Vicdan: Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç...
Adalet: Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, dürüstlük...
Bu hafta ağır mı ağır bir taşın altına sokmaya çalışacağım elimi. Bu nedenle, vicdan ve adaletin sözlük tanımlarını vermekle başladım işe.
Vicdan ve Adalet (hatta Sevgi, Duygu, Aşk, vs), neden hep kadınlara verilir böyle isimler? Bu kavramları en iyi kadınlar temsil ettiği için mi? Yoksa, yine arkasında erkeklerin olduğu kurmaca, aldatmaca mı var işin içinde?
Herkesin bir vicdanı var mıdır? Vicdan, devleti, polisi, yasaları ilgilendirmeyen bir şey. O kadar da somut değil, nerdeyse soyut. Bireylerin, kişilerin kendi iç dünyalarında var olan bir şey ve empatiyle doğrudan ilişkisi var. Yani empatisi olmayan birinin vicdanı da kuvvetli olmaz. Bir başkası ‘empati’ kelimesi yerine ‘din’ kelimesini veya başka bir şey koyabilir. Kendi bilir...
‘Adalet var mıdır?’ sorusundan daha çok, (cevabı bir parça bildiğimdendir herhalde) ‘herkesin adalet duygusu var mı?’ sorusuyla daraltmak istiyorum alanı. Hemen burada durup, vicdanı olmayanın adalet duygusu da olmaz çıkarsamasını yapabilir miyiz?
Doğuda değil ama Batıda adaleti elinde terazi (ve kılıç galiba) tutan gözleri arkadan bağlı bir kadın figürü simgeliyor çoğu zaman. Doğuda veya batıda, çoğunlukla haksızlığa uğrayanlar, canı yananlar, onların adı geçtiğinde adalet terazisinin hafif bastığı tarafken, adaletin simgesinin bir kız/kadın olması ne kadar da ironik.
Kıbrıs’ta toplumsal vicdan ve adalet ne durumda? Kıbrıs’ta adaletten ve vicdandan sözetmek mümkün mü? Hemen aklımıza gelen ilk cevaplar; hala daha bu kadar kayıp var ve savaş suçluları sadece ellerini kollarını sallaya sallaya ortalıkta dolaşmakla kalmıyor, toplumun çoğunluğu tarafından el üstünde de tutuluyor. Durum böyleyken nasıl vicdan ve adaletten sözedebiliriz ki.
Burada, bu adada insanın tarihe, topluma, öteki’ye karşı vicdanı ne durumda?
Ya kimilerine göre toplumsal meselelerden bile daha acil ve önemli olan çevreye karşı vicdan?
Nerdeyse her şey eğrildi veya eğriliyor buralarda; bu eğrilikler, çarpıklıklar içinde doğru duranlar, doğru soruları soranlar var. (Sizi bilmem ama benim tanıdıklarım arasında hiçbir avukat yok.) Göğsümüzü kabartıyorlar. Ama bunca eğrilik ve çarpıklık içinde doğru durmak ve doğru sormak gidişatı değiştirebilecek mi? Doğru duranların ve doğru soruları soranların böyle bir gücü var mı? Olacak mı?
İşte artık iyice farkına vardık ki bunların tümünün vicdan ve adaletle bağlantısı, sımsıkı bağları var.
‘Vicdansız’ diye hafif bir küfür vardır (‘Adaletsiz’ diye bir küfür yoktur ama). Aslında ağır olması lazım, ama değil. İşte benim de parçası olduğum bu toplumda, belki de en çok kullanmamız gereken küfür budur.
Son olarak, vicdani redde değinmek istiyorum. Vicdani red hakkını kullanan bir kaç kişi tanıdım burada ve Türkiye’de. En bedbah da onların durumu. Sadece orduyu değil, koca bir militarist kültürü alıyorsun karşına. Gerçekten de büyük bir cesaret. Belki de bir erkek tarafından gösterilebilecek en büyük cesaret.
Biçimden dolayı değil de içerikten dolayı zorlanarak başladım bu yazıya, ve zorlanarak buraya kadar geldim. Bu kısa yazıda, bu konular üzerine sormak istediğim soruları sordum sanırım – sordum mu acaba? Soru sormak, doğru soruları sormak; bu koşullarda elimden fazlası da gelmiyor. Yanlış anlamayın, öğretmenlik taslayıp size sorular sormuyorum; sorularımla huzurunuzu, keyfinizi kaçırmaya çalışmıyorum burada. En başta, yüksek sesle ve tekrar tekrar kendime soruyorum bu soruları...