Feminist Atölye (FEMA)
feministatolye2016@gmail.com
Militarizm insan topluluklarını “düşman” olarak kodladıktan sonra onları öldürmeyi meşrulaştıran söylemler üzerine inşa edilmiş bir ideolojidir. Milliyetçilikle kol kola yürüyen militarist ideoloji erkekliği yeniden üreten bir yapı olarak, sadece doğayı ve yaşamı değil, özgürlük, adalet ve eşitliği de yok etme pratiklerinin sistematik halidir. Bu pratiklerin “yurt ödevi” altında zorunlu kılınması ve genç erkeklerin silah altına alınması insanların en temel hakkı olan yaşam hakkını ihlal etmeyi mecburi kılmaktan başka bir anlam ifade etmez. Bir kişinin ahlaki tercihleri, politik görüşleri ya da dini inançları nedeniyle askere gitmeyi reddetmesi anlamına gelen Vicdanı Ret de bireylerin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında ele alınması gereken bir insan hakkıdır. KKTC Anayasası her vatandaşın din ve vicdan özgürlüğü hakkına yer verirken, bugün yine Kıbrıs’ın kuzeyinde de yürürlükte olan Avrupa insan Hakları Sözleşmesi ve BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde her vatandaşın din ve vicdan özgürlüğü tanınmaktadır. Savaşa karşı olduğu için, militarizmin dayattığı itaat ilişkisini reddettiği için, şiddet kullanmayı ve insan öldürmeyi istemediği için, politik olarak milliyetçilik ve militarizme karşı olduğu için bir birey askere gitmeyi reddedebilir. Kurulduğu günden beri anti-militarizmi savunan FEMA aktivistleri olarak vicdani reddini açıklayan Nuri Sılay’ı destekliyor ve onu yürüdüğü yolda yalnız bırakmayacağımızı söylüyoruz.
------------------------------------------------------------
MOR KİTAPLIK:
KİŞER PARİ MAMA: Kadınlar Savaşı Reddediyor
“Her Türk’ün asker doğduğu’” ve bir “ordu devleti” Türkiye’de vicdani ret, “halkı askerlikten soğutma” olarak yargılanıyor. 318. Kanun maddesinde yer alan bu “suç”a ortaklık eden kadınlarla yapılan bu röportaj çalışmasında, yirmi bir vicdani retçi kadın ile “Kadınlar savaşın neresinde?”, “Militarizm kadınların yaşamını nasıl etkiliyor?”, “Kadınlar neden vicdani reddini açıklar?”… Sorularını tartıştık, sorguladık. Bu sorgulamaların içinden çıkan bu çalışmada yer alan yirmi bir vicdani retçi kadın arkadaşıma ayrı ayrı teşekkür ederim. Kimisi anne olduğu için, kimisi Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkasının alamayacağına, dinen ve vicdanen inandığı için, kimisi cinsel kimliği yok sayıldığı için, kimisi ise her türlü baskı ve tahakkümün kaynağı militarist düzene isyan ettiği için reddetti. Hepsinin ortak paydası ise kadınlıkları, vicdan ortaklıkları… Kadınların vicdanı savaşı reddediyor, yirmi bir reddediş hikâyesini dinlerken, tanıdığım bir iki arkadaşım dışında, yeni tanıştığım vicdani retçi kadınları yıllardır tanıyormuş gibi hissettim görüşmelerde. Bazı röportajların başında tokalaşma ile başlayan sohbetimiz, uzun kucaklaşmalarla son buldu. Birçoğu, kız kardeşim oldu…
----------------------------------------------------------------------
MALUMAT-I NİSVAN
Estonya’da 15 yaş üstü çalışan nüfus içerisinde,
• Tam zamanlı işlerde istihdam edilenlerin %45’i kadın iken, % 55’i erkek
• Kadınlar ayda 1025 Euro kazanırken bu miktar erkeklerde 1437 Euro.
• 15-74 yaş arası nüfusta yüksek öğrenim oranı kadınlarda %36.1 iken, erkeklerde % 21.8.
• Her gün yemek pişirme ve ev işlerine en az 1 saat ayıran çalışanlar içerisinde kadınlar % 79.4, erkekler %20.6.
• Her 2 günde bir ev dışında yapılan spor, kültür ve eğlence aktivitelerine çalışan kadınların sadece %11’i katılırken, bu oran erkeklerde %20.
• Kabinedeki kadın oranı %8, erkek oranı %92.
• Parlamentodaki kadın oranı %23, erkek oranı %77.
• Bölgesel kurullar/belediyelerde kadın temsili %29, erkek temsili %71.
----------------------------------------------------
CADI SÜPÜRGESİ
KKTC Anayasası’nın Yurt Ödevi başlıklı 74’üncü maddesini süpürmek istiyoruz.
----------------------------------------------------
Anti- Militarist Laila:
“Oyunun Kuralını Bozan” Yaramaz Çocuklardan Biriyim, Vicdani Retçiyim…
Ne zaman kendimi bir toprak parçası üzerinden tanımlayacak olsam, çıkmaza girerim. Her yaptığım açıklamanın, bir yanı eksik kalır. Çünkü dünya haritasına yukarıdan bakıldığı zaman, yapay olarak çizilen sınır boyları dışında, ülkeleri birbirinden ayırmak mümkün değildir. Buna rağmen doğal olmayan, hayal edilmiş milli kimlikler
İktidarlar zora girdikleri zaman, düşman üretmeye başlarlar. Kimimizin zihnine ve yüreğine aile içinde ekilir bu tohumlar, kimimizin ise okul sıralarında. Tabi ki milliyetçilik ve militarizm propagandası yapan basın organlarını da es geçmemek gerekir. Nefretten beslenir bu zihniyet. “Öteki” olmayı bir zenginlik olarak kabul etmek yerine, yok edilecek nesne gibi tarif eder. Oyunun kuralı budur. Var olabilmek için, yok etmemiz istenir.
