VİTRİNDEKİ BENLİK

Neşe Yaşın

Yaşarken görmediğimiz ve aradan zaman geçince farkına vardığımız şeyler üzerine düşünüyorum birkaç gündür. Görmedik mi gerçekten onları yoksa görmek mi istemedik? Gerçeğe inanmak istemediğimiz için kaçtık mı onlardan yoksa içimiz almadığı için yok saymanın güvenli alanına mı çekildik? Kişisel belleğimizde karanlık alanlara ait bastırılmış kayıtlar bir yana toplumsal amnezi sürdürülebilirlik için gerekli olmuş hep. Hep birlikte susmak gizli bir anlaşma halinde yaşanmış.

Kişisel hikayelerimizin karanlık alanları hayatın lanetinden korunmamızı sağlıyor bir anlamda. Söze dökülmemiş, paylaşılmamış olan aksi durumda getirebileceği yıkımdan koruyor bizi.  Oysa o yıkım ruhlarda sürüyor.

Birinci tekil şahıs anlatısının ayıp sayıldığı, müstehcen bulunduğu dönemler hatırlıyorum. Köşe yazarları “ben” demekten imtina ederlerdi örneğin.  “Bu satırların yazarı” ya da “biz” kullanımı tercih edilirdi genelde. “Biz” adına konuşmak hem milliyetçiler hem de sol için geçerliydi. Bir kolektif adına görüş bildirilirdi. Birinci tekil şahıs anlatısı bir anlamda tehlikeliydi. Birey olmak, bireysel çıkışlar yapmak kolektife zarar verebilirdi çünkü.

Sonra bunun tersi bir döneme geçildi. Zygmunt Bauman Fransa’da bir canlı yayına çıkıp cinsel hayatlarından söz eden bir çifte bunun açtığı yeni bir döneme değinir. Bugün ise kameraların her türlü özel alandan canlı yayında olduğunu görüyoruz.

Barış çalışmalarında kolektif adına konuşmak, ezberdeki kolektif bellek anlatılarından hareket etmek yerine kişisel hikayeler anlatmak önerilir. Anlatabileceğimiz en gerçek hikâye kendi hikayemiz midir bundan o kadar da emin değilim. Kendi hikayemiz bile bir kurgudur, çarpıtılmış belleğin ürünüdür çünkü. Halbwacs kişisel bir bellek olmadığını kendi hikayemizi bile kolektifin katkıları ile hatırladığımızı söyler.

Kişisel olanı içtenlikle anlatmak dedikodular ve karalamalara karşı bir savunma aracı olmuştur hep benim için. Bir Proust içtenliğiyle hatıraya yaklaşmak başka bir sorun getiriyor beraberinde. Kırılganlığı ortaya koyma cesareti üzerine TED konuşmaları dinleyebilirsiniz. Bundan ötürü bir hayranlıkla karşılaşmanız bekleniyor ama pek çok kişi de bunu aleyhinize kullanmak için fırsat bulmuş oluyor. Ne kadar maskesiz ve çıplaksanız yaralanmaya o kadar açık oluyorsunuz.

Kişisel hayatlarını gizli tutanlar hep bir kuşku yaratır bende. Bunu açığa çıkaranlarda da kuşku veren ayrıntılar olabilir. Yapılan bir sunumdur sonuçta, tasarlanmış bir algı yönetimi olması mümkündür. Küçük fragmanlar, bazı ayrıntılar, samimiyetinden kuşku duyulmayan bazı jestler, kriz anlarında takınılan tavırlardır belki de önemli olan.

Clubhouse diye bir i phone uygulaması var. Sadece sesinle ve adını belirten bir fotoğraf ikonuyla boy gösteriyorsun orada. Son sıralar çok takılıyorum bu uygulamada. Çeşitli sohbet ve tartışmaların sürdüğü ses odalarına girip insanlar ne konuşuyor diye bakıyorum. Özellikle Kıbrıslı gençlerin her akşam bir iki tartışma odası oluyor. Çeşitli kesimlerden, çeşitli politik eğilimlerden gençler bunlar. Çoğunun çok iyi eğitim gördüğünü, son dönemin olanakları ile Avrupa’da okuduğunu fark ediyorum. Uygulama ne yazık ki şu anda yalnızca i phone kullanıcılarının hizmetinde.

Geçen akşam Türkiye’deki ünlülerin ağırlıkta olduğu bir odaya girdim. Dizi film oyuncuları, şarkıcılar filan vardı odada, dolayısıyla oldukça kalabalıktı. Belli ki geçmişte gecelere akan ünlüler pandemi dönemindeki ev hapsi halinden çok sıkılmışlar. Ortaya bir soru atıp onun hakkında konuşuyorlar. Soru şuydu: Sevgilinle kanepede oturuyorsun ve ayakların üşüdü. Ayaklarını sevgilinin bacaklarının altına lakkadanak mı sokarsın yoksa zarif hareketlerle mi? Durum bu… Sonra yaptırdıkları estetik ameliyatlardan söz etmeye başladılar. Aslında eğlenceliydi de birisi beni odada görüp neler dinliyor diye kınar korkusuyla biraz durup çıktım.

Kişisel olanın rahatlıkla paylaşılıyor olduğu bir dönemdeyiz ama paylaşılan kişiselin sadece vitrini bana kalırsa. Birbirimizi anlamamamızın en önemli nedenlerinden biri  kendimize bile itiraf edemediğimiz karanlık alanlar. Biz gerçekte kimiz, insan olmak nasıl bir şey bunu anlamak için edebiyata bakınız diyeceğim ama hangi edebiyata? Yazarlar, şairler de vitrinde olmayı tercih ediyorlar artık. Hepsi değil elbette.