgasının bir uzantısı olarak değerlendirmek mümkündür. 21. yüzyılın yeni Ortadoğusu, emperyalizmin “demokrasi ve özgürlük ihracı” safsatası altında telafisi çok uzun yıllar alacak korkunç bir yıkımla karşı karşıya. Bunu yaparken kullandığı islam odaklı unsurların, mezhepsel farklılıkların ortaçağdan beter bir manzara ile bizi karşı karşıya bırakması ne aklın ne de vicdanın kabullenmesi mümkün olan bir durum. On yıllarca beslediği diktatörlüklerin ardından yaşanan yeni kıyımın adı, yarın soykırım olarak anılacak, tarihe böyle geçecek. Diktatörlükler döneminde birincil hedef olarak yok edilen demokratik irade ve kamuoyunun yoksunluğu, bugünün en büyük eksikliği…

Kendi içinde, bölgeye dair çok farklı hesaplar taşıyan emperyal güçlerin dayattığı yeni modellerin (Suriye özelinde) belirlenmesinde Türkiye’nin beklediği ölçüde dikkate alınmaması ve sürecin “yöneten” kısmından dışlanması, içteki gelişmelere paralel olarak kapana davet edilmesi ile yeni bir boyut kazandı. Yıllarca sürdürülen “Yeni Osmanlı” soslu emperyal dış politika hayali, önce Suriye’yi 3 milyon mülteci ile Türkiye’ye ardından Türkiye’yi de bu kör alana çekti.

Bugün öyle bir Türkiye manzarası var ki; bir süre önce kendi şehirlerini bombalayan, ardından Darbe girişiminden dolayı binlerce kişiyi tutuklayan, öte yandan Suriye’de savaşan, bir diğer yandan Karadeniz’de kurşunlanan, Cizre’de bombalanan dönüp İstanbul’da yeni köprü açan…
Hiperreal bir ülkeye döndü Türkiye.

Tüm bu gerçek üstü durum, Türkiye’nin demokratikleşmesini kendi içindeki belirsizliklerle başka bahara erteleyeceğine işarettir.

***

Son olarak malum, Suriye’nin kuzeyinde olası bir kürt kantonu ile, güneyinden yani arap coğrafyasından yalıtılma tehlikesine karşı Cerablus’a girildi. Cerablus, Hüsnü Mahalli’nin köyü. Kitaplarında bol bol anlatır oraları. Zaten o kitapların okunmadığı bir Ortadoğu değerlendirmesi çok eksik, temelsiz kalır. Hüsnü Mahalli ile her geldiğinde görüşürüz. Yarı Kıbrıslı sayılır. Her Kıbrıs sorununu konuşmaya başladığımızda bana, Suriye çözülmeden Kıbrıs çözülmeyecek der ve bu cümle ile tartışmamıza yeni bir sayfa açar. Saatlerce konuşuruz. Siz Kıbrıslılar, dünyanın merkezini Lefkoşa sanıyor ve olayları kendi ölçeğinizde boğuyorsunuz der.
Haksız mı? Değil…

Medyamıza, yorumcularımıza, yazılanlara, siyasetimize baktığımda haklılığını her gün yeniden gözlemliyorum.

***

Kıbrıslı Türkler olarak yarattığımız özgün sanal dünyamızda mutluluk arıyoruz. Kıbrıs adasının coğrafik konumunu ve tarihsel önemini gözardı ederek düşünüyor, konuşuyoruz. Zaten biz “Avrupalı”yız ya…Bize ne Ortadoğudan, şundan bundan. Biz işimize bakalım.

Peki ama…yanıbaşımızda kan varsa, yanıbaşımızda insanlar öldürülüyorsa, yanıbaşımızda kentler yıkılıyorsa, yanıbaşımızda çocuk patlatılıyor, çocuk ölüleri her yanımıza savruluyorsa, yanıbaşımızda insan hakları ihlal ediliyorsa, yanıbaşımızda demokrasi ayaklar altına alınıyorsa, yanıbaşımızda…

Bırakınız ilkesel duruşu, bir vicdan muhasebesine ihtiyacımız yok mu, diye kendime sorarım…

Biz “kulağımızın üzerine yatarak” ya da “sin da gulle geçsin” ya da “bizi ilgilendirmez, sorun onların sorunu” diyerek bu adacığa demokrasi ve barış geleceğini mi düşünüyoruz?
Böyle siyasi akıl olmaz !

Ekonomik ve mali konular yanında her türlü güvenliğin, yani bir devletin tüm kilit noktalarının Türkiye Devlet iktidarında olan bir alanda, "gerçeklerden kaçarak" çözümcülük mü, hükümetçilik mi oynayacağız…

***

Yılların yarattığı alışlanlıklar girdabında, çaresizliğimizin kurbanı olmamalı, bu körleşme halinden bir an önce çıkmalıyız.