Rıdvan Arifoğlu
"Teşbihte hata olmaz!" derdi eskiler, yani "Benzetmede hata olmaz!" Bu söz o kadar yanlış anlaşılmıştır ki artık o kadar olur! Genellikle, "Hangi benzetmeyi yaparsan yap önemli değil, benzetme benzetmedir, her türlüsü kabulümüzdür," diye anlaşılır ki tam tersine, "Teşbihte hata yapmamalıdır!" anlamındadır. Vurgu "maz" hecesindedir ve ünlemli yazılır. Öyle bir teşbih olacak ki sırıtmayacak, göze batmayacak ama üstünde gözümüz kalacak, göz göre göre gözünü çıkarmayacak ve okumaya devam ederken gözümüz arkada kalmayacak. İncil'de Hz. İsa yakın çevresine benzetmelerle yaklaşır ama orada anlamayanlar için benzetmeler yetersiz kalır. Anlamayanlara mucizeler gösterir, onları sadece bu mucizelerle inandırabilir.
İşte, Throwaway (siyah tay). Bir edebi dil olarak zibil. "Litter became Litterature". Zibilden bir dil. Throwaway, at, topu, at, ana, dilimi, dil!
Bir de şuna bakalım: "Olacak olduğuynan oluyor!" Vurgu bu kez 2. "ol" hecesine geliyor. Bir çeşit "kaza geliyorum demez" lafı aslında ama ben bunu daha çok seviyorum. Hız, alkol, dikkatsizlik, yolların bozukluğu ve tabii ki kimsenin dillendirmediği acemilik… Arabayı çalıştırıp yüz metre dümdüz süremeyecek insanlara ehliyet verilmiştir, bunları da yazalım. Çevremizde de böyle şoförler olduğu için yazamıyoruz. İlginç bir durum da şu ki 30 yıl istikrarlı bir biçimde ilk öğrendiği gibi araba sürenlerin olması.. Acemiliği koruyabilmek aşk için belki iyidir ama yolda sizin yüzünüzden başkasının kaza yapmasını göğüsleyebilecek bir vicdani hava yastığı henüz üretilmedi. Teşbihte hata olmaz. Savaşta korktuğu için bir daha dümene geçemeyen insanlarımız da vardır.
Acemi şoförler şehir içinde diğer arabalardan çok motosikletlileri etkiliyor. Üç aracı da sürekli kullandığım için bunu görebildiğimi sanıyorum. Aniden yol kesenleri mi istersin, bisikleti araçtan sayıp motosikleti umursamayanları mı.. Nasıl olsa çekilecek diye düşünüp üstünüze süreni mi istersin, kendi çukura düşmesin diye olur-olmaz yerde vuvuzela etkisi gösteren borularını öttürenleri mi.. Gel vatandaş, böyle balık satıyorum, böyle balık!
Mobil-at'ımın gıcırdayan dümenini tekrar vurgulara yönlendiriyorum. Vuruş tekniği iyi olan şoförleri bir kenara ayıralım, onlara sözümüz yok. Onlara "ko" diyorlar, onlar da oturtuyorlar ağbi! Bu arada, en çok eski arabalı acemilerden korkuyorum. Galiba onlar arabayı çarpacağım diye pek korkmuyorlar, ya da Throwaway'i ellerine göre bulup hava atıyorlar, anlayam(ay)ıyorum. Böyle hava satıyorum. İstanbul'da Beşiktaş'ta bir balıkçı vardı, ismini unuttum. Her zaman "Böyle balık satıyorum!" diye bağırırdı. Vurgusu "le" hecesineydi. Ben hep bu adamı balıklarla haşır-neşir ola ola gerçek bir balık(adam) halini alan bir güzel insan diye düşünürüm. Sanki "böyle" derken vurguyu "le"ye koyup hem balıkları hem kendini kastediyor. "Sattığım balıklar böyledir kardeşlerim!" Ya da, "Ben böyleyim, balığımı da bu şekilde satarım a dostlar!"
Biliyorum, yazılarda böyle insanlar Kıbrıslı olunca daha havalı oluyor, okunma oranı artıyor. "Bizim insanımız" ne de olsa. Ne yapalım ki dünyada bu balıkadamlar da mevcut. Bu da başka bir yazıya kalsın.
Throwaway kötü bir şeyler söyleyecek de söyleyemiyor. Bazen tırıs okuyunca insan anlayamıyor. Daha hızlı, Atgitsin, daha hızlı. Kulaklarımızda Wynton Marsalis, Insane Asylum. Ay çarpması bir yüz. Aydaki Yaşlı Adam kadar yavaş süren 80'lik bir delikanlı, Allah Dede, Ay Dede! Buruşturulup avuçta bekletilen bir kağıt mendil. Herkes hasta! Yağlı benzin için dümeni kırdık. Throwaway: "Bugün gene çok âlicenapsınız."