Uzun yıllar boyunca devam eden bu “eğitim” süreci neticesinde, hayali sınırlarımızı “iç ve dış düşmanlardan” korumamız için bize biçilen sorumluluk, “savaş eğitimi” almaktır. Ne olur ne olmaz. Hele bizim gibi ateşkes koşulları altında yaşayan toplumlarda, “savaş okulu ordu” en can alıcı kurumların başında gelir. Orada insanlar, milliyetçiliğin tam da istediği kılığa bürünür. Herkes tek ve birdir. İnsanın aklına, ister istemez robot üretimi yapan fabrikalar gelir. Çünkü orduda sorgulamaya yer yoktur ve farklılıklar hayat alanı bul(a)maz.
Tek tip kıyafetlerle, tek tip milli kimlikler adına “vatan hizmeti” adı altında meşrulaştırılmaya çalışılan zorunlu askerlik ödevi, diğer ülkelerde farklı düzenlemeler olsa da, Kıbrıs’ın kuzeyinde kadınlara has bir uygulama değildir. Anayasa “Silahlı Kuvvetlerde yurt ödevi, her yurttaşın hakkı ve kutsal ödevidir” dese de, yasa ile kadınlar yurttaş sınıfından çıkarılır. İkincil vatandaş kılınıp, yok sayılır. Çünkü erkeklik, ordu içinde yeniden üretilir. Aslında insanî olarak tanımlanabilecek durumlar kadınsallaştırılır ve hakaret etme bahanesi yaratır. Yaşanan, bir erkeklik imtihanıdır. Ne de olsa “askere gitmeyen erkek (adam) olmaz”, değil mi?
Devletler, yukarıda anlattığım çerçevede, vatandaşlarını tabi tuttukları zorunlu askerlik hizmeti uygulaması ile bir insan hakkı ihlâline neden olur. Bireyler, onlara aktarılan resmi devlet ideolojisi çerçevesinde hayat kurmak mecburiyetinde değildirler. Bunu, geçtiğimiz günlerde vicdani reddini açıklayan Nuri Sılay da açık bir şekilde söyler. Nuri: “Uzun bir zamandır Kıbrıs’ın güneyinde bana “öteki” olarak gösterilmek istenenlerle kurduğum ortak yaşam benim nasıl bir Kıbrıs’ta yaşamak istediğime verilecek en önemli cevaptır. Hiç bir birey, bir devletin dayattığı ideolojiyi kabullenmekle yükümlü değildir. Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan rejimi ayakta tutan ideolojinin bizleri tercih şansı sunmaksızın kabul etmeye zorlaması, kabul etmeyenlere yaşama şansı tanımaması kabul edilemez. Bugün benden birlikte yaşadığım, aynı hayatı paylaştığım insanlara karşı savaş hazırlığı yapmamı beklemeleri trajikomik bir beklenti olduğu kadar aynı zamanda ideolojik bir taleptir ki ben bu ideolojiye ait değilim.” diyerek, devletin dayattığı ve düşmanlık üreten milli ve militer kodlara karşı vicdanının sesi ile cevap verir.
Nuri yaptığı açıklama ile; askere gitmeyi, savaş eğitimi almayı, milletin bekası için öldürmeyi ve ölmeyi kutsayan zihniyete hizmet etmeyi, tek tip dayatmacı disiplini kabul etmeyi, kendi kişiliğini ve politik duruşunu yok saymayı, Kıbrıs’ta yaşanan acılarla yüzleşmenin önündeki engelleri hasıraltı etmeyi reddetti. Bizlere, Kıbrıs’ta en ihtiyaç duyulan şeyin, geçmişte yaşanan acılarla yüzleşmek olduğunu hatırlattı. Toplumların barışması için, görüşme masalarında yapılan tartışmaların yeterli olmadığını, milliyetçilik ve militarizmin insanlara yaşattığı acılara dokunulmasının elzem olduğunu söyledi. Bu anlamda, aradan geçen onca yıla rağmen yakınlarının tek bir kalıntısını arayan insanlardan, savaş suçu işleyen askerlerin ve para militer grupların tecavüzüne uğrayan kadınlardan, çocukluğu elinden alınmış bugünün büyüklerinden ve geleceği çalınmaya devam eden gençlerden bahsetti.
Tüm bunlar bir yana, birey olarak devletin dayattığı zorunluluğu karşı direndiğini bizimle paylaştı ki, bu başlı başına bir insan hakları mücadelesini işaret eder. Bundan sonra ülke yönetimine düşen, uluslararası insan hakları mahkemesinde de açıkça hak ihlâli olarak tespit edilen zorunlu askerlik yükümlülüğünü yeniden gözden geçirmek, vicdani ret hakkını yasallaştırmaktır. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Gidilen köyün minareleri ortadadır. Sadece Nuri’nin değil, bugüne kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde vicdani reddini açıklayan ve bu sebeple hapsedilen ve hapsedilmesi muhtemel olan bireylerin mücadelesi devam etmektedir. Devlet, vicdani ret hakkını tanımadığı sürece, bunun cezasını çekecek ve aleyhine insan haklarının tesis edilmesine dönük yürütülen yasal süreçlerin hepsinden mahkûm olarak geri dönecektir. Benden söylemesi…