İngilizce’de kullanılan victim blaming kavramını, özellikle cinsel şiddetin konuşulduğu-yorumlandığı tüm ortamlarda ve medyanın ürettiği haber içeriklerini eleştirirken kullanmaya çok ihtiyaç duyuyoruz. Basitçe baktığımızda ‘mağduru suçlama’, ‘mağduru kabahatlendirme’ diye çevirebileceğimiz bu kavram aslında çok daha ötesini, ataerkil kültürle içimize işlemiş ve toplumun geneline sirayet etmiş bir yaklaşımı yansıtıyor.
Mağdur suçlayıcılık, eleştirel bir kavramdır. Mağduru işaret etmektense, fiili ve işleyeni ön plana çıkarmayı hedefleyen bir kavram olarak kullanılıyor. Yani “mağdur suçlu değil, sen onu suçlu kılmaya çalışıyorsun” mesajını içeriyor. Özellikle cinsel şiddete maruz bırakılan kişilerin yaşadığı şeyi çok güzel özetleyen bir kavram.
Anlam olarak mağdur-suçlayıcılık; yaşanılan bir mağduriyette çeşitli gerekçelerle kabahatin o mağduriyeti yaşayan kişiye yapıştırılması girişimidir. Cinsel şiddet durumlarında, mağdur olan kişide kusur ya da kabahat bulmaya çalışılarak mağduriyetin kendisinin o kusur üzerinden ortaya çıktığı mesajı verilir. Fail ve işlediği fiil de bu şekilde görünmez olur, meşrulaştırılır ve aklanır.
Mağdur suçlayıcılar “hiçkimse cinsel şiddeti hak etmez” yerine “bazı insanlar cinsel şiddeti hak eder” düşüncesinden beslenir. Çoğu zaman açıktan suçlamada bulunmaz, örtük olarak mağdurun şiddeti hak ettiğini telkin ederler. Ancak “şunu yapan tacizi hak eder”, “bunu giyen tecavüzü hak eder”, “bu saatte dışarıda ve yalnız gezen bir kadın bunu hak ediyordur” gibi açıktan mağdur suçlayıcılar da bulunmaktadır. Mağdurun cinsel şiddeti hak etmediğini ispata çalışan çeşitli ahlaki-toplumsal gerekçeler sunulması da aynı yaklaşımı (bazıları cinsel şiddeti hak eder)beslediği için mağdur suçlayıcılıktır. Mağdur suçlayıcıların cinsel şiddetten hayatta kalan kişilerde bulmaya çalıştıkları kusurlar çeşitlilik gösterebilir. Mağdur suçlayıcılık çok bilinçli yapıldığı gibi, farkına varılmadan ve kültürel alışkanlıklarla da yapılabilir. Mağdur suçlayıcılık direk mağdurun kendisine yapılabildiği gibi; sosyal medyada, basın yoluyla veya kamusal alanlarda mağdurlar genelleştirilerek veya spesifik kişiler hedef alınarak da yapılabilir.
Mağdur suçlayıcılığın bedelini toplumumuz ağır şekilde ödemektedir. Kadın ya da erkek hiçkimsenin kendinden utandırılmadan ve açıktan “ben cinsel şiddete maruz bırakıldım” diyememesinin, yaşadığı şiddeti gizlemek zorunda kalmasının birinci sebebi mağdur suçlayıcılıktır. Daha sonra adalete olan güvensizlik ve verilen hizmetlerin eksikliği gibi sebepler gelmektedir. Cinsel şiddetin sürekli mağdur olan kişi üzerinden konuşulmasına sebep olduğu için; failler yok sayılarak toplumda cinsel şiddetin sebebi belirsiz ve çözümü olmayan bir gerçeklik olarak algılanması sonucunu da doğurmaktadır.
Rızanın sorgulanması ve farkındalığında olduğu gibi; mağdur suçlayıcı yaklaşımın varlığı da sorgulanmalı ve üzerine farkındalık geliştirilmelidir. Bir cinsel şiddet vakası üzerine konuşan herkesin kendinde ve karşısındaki insanın yaklaşımında mağdur suçlayıcılık olup olmadığına dikkat geliştirmesi daha adil ve şiddetsiz bir topluma ulaşmada çok değerlidir. Cinsel şiddet adına üretilen herşeyin mağdur suçlayıcı yaklaşımdan arındırılması, hayatta kalanların yeni mağduriyetler ve ikincil travmalar yaşamaması, yeni mağdurların ortaya çıkmaması ve toplumsal mitlerin yıkılması için mücadele etmek demektir.
Onay Kültürü / Consent Culture Nedir?
Onay kültürü, duygulara ve cinselliğe dayalı tüm ilişkiler ve ilişkilenmelerde rızanın varlığının sorgulandığı ve konuşulduğu bir iletişim biçiminin toplumda normalleşmesi ve doğallaşması anlamına geliyor. İngilizcede “consenr culture” olarak kullanılan bu kavram Türkçe’ye “o”nay kültürü” olarak çevrilmesi tercih ediliyor. Rıza kavramı, olumlanan onayı ya da olumlayarak istemey, tam karşılaşmadığınından ve daha çok hukuki olarak kullanıldığından, “rıza” yerine “onay” kavramının kullanılması rercih ediliyor.
Onay kültürü, her zaman ve her koşulda cinsel davranışlara onay verilmesi anlamına gelmiyor. Aksine; her zaman ve her koşulda, bir cinsel davranışa yönelik olumlanan onayın olup olmadığının sorgulanması ve kişilerin birbirlerinin sınırlarına saygı duymalarına dayalı bir iletişim o toplumun kültürüne yerleşmesi demektir.
Onay kültürü; çocukların hayır ya da evet derken kendilerini dinlemeleri ve kendi sınırlarını keşfetmeleri üzerine yetiştirildiği bir kültürün temelini atıyor. Ayrıca toplumsal cinsiyet rollerine göre ayrıştırılarak kişilerin arzularını ifade etme veya gizleme üzerinden baskılanmadığı, onayın olmadığı cinsel davranışların teşvik edilmediği ve şiddetin çeşitli gerekçeler ve yanlış inanışlar aktarılarak kişilere öğretilmediği bir kültürü yansıtmaktadır.
Kaynak: Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği, Kavram Tartışmaları
Okuduk Pek Sevdik
Erkekliğin Türkiye Halleri
Yazar: Hale Bolak Boratav , Güler Okman Fişek Hande Eslen ZiyaYayınevi : İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Türkiye’deki erkek profili köklü bir değişimden geçiyor. “Otoriter erkeklik” ile “eşitlikçi erkeklik” profili arasında gelişen bu dönüşüm, toplumun tüm kesinleri için dikkat çekici ve düşündürücü bir boyuta ulaştı.
Türkiye’nin farklı coğrafyalarında, farklı ekonomik düzeylerde yaşayan evli erkeklerin kendi anne-babalarıyla, çocuklarıyla ve eşleriyle kurdukları, yansıttıkları ilişkilerin, bu kitapta ortaya konan tablosu, tüm sosyal bilimciler için son derece zengin bir malzeme sunuyor. Bu tabloda, geçmiş ve gelecek arasında kalan bugünün erkeklerinin kendilerini, ailelerini, giderek bütün çevrelerini nasıl şekillendirdiği ve farklı kesimlerden erkeklerin hayat öykülerinin nasıl farklı seyirler izleyebileceği görülüyor.
Erkekliğin Türkiye Halleri, Türkiye’de yaşayan erkeklerin farklı varoluş hallerini anlamak isteyenler için vazgeçilmez bir çalışma.
“Erkekliğin Türkiye Halleri, Türkiyede toplumsal cinsiyet konusunu kavramaya çalışanların büyük dikkatle okuması gereken bir eser. Aile dinamiğini nicel ve nitel boyutlarıyla mercek altına alarak, oğul olmanın, baba olmanın, eş olmanın ve erkek benliğini inşa eden söylemlerin çelişkilerini, kopukluklarını ve devamlılıklarını zengin bir anlatımla sunuyor. Hem devamlılığa destek veren geleneksel kalıplara, hem de kırılmalara yol açan sosyal değişmelere hassas olan bu çalışma, ataerkilliğin erkeklere olan bedeli konusunda bizi aydınlatıyor ve kalıcı değişimin ancak bu ‘derin’ yapıların evrilmesinden geçeceğini gösteriyor.” Emeritus Prof. Dr. Deniz Kandiyoti
“Erkekliğin Türkiye Halleri, erkek otoritesine dayalı aile ilişkilerinin krizini ve yerine gelmekte olan yeni aile ilişki tarzlarını anlamak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap. Erkeklerin var olan erkeklik değerlerini sorgulayan ve daha eşitlikçi, şiddetsiz ilişkilerin öznesi olmaya çalışan çabalarını görünür kılan öncü araştırmalardan birini bize sunuyor. Sosyal bilimcilerin ve özellikle de toplumsal cinsiyet çalışmaları yapanların kütüphanesinde temel başvuru kitaplarından biri olmaya aday bir araştırma”. Prof. Dr. Serpil Sancar
“Katılımcıların kendi babalarıyla ilgili anlatımlarının karmaşık duygularla, minnet ve serzenişin içiçe geçtiği, çelişkili ifadelerle dolu olduğu, aynı çelişkilerin anneleriyle ilişkide çok daha az, neredeyse yok gibi olduğu görülüyor. Ancak konu kendi çocuklarıyla ilişki olunca, her ne kadar kendi babalarından farklı olduklarını belirtseler de, yine bazı çelişkiler, ikilemler gündeme geliyor.
Bu da geleneksel kültürel altyapının çok yavaş değiştiğini, anneye ilişkin deneyimin hâlâ gelenekten kopmadığını, babayla ilgili deneyiminse çocuklar üzerinden dönüştürülmeye çalışıldığını ve yaşanan ikilemlerin erkeklerin kendi eşleri ile ilişkilere de yansıdığını gösteriyor.” Hale Bolak Boratav, Güler Okman Fişek, Hande Eslen Ziya
Kaynak: https://www.bilgiyay.com/p/873/erkekligin-turkiye-halleri