Moderatörlerin ve spikerlerin vurguları… R. T. Erdoğan'ın "Nasıl" vurgusu. Vaaz veren hocalar gibi "sıl"a vuruyor. Her defasında biraz daha vuracak, biraz daha Allah, Kitap, Din diyecek. Şu Facebook'a bazen bakıyorum. Bir kısım azar-azar-yazar arkadaşlar moderatörler gibi yazıyor. "Sanırım genel bir çerçeve koyacak olursak…", "Uzun vadede şunu söyleyebiliriz ki…" filan… Bildiğiniz ama pek tanımadığınız birileriyle kavga etmek çok kolay. Biri konuşma dilinde olmadığı şekilde moderatör gibi yazmayı güzel yazmak sanıyor. Bir başkası "konuşur gibi" yazdığında hem Kıbrıslılık gösterisi yapmış oluyor hem de daha iyi anlaşılacağını sanıyor. Oysa konuşma dilinin yazıda canlandırılması ayrı bir çalışma gerektirir, tam da vurguların farklı algılanmasından dolayı. O yüzden bolca gülen kafa, ağlayan kafa filan var ama bu da yetmiyor. Bazen espriyle söylenen şey diğerinin ağrına gidiyor. Konuşma dilini bire-bir aktarmaya çalışmak dilbilimsel yazı dışında boşa kürek çekmektir ama rekonstrüksiyon olur. Yapının o yapı olmadığının, sesli birşey olmadığının bilincinde olmak gerek. Konuşurkense tam tersine, vurguları tecrübemizle doğru orantılı olarak yorumlayabildiğimiz için hır çıkabilir. Yeni konuşmaya başlamış çocuklar bu tecrübeden biraz uzak olduğu için onların yanında iktidarımızı sağlamlaştırabileceğimizi sanırız, ama kısa zamanda vurguların farklılığını algılamaya başlarlar, hatta konuşmaya başlamadan bunu yaparlar. Spikerler de tekrarlardan sıkıldıkları ölçüde vurguları değiştirirler. Bir çeşit çocuklaşma.. Sabah biraz talk-show yapıp biraz da gazete haberi sunanlar bu vurguları çok değiştirir. Duraksamalar konuşma dilinde olmayacak kadar dengesizleşir. Tabii seyircinin ilgisini cezbetmek için bazı konuşma stilleri önceden tasarlanıyor, bilinçli yapılıyor. Bunu gözlemleyenler için çok sıkıcı bir konuşma ortaya çıkar.
Tiyatroda duyulamayacak kadar kısık sesle söylenmiş diyaloglar, Throwaway (yarım at). Bir deryadil, hade gel! Derya kuzusu bir deryadil. Elindekini "go da gel"! Birşey söyleyecek ama dili varmıyor. Şimdi heylosto çek kürekleri mehtab uyanmasın.
Bir ara Blossom Dearie'nin şarkıları geliyor dilime. Şu John Lennon için yazıldığı söylenen Hey John ve bir de Long Daddy Green. Çocuk sesli şarkıcı. Bazı şarkıcıları bütünde sevmesem de birkaç şarkısını çok seviyorum. 1-2 şarkısını sevip diğer hiçbir yorumunu dinleyemediğim şarkıcılar var. B.Dearie de biraz öyle. John Lennon Blossom Dearie'yi, o da John Lennon'u seviyormuş. Youtube'de Long Daddy Green'in hızlı versiyonunu bulamadım. Bence biraz polisiye havası taşıyan bir şarkı bu. "Domuz ölüŋün kôru!" diyor at.
Laurel ve Hardy (Lorel-Hardi) vurguları değiştirerek konuşurdu, benim kuşak ve öncesi hatırlayacaktır. Ferhan Şensoy'u ilk izlediğimde aklıma Laurel ve Hardy gelmişti. Galiba daha sonra bu vurgulamayı bıraktı. Aslında biraz da Ferhan Şensoy'un konuşmasında var bu vurgular, yoksa tam da yapay birşey sayılmaz. İngiltere, Avustralya gibi ülkelerde doğup büyümüş Kıbrıslılar'ın konuşmaları da çok ilginç geliyor bana, o çok dalga geçilen ama hiç gözlemlenmemiş. Oysa tüm konuşmalarda olduğu gibi orası da hazinelerle doludur